Merkez Bankası'nın bir görüşe göre "kaybolan", bir diğer görüşe göre ise "kılık değiştiren" rezervleri için başlayan tartışma küllenmişti ki işgüzar bir savcı marifetiyle yeniden canlandı.
Hatırlarsınız belki, Cumhurbaşkanı Erdoğan, kaybolan Merkez Bankası rezervleri tartışılırken "başınıza damat kadar taş düşsün" demişti, o taş havada bir müddet süzüldükten sonra gitti, zaten arızalı olan demokrasimizin kafasında patlayıverdi.
CHP Mudanya İlçe Başkanlığı'nın astığı ve üzerinde "128 Milyar Dolar Nerede?" yazılı afişler, savcılığın talimatıyla polis tarafından kaldırıldı ve ardından Cumhurbaşkanı'na hakaret suçu işlendiği gerekçesiyle soruşturma başlatıldı.
Bunu kaç kere yazdım, emin olun sayısını unuttum. Ancak arada bir hatırlatmak gerekiyor belli ki.
Anayasa, siyasi partilerin "demokratik hayatın vazgeçilmez unsurları" olduğunu söylüyor. (Madde 68)
Siyasi Partiler Kanunu'nun 3. Maddesi ise, siyasi partilere "açık propaganda yapma hakkı" veriyor. "Tüzük ve programlarında belirlenen görüşleri doğrultusunda çalışmaları ve açık propagandaları ile milli iradenin oluşmasını sağlayacaklarını" vurguluyor. Mudanya'da asılan afişler, işte tam da bu kanunda sözü edilen hakkı kullanıyor: Açık propaganda!
Bir taşra savcısının keyfi öyle istiyor diye Anayasa ve ilgili kanun yok sayılıyorsa, ne hukuk devletinden söz edebiliriz ne de demokrasiden!
Emekli amiraller bir bildiri ile Anayasa'yı yok etme tehdidi yaratabiliyorlarsa, söz konusu savcı onun bir kaç adım ötesini gerçekleştiriyor!
Anayasa'yı fiilen yok sayıyor!
Buna da "yargı darbesi" mi demeliyiz?
Öte yandan Merkez Bankası'nın rezervlerinin kaybolduğu bir sır değil.
Bunun hesabının Cumhurbaşkanı'ndan istenmesinde de bir gariplik yok, Cumhurbaşkanı artık yürütme makamı!
Yürütmenin işlem ve eylemleri denetlenemediği bir rejime demokrasi, o rejimin yöneticisine de "demokrat" denmez, bunu hatırlatmış olayım.
Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar, AKP propaganda makinesinin küçük dişlilerinden birinin sorularını yanıtlarken, emekli amirallerin bildirisi ile ilgili olarak şunu da söylemiş:
"Çık televizyonlar serbest, orada konuş, gazeteye yaz, konferans ver. Bir kere Türkiye'nin imajını bozuyorlar. Türk Silahlı Kuvvetleri, hiçbir görev ve sorumluluğu olmayan kişi veya kişilerin hırs, ihtiras ve şahsi emellerine araç yapılamaz. Bizi karıştırmayın. Biz işimizde, gücümüzdeyiz."
Emekli subayların, bir bildiri ile darbe yapacaklarını ya da darbe yapmaya istekli TSK unsurlarını harekete geçireceklerini iddia edenler kim?
Saray ve AKP.
Çünkü onun sözleriyle "Türk Silahlı Kuvvetleri'ni kişisel hırs, ihtiras ve şahsi emellerine alet edenler", bir bildiri ile görüşlerini açıklayanlar değil, TSK içinde darbe yapmak için kışkırtılmaya hazır birilerinin her zaman bulunduğunu iddia edenler olmalı.
TSK'nın imajını bozan bir durumdan söz ediliyorsa o da tam olarak budur!
Başkanlık sistemine geçilirken verilen vaatlerden biri de Türkiye'de bu sistem ile artık darbeler döneminin geri dönülmeyecek şekilde kapatılmış olacağıydı.
Ama görüyoruz ki iktidarı elinde tutanlar, TSK içinde darbeye meyilli bir nüvenin hep yaşayageldiğini ve bildirilerle filan harekete geçirilebileceğini savunuyor.
Oldukça tuhaf bir durum ile karşı karşıyayız!
Milli Savunma Bakanı, ısrarla TSK'nın emir komuta zinciri içinde, Anayasa'ya ve hükümete bağlı olduğunu söylüyor.
Ancak aynı yönetimin etkili ve yetkili kişileri, ordunun bir bildiri ile darbe yapmaya kalkışacağından endişeli.
Ben de diyorum ki önce aranızda bir karar verin.
AKP'li Yeşilyurt Belediyesi'nin, "Çevreye Duyarlı Bireyler Yetiştirme Projesi" için yurt dışına gönderdiği 45 kişiden 43'ünün geri dönmediği ortaya çıktı.
Evren Demirbaş'ın Sözcü'deki haberine göre, hizmet pasaportuyla vize alarak Almanya'ya gidenlerin neden geri dönmedikleri ve eylül ayından beri Almanya'da ne yaptıkları bilinmiyor.
Olayın araştırılması için bir mülkiye başmüfettişi görevlendirilmiş.
Haberi okuyunca glasnost ve perestroyka öncesi Doğu Bloku ülkelerini hatırladım.
O yıllarda şu ya da bu vesileyle bir gezi grubuna katılan Doğu Bloku vatandaşlarının, ülkelerine geri dönmeyip, gittikleri ülkelere iltica ettiklerini okurduk.
Benim de böyle bir iltica olayına İstanbul'da bizzat tanıklık ettiğim vakidir.
O yıllarda o insanların neden ülkelerinden kaçmak istediklerini pek anlayamazdım, doğrusunu söylemek gerekirse.
1992'den sonra sınırlar açılıp, o ülkelere serbestçe gidip gelmeye başlayınca nedenini anlayabildim.
Yeşilyurt'tan eğitim için diye yola çıkıp, gittikleri ülkede sırra kadem basan vatandaşlarımızı da o nedenle daha iyi anlayabiliyorum.
Özgürlük yok, iş yok, para yok, huzursuzluk zirvede, bir tweet attığın için bile hapsi boylayabilirsin, otorite hayatın her alanına el atma ve kendi yaşam biçimini dayatma peşinde!
Tıpkı eski Demirperde ülkelerinden kaçıp gidenlerin gerekçeleri gibi bu gerekçeler.
"Yeni Türkiye" diyorlardı, eski Doğu Bloku gibi oldu memleket!