Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, bazı "tespitlerini" partisinin milletvekilleri ile paylaşma "zarafetini" gösterdi.
Önce "şimdi söyleyeceklerim, belki biraz ağır olacak ama emin olun hepsi de muhatabının sonuna kadar hak ettiği tespitlerdir" dedi.
Ardından da CHP Genel Başkanı'na "haysiyet fukarası" diyerek başladı, "sefil, zavallı, gafil, namert, kifayetsiz, aciz" diye tamamladı.
Erdoğan'ın Kılıçdaroğlu'na çok kızdığını biliyoruz.
Kızgınlığını ifade edebilecek Türkçede birçok başka kelime de vardı, onları kullanmaktan imtina ettiği için acaba teşekkür de etmeli miyiz?
Yoksa, siyasi tartışma seviyesinin düştüğü çukura üzülmeli miyiz?
Bir eleştiride bu türden kelimelere yer vermek kusura bakmasın ama iki şeyi gösterir:
1 – Söyleyen, fikrini tam olarak ifade edebilecek entelektüel derinlikten yoksundur, aklına ilk gelen hakaret kelimelerini sıralar.
2 – Söyleyenin yetişme yıllarında aile terbiyesinin ihmal edildiğini düşünmemize yol açar.
"Aile terbiyesi" dediğimiz şey, toplumlar arasında bazı farklılıklar gösterse de aynı toplumun bireyleri için bazı standartlara karşılık gelir.
Normal ve ruh sağlığı yerinde bir toplum, kolayca tartışmaya açılamayacak bu ahlaki değerlere yaslanarak yaşar.
Uluorta küfürlü konuşmak, kadınlara sarkıntılık etmek, hayvanlara kötü muamele etmek gibi tutumlar bu çerçeve içindedir. Ayıplanır, kötü karşılanır, toplum bu hareketlerin karşılıksız kalmasından rahatsız olur.
Siyaset de toplum için yapılır, toplumun değerlerini yok sayarak siyaset yapmaya çalışmak tuhaf bir durum.
"Toplumun değerleri" denilince bizim Siyasal İslamcıların akıllarına sadece din ile ilgili konular geliyor ama işin aslı bunların hepsinin bir bütün olarak bir arada olabilmesidir.
Bu kurallara uymamanın görünür bir cezası da yoktur ama Erdoğan'ın, Kılıçdaroğlu'na söylediklerini mesela bir kahvehanede okey oynayan bir vatandaşa söylemeye kalkarsanız ıstakayı kafanıza yemeniz olasıdır.
Çünkü toplumun genel etik değerleri, böyle şeyleri kaldırmaz.
En huzurlu ve toleranslı insanların yaşadığı bir ülkede bile genel ahlak kurallarını çiğnerseniz başınıza tatsız işler açılabilir.
Hem her fırsatta "Türk aile değerlerinden" söz etmek hem de bu temel değerleri bazı insanlar için yok sayabilmek de Erdoğan'ın çelişkisi ama kabul etmeli ki çok tuhaf bir durum.
Kim bilir, belki de toplumun aktif siyaset ile uğraşan bölümünün ahlaki standartları, toplumun geri kalanından daha düşük.
Liderlerimizin birbirleri hakkında söyleyebildikleri kelimelere bakınca bunu da düşünmüyor değilim.
Öte yandan olay Türk siyaset sahnesinde cereyan ettiği için bir üçüncü ihtimali de göz ardı etmemek gerek.
Üçüncü ihtimal rakibi kızdırıp, sinirlerine iyice basıp onu da aynı zemine çekmek, böylece başka konuların konuşulmasını önlemek çabası olabilir.
Seçime artık 7 ay gibi bir zaman var.
Ve iktidarın tek sahibi bu 7 ay içinde, muhalefeti bu seviyeye çekebilirse kazanacağını düşünüyor.
Muhtemelen kazanır da.
Muhalefet bundan önceki seçimlerde yaptığı gibi kendisi ile ilgili en önemli pozisyonu "Erdoğan karşıtlığı" haline getirirse, bundan önceki seçimlerde yaşadıklarımız tekrarlanabilir.
Pazarlama disiplininde "unique selling proposition" ya da "unique selling points" adı verilen bir şey var.
Bu kavram, satılan ürünün, rakipleri karşısındaki üstünlüğünü sağlayabilecek, sadece o ürüne özgü nitelikleri ve ürünün müşteriye vaat ettiği en önemli yararı tarif etmek için kullanılıyor.
Geçmişte muhalefetin yaptığı en önemli hata bu konumunu "Erdoğan karşıtlığı" üzerine kurmasıydı.
"Erdoğan gitsin" demek bir vaat içermiyor; sizi negatif bir pozisyona konumluyor, seçmene bir vaadiniz olduğunu düşündürtmüyor.
Erdoğan, siyasi tartışmayı bu zeminde tutabilirse yine kazanabileceğini düşünüyor ve tartışmayı kişisel meselelerde tutmaya çabalıyor.
Ağzını her açtığında argo deyimler sözlüğünden örnekler sergilemesinin nedenlerinden biri de bu olabilir.
Muhalefet liderleri bu tuzağa daha ne kadar süreyle düşmeye devam edecekler, göreceğiz.
İçişleri Bakanı Süleyman Soylu, İstanbul ve Ankara Büyükşehir Belediyeleri'nde hazırlanan yolsuzluk dosyalarına ben de araştıracağım diyerek el koydu.
O günden beri de bir gelişme yok.
Kendi tayin ettikleri savcılara, hâkimlere bile güvenip dosyaları ortaya çıkaramadıklarına göre acayip şeyler yaşanmış olmalı.
Bakan, bu dosyaları ne zaman gün ışığına çıkarmayı tasarlıyor?
Soylu, bu dosyalardaki yolsuzluk yapan insanları siyasi çıkar için mi koruyor, yoksa ortak mı?
Kendisine gazeteci süsü veren ve bu özelliğiyle AKP medyasında bir dönem baş tacı edilen bir tip, iş adamı Sezgin Baran Korkmaz'dan (SBK), İçişleri Bakanı Soylu'ya verilmek üzere 10 milyon Euro istemişti.
Bu para kimler arasında, hangi oranlarla paylaşılacaktı?
SBK, "avanta almak için kendisine operasyon çekilirken bazı adamlarının içeride rehin tutulduğunu" söylemişti.
SBK'nın adamlarını rehin tutan güvenlik görevlileri kimlerdi? Bunu kimin emriyle yaptılar, karşılığında ne elde ettiler?
Adalet Bakanı Yardımcısı yapılarak ödüllendirilen bir savcı ile bir hâkim, olmayan bir MASAK raporunu gerekçe göstererek, Sezgin Baran Korkmaz'ın mal varlığı üzerindeki tedbiri kısa bir süre için kaldırdılar.
Böylece 150 milyon dolarlık servet bu sayede uçup gidiverdi.
Savcı ve hâkim yukarıdan bir talimat aldıkları için mi bunu yaptılar yoksa rüşvet mi aldılar?
İçişleri Bakanı Süleyman Soylu, bir politikacının mafyadan maaş aldığını açıklamıştı.
Bu ismi bilen bir savcı da var, zaten bu isim onun elindeki bir dava dosyasında da yer alıyor.
Mafyadan rüşvet alan AKP'li politikacı kim? Niye korunuyor?
Mehmet Y. Yılmaz kimdir?Mehmet Yakup Yılmaz, 1956 yılında Malatya'da doğdu. İlkokulu Antalya Devrim İlkokulu'nda, orta okul ve liseyi parasız yatılı olarak Denizli Lisesi'nde okuduktan sonra Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi İktisat ve Maliye Bölümü'nden 1977 yılında mezun oldu Gazeteciliğe SBF öğrencisi iken 1975 yılında Ankara'da Mehmet Ali Kışlalı yönetimindeki Yankı Dergisi'nde başladı. Derginin Yazı İşleri Müdürlüğü görevini de bir süre yürüttü. 12 Eylül 1980 darbesi öncesinde Türk İş'e bağlı Yol İş Federasyonu ve YSE - İş sendikalarında basın müşaviri olarak görev yaptı, sendika gazete ve dergilerini yayınladı Askerlik görevini Kara Harp Okulu'nda tamamladıktan sonra İstanbul Gelişim Yayınları'nda mesleğe döndü. Gelişim Yayınları'nda Erkekçe ve Bilim dergilerinin Genel Yayın Müdürü Yardımcılığı ve ardından Gelişim TV Dergisi Genel Yayın Yönetmenliği görevlerinde bulundu 1985 yılında Hürriyet'e geçti ve Hürriyet Dergi Grubu'nu kurdu. Tempo, Blue Jean, Playmen gibi dergileri yayınladı. Daha sonra Dönemli Yayıncılık Genel Müdürlüğü görevine getirildi. Ercan Arıklı ile birlikte Dönemli Yayıncılık'ın 1 Numara Yayıncılık'a dönüşmesi sırasında Genel Müdürlük görevini üstlendi. Aktüel, Cosmopolitan, Penthouse, Oya gibi dergilerin kurucu genel yayın müdürü oldu. Bugüne kadar 30'u aşkın derginin kuruculuğunu yaptı. 1995 yılı başında Posta gazetesini yayınladı. Aynı yılın sonunda Fanatik gazetesini, 1996 yılı sonunda da Radikal gazetesini kurdu, genel yayın müdürlüğünü yürüttü. 2000 yılında Milliyet Gazetesi Genel Yayın Müdürlüğü görevine getirildi. Bu görevi 5,5 yıl sürdürdükten sonra Doğan Burda Dergi Grububu'nun CEO'luğu görevini üstlendi. 2005 yılından 2018 Eylül ayına kadar Hürriyet gazetesinde köşe yazarlığı yaptı. Ekim 2018'den itibaren T24'te yazmaya başladı. Gazete köşe yazılarından derlenen "Kırmızıyı Seçtim, Aşk Mavinin Altındaydı", "Benden Selam Söyleyin Bütün Aşklarıma", "Aşktan Sonra Hayat Var Mı", "Şaşırma Duygumu Kaybettim, Hükümsüzdür" isimli kitapları yayımlandı. "Aşk Herşeyi Affeder mi" isimli uzun hikâyesi de kitap olarak yayınlandı. "Türkiye medyasında en çok yayın başlatan gazeteci" olan Mehmet Y. Yılmaz, güncel politik gelişmelerin yanı sıra, deneme tarzındaki yazıları ile futbol üzerine yaptığı yorumlarıyla da biliniyor. |