Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın ilginç avukatları var. Şöyle ki; bir dedikleri, diğerini asla tutmuyor.
Erdoğan, Afrin operasyonuna karşı çıkarak, milletvekillerine mektup yazan 170 aydın hakkında ”vicdansız, hain, ahlaksız, adi, terör yardakçısı” gibi ifadeler kullanmıştı.
Bunun üzerine imzacı aydınlar 1’er liralık sembolik tazminat istemiyle hakaret davası açmıştı.
Bu davada Erdoğan’ın avukatlarının mahkemeye sundukları savunmada şöyle deniliyordu:
“Düşünce özgürlüğü, demokrasinin temel ilkesidir. AİHM’e göre ifade özgürlüğü, devletin veya nüfusun bir bölümü için saldırgan, şok edici veya rahatsız edici bilgi ve düşünceler için de uygulanır. Bunlar çoğulculuğun, hoşgörünün ve açık fikirliliğin gerekleridir. Bunlar olmaksızın demokratik toplum olmaz.”
Ama aynı avukatlar, Erdoğan’a “gözünün üstünde kaşı var” diyenlerin bile cezalandırılmasını talep edebiliyorlar.
Dün de söz etmiştim: Bir Fransız dergisi Erdoğan’a “diktatör” dedi ve Erdoğan bunun üzerine suç duyurusunda bulundu, dergi sorumluları hakkında “Cumhurbaşkanı’na hakaret” soruşturması başlatıldı.
Merak ettim, Erdoğan’ın avukatlarının hiç arşivleri yok mu?
Siz hatırlamazsınız, belli ki Erdoğan’ın avukatları da unutmuş ama arşiv asla unutmaz.
Tekirdağ’ın Süleymanpaşa Belediye Başkanı CHP’li Ekrem Eşkinat, partisinin bir toplantısında Recep Tayyip Erdoğan’a “diktatör” dedi.
Bunun üzerine Eşkinat hakkında 2 yıldan 7 yıla kadar hapis cezası istemiyle dava açıldı.
Eşkinat mahkemede beraat etti.
Dava muhtemelen şu anda Yargıtay’da olmalı ama artık “Adalet Reformu” yapıldı, “eleştiri amacıyla düşünce açıklaması” suç olmaktan çıktı!
Peki bu durum son derece açık olduğuna göre, Erdoğan neden Fransız dergisini mahkemeye verdi?
Kaldı ki Fransa’da yayınlanan bir yazıda “hakaret” tespit edilmiş olsa bile bu davanın açılması gereken yer derginin yayınlandığı yer olan Paris, Ankara değil.
Dün, batı medyasının, yükselmekte olan sağ popülizme malzeme taşımaktaki rolü üzerine bir şeyler söylemiştim.
Erdoğan’ın yaptığı da onların yaptığının sadece tersten okunuşudur, aynı amacı taşıyor.
Erdoğan da tıpkı Avrupalı benzerleri gibi.
Seçimle iş başına geldi, demokrasinin olanaklarından yararlandı ve ancak şimdi “demokrasi” çok da hoşlandığı bir kavram değil.
O da Avrupalı benzer sağ popülist liderler gibi: Aşırı milliyetçi, bağnaz dinci. Tabii dinleri farklı!
“Küffara karşı” şiddetle davranmaktan söz ediyor. Burada “küffar” sadece Müslüman olmayanları tanımlamıyor. Onun tarif ettiği inanç biçimine uymuyorsanız, Müslüman değilsiniz.
Eleştiriye tahammülsüz.
Kamu olanakları ve müteahhit havuzlarıyla ele geçirdiği medya aracılığıyla “kendi gerçeğini” halka pazarlıyor, gerçekte olanı değil.
Tıpkı batılı benzerleri gibi o da halkı adına en doğruyu düşünüyor, yapıyor. Buna karşıysanız zaten hain olmayacaksınız da ne olacaksınız?
Onun için Fransız dergisinin böyle bir kapak yapması ve onunla “mahkemelerde hesaplaşacak olması” da çizmeye çalıştığı “batılı karanlık güçlerle tek başına savaşan Zaloğlu Rüstem” portresinin bir parçası.
Batılı benzerleri ile aslında aynı şeyi istiyor: Türkiye’yi batıdan uzaklaştırmak!
Bunu başarabildiği gün hayalini kurduğu, otoriter Sünnici rejimini kurmak yolunda en büyük adımını da atmış olacak.
Eğitim sisteminin bütünüyle dini eğitim üzerine oturtulmaya çalışılmasının nedeni de bu.
Şu anda Cumhuriyeti çok seviyor görünüyor ama hayalinde “halife” olmak, “ümmetin tek temsilcisi olmak” da var.
Onun için Batı’dan gelen her saldırı makbul. Yeter ki bu saldırılar, “büyük ekonomik fotoğrafa” zarar vermesin!
Zaten ona bakılırsa Türkiye büyük bir saldırı ile karşı karşıya.
“Türkiye” diye tanımladığı şey aslında kendi kutsal iktidarı.
Ama Allah’tan o var ve hem bu halkı hem de memleketi yem olmaktan kurtarabiliyor.
Cumhuriyet Bayramı’nda konuşurken “Kurtuluş Savaşımızı zafere taşıyan direniş ruhuyla mücadelemizi kararlılıkla sürdürüyoruz” diyor.
Böylece kendisini Cumhuriyet’in kurucularıyla da eşitliyor.
Daha bir kaç yıl önce “iki ayyaş” dedikleriyle!
“Kurtuluş Savaşının direniş ruhunun” kime karşı kullanılacağı da belli: Batılılar!
Ne de olsa burası Orta Doğu ve kaçınılmaz olarak batılı karanlık güçlerin yerli uşakları da var!
Duruma göre isimleri değişebiliyor: Bazen ayrılıkçı Kürt milliyetçileri, bazen CHP zihniyeti, bazen ikisi birden!
Ve bu hikâye her zaman dini bir sosa da bulanıyor ki halk daha kolay sindirebilsin!
Böylece yumurta – tavuk ilişkisine benzer bir durum ortaya çıkıyor. Pragmatik siyasal İslamcılar gibi söylersek, “win – win durumu yani”!
Sağ popülist parti ve liderlerin Türkleri ötekileştirmesinden Erdoğan yararlanıyor, Erdoğan’ın “şiddetli” İslamcı çıkışlarından Batılı popülistler.
Ve hep beraber, el ele demokrasinin kurumlarının birer birer ortadan kaldırılacağı bir geleceğe doğru yürüyoruz.
***
Çevre ve Şehircilik Bakanlığı, 28 maddelik bir kanun teklifi hazırladı.
Buna göre İstanbul Büyükşehir Belediyesi ile 4 ilçe belediyesinin İstanbul Boğazı ve çevresindeki imar yetkileri sonlandırılıyor.
Yetki, Bin Odalı Saray tarafından oluşturulacak kurullara geçecek.
“Türk tipi başkanlık sistemi” halkımıza pazarlanırken, kanunların artık TBMM’de hazırlanacağı, yürütmenin bu işlere karışmayacağı söyleniyordu.
Ama görüyorsunuz, hükümetin bir dairesi kanun teklifi hazırlayabiliyor.
Boğaz’daki imar işlerinden Büyükşehir’e bağlı Boğaziçi İmar Müdürlüğü sorumluydu.
Kendi kuruluş kanunu olan, görevi ve yetkileri bu kanunla tanımlanmış bir kurum.
AKP’nin, 1984 yılından beri yürürlükte olan bu kanun ile bugüne kadar bir sorunu da yoktu.
Sorun, Büyükşehir Belediyesi’nin ve dolayısıyla Boğaziçi’ndeki imar işlerinin AKP’nin elinden uçup gitmesiyle başladı.
Beli ki Boğaziçi’ndeki imar işlerinden kaynaklanan bir rant var ve bu rantı kaptırmamak için bir girişim bu.
Yakında Boğaziçi’nin yanı sıra Türkiye’nin bütün “kupon arazilerinin” imar yetkisi Bin Odalı Saray’a verilirse, hiç şaşırmayın derim!