Adını mitolojideki İskandinav tanrısı Odin'in memleketi Asgard'dan alan, "ilk uzay ülkesi" Asgardiya'ya yerleşmek için sıraya girenlerin içinde Türklerin ikinci sırada olduğunu biliyor muydunuz?
Sayısal olarak birincilik Çinlilerde ama nüfusa oranla birincilik Türklerde!
Asgardiya, Dünya yörüngesine yerleştirilecek bir tür uzay gemisine benzeyen bir "yapay gezegende" kurulacak.
Kendi yasalarıyla, demokratik bir şekilde yönetilecek ve bu arada bizler gibi Dünya'da kalanlara da iyilik yapıp bu mavi boncuğu, meteor fırtınalarından ve uzay çöplerinden de koruyacak.
Bir ütopya tabii ama şu anda bu ütopyayı paylaşanların sayısı 1 milyon 53 bin 323'e de ulaşmış durumda.
Ve Türkler, 127 bin 930 kişiyle bu ütopik ülke vatandaşları arasındaki ikinci büyük etnik grubu oluşturuyorlar.
Yüzde 81'i erkek, yüzde 18'i kadın. "Diğer" cinsiyetlerden Asgardiya vatandaşı bir Türkiye kökenli yok.
Demek ki "aile değerlerimizi" de uzaya taşımışız, Numan Kurtulmuş filan mutlu olsun diye bu ayrıntıyı ekledim.
Asgardiya'nın varlığını epeydir unutmuştum, dün T24'te yayımlanan bir araştırma haberini okurken yeniden hatırladım.
Bunun nedeni, Türkiye'yi vatan bilenlerin, bu cennet vatandan kaçıp kurtulma isteklerinin yoğunluğuydu.
Allah'ın bildiği sizlerden saklayacak değilim, zaman zaman bu ülkede bana da hafakanlar basıyor, onu da söylemiş olayım.
Yeditepe Üniversitesi ile MAK Danışmanlık işbirliğinde, 18-29 yaş grubundaki Türkiyeliler arasında yapılan araştırmaya göre gençlerimizin yüzde 76'sı yurt dışında yaşamak istiyor.
"Hayatınızı bir bütün olarak düşündüğünüzde ne kadar mutlu ya da mutsuz olduğunuzu söyler misiniz" şeklindeki soruya gençlerin yalnızca yüzde 18,2'si 'mutluyum' cevabını verirken, yüzde 23'ü 'hiç mutlu değilim', yüzde 27,5'i ise 'mutlu değilim' yanıtını demiş.
Gençlerimiz mutsuzluktan kırılıyor yani.
Şurası çok ilgimi çekti:
Türkleri dini kalıpların içine sokmak isteyenler sık sık "Nüfusunun yüzde 99'u Müslüman ülke" gerekçesini kullanırlar. Ancak gençlerin sadece yüzde 82'si bir dini inanca sahip olduğunu söylüyor. Dini inançları davranışlarını belirleyenlerin oranı yüzde 15,4. 5 Vakit namaz kılanlar yüzde 14.
Diyanet İşleri bir düşünsün bunun nedenini, bakalım nasıl açıklayacaklar? Ve tabii bir sorum daha var: Çamlıca Camisi nasıl dolacak?
Gençlerin niye kaçıp gitmek istediklerinin yanıtını, sanıyorum şu sonuçlar daha iyi verecek:
Yüzde 46,7'si Türkiye'nin öncelikle çözülmesi gereken meselesinin işsizlik olduğunu düşünüyor.
Yüzde 77,6'sı Türkiye'de bir işe girebilmek için torpil gerektiği kanısında.
Bir başka ülkenin vatandaşlığına geçmeye hazır olanların oranı yüzde 64.
Tercih ettikleri ülkeler ise Avrupa ülkeleri (Yüzde 43), ABD – Kanada (Yüzde 39,8), İskandinav ülkeleri (Yüzde 14,8).
Gördüğünüz gibi Müslüman kardeşlerimizin memleketlerine gitmeyi hayal eden yok.
Geçen gün T24'te arkadaşımız Metin Kaan Kurtuluş'un, Prof. Dr. Sencer Ayata ile yaptığı "Z kuşağı" söyleşisini okumadıysanız, buradan ulaşıp okumanızı öneririm. Bu rakamları anlamlandırabilmeniz açısından yararlı olacaktır.
Şunu söyleyip, konuyu kapatacağım:
2002 yılından beri iktidarda olan partinin politikalarının, ülkeyi getirdiği yer neresidir sorusunun yanıtı bu: Fırsatını bulan kaçıp gitmek istiyor!
Kariyer ve Yetenek Yönetimi Derneği'nin verilerine göre üniversite mezunlarının yüzde 42'si mezun olduktan sonra iş bulamadı.
6 ay içerisinde iş bulanların oranı yüzde 29 olurken, 6 – 12 ay arasında iş bulanların oranı yüzde 10. Mezun olmadan önce iş bulanların oranı ise yüzde 14.
İş bulanların yüzde 31'i de asgari ücretle işe başlatılıyor.
ODTÜ Enformatik Enstitüsü bünyesindeki bir araştırma biriminin hazırladığı "2019 – 2020 URAP Dünya Sıralamasına göre, Türkiye'nin en iyi ilk dört üniversitesinden mezun olanların durumu da genel tabloyu değiştirmiyor.
Gençlerin neden mutsuz olup, Türkiye'den başka bir yere gitmek istediklerini bu sonuçlardan da görebilirsiniz.
Türkiye, eğitimli gençlerine bile iyi bir gelecek vaat edemiyor. Gelecek ile ilgili iyi hayaller kurmalarına olanak vermiyor.
Temel sorunumuz bu.
Bu tabloyu değiştirmekle ilgili gerçekçi projeleri ortaya koyan siyasetçi kazanır, benden söylemesi.
Başlıktaki bu sözü rahmetli anneannemden duymuştum. Fazla düşünmeden söylenen sözlerin ve davranışların, ileride insanın karşısına bir sorun olarak çıkacağını anlatmak için kullanırdı.
Anneannemi hatırlatan şey, Hürriyet'ten Gizem Karakaş'ın kulis haberi oldu.
Habere göre AKP yöneticilerinin toplantısında Genel Başkanları Recep Tayyip Erdoğan, "Doğu Akdeniz'de Güney Kıbrıs hariç herkesle masaya oturabiliriz. Herkesin kazanacağı bir ortak zeminde buluşabiliriz" demişti.
Doğu Akdeniz'deki "herkes" şunlardan oluşuyor: Suriye Devlet Başkanı Esad, Mısır Devlet Başkanı Sisi, İsrail Başbakanı Netanyahu ve Lübnan Başbakanı Diyab'ın yerine gelecek olan kişi.
Erdoğan, bu kişiler hakkında miting meydanlarında, iç politika hesaplarıyla öyle sözler söyledi ki şimdi nasıl karşı karşıya gelip, oturacaklar?
Birinin de ülkesinin yerle bir olmasında Erdoğan da üzerine düşeni yerine getirdi.
Erdoğan, müdebbir bir devlet adamı olabilseydi, Esad'a, Netanyahu'ya, Sisi'ye içinden ne kadar kızarsa kızsın, renk vermez, nezaketi elden bırakmazdı.
Türkiye'nin kendisinden sonra da sürecek uzun vadeli çıkarlarını düşünür, ideolojik farklılıklarının bu çıkarların önüne geçmesine engel olurdu.
Hatırlasanıza, "masada Sisi var" diye ABD Başkanı'nın yemeğine bile katılmamıştı.
İşler bu noktaya geldikten sonra "herkesle konuşurum" demenin nasıl bir faydası olacak?
Öyle görünüyor ki "monşerleri" yardıma çağırmanın zamanıdır. Onlar nerede, ne söyleneceğini daha iyi biliyorlar ne de olsa.