İçişleri Bakanı Süleyman Soylu, Birleşmiş Milletler ve NATO'nun iflas ettiğini görmüş.
Sadece bunlar değil dünyadaki küresel örgütlerin hepsi iflas etmiş, hem de gözlerimizin önünde.
Zaten kendisi bunu yıllardır söylüyor ama kimselere de dinletemiyormuş.
AB desen bir topluluk olarak zaten bir anlam ifade etmiyor.
Ve Soylu, bu hazin duruma teşhisini koyuyor: Avrupa Soros kurallarıyla yönetiliyor!
Siyasi tarihimizde saçmalığı paçalarından akan çok konuşma dinledim.
Doğum tarihim itibariyle kuşkusuz ki bazılarına yetişemedim ama Allah, Süleyman Soylu'dan razı olsun bu açığı sayesinde kapatabiliyorum.
Şu sözlerini buraya aktarayım ki unutulup, gitmesin, bizden sonra gelecek kuşaklar da değerini bilsin.
"Birleşmiş Milletler ve NATO'nun ve dünyadaki küresel örgütlerin iflasını hep beraber görüyoruz. Hiçbir değerleri söz konusu değil. Ben bunu yıllardan beridir söylüyorum. Ben Avrupa'nın bir topluluk olarak bir anlam taşımadığını da düşünüyorum. Avrupa Soros kurallarıyla idare ediliyor. Onlar Soros kurallarına teslimler. Şunu çok açık söylüyorum, Soros'u artık dünyada hiçbir ülke kabul etmeyecek. Savaşta ölen bütün çocukların sorumlusu Soros'tur. Bizdeki Sorosçular, Kavala'nın peşine takılanlar. Kim Kavala'nın hukuk iğfal edilerek serbest bırakılmasını istiyorsa, Ukrayna'daki ve Suriye'deki çocukların katili de odur. Kimse başka yerde suçlu aramasın. Ukrayna meselesine bakın başından itibaren Soros var. Katiller onlardır."
Normal olarak Süleyman Soylu'nun sözleri arasında anlam bütünlüğü filan beklememek gerek.
Çünkü belli ki Devlet Bahçeli'nin koltuğuna göz dikmiş ancak henüz onun gibi "6 kere 7 eşittir 42, ikisini topla 6 eder, demek ki Bay Kemal hain" tadında cümleler kuramıyor.
Soylu'nun konuşurken sözlerindeki insicamı kaçırması onun için normal sayılmalı ancak bu sefer hakkını teslim edeyim, kendi zirvesine ulaşmış bulunuyor.
Onun için de bu sözlerinin üzerine "hayır bayım, o dediğin öyle değil de böyle" diye ciddi ciddi bir şeyler söyleyebilmek mümkün değil.
Çünkü bu sözlerde vücut bulan ana fikri esasen "flatus vocis" olarak tanımlamak gerekiyor.
Umberto Eco, bu kavramı, "çok da bilgili olmayan kişilerin edebi klişe kullanımının yarattığı sonuçların saçmalığını" tarif etmek için kullanmıştı.
Flatus, Latincede, sindirim sisteminde bazı bakterilerin ölümüyle ortaya çıkan gazın, vücudumuzun dışarıya açılan yerlerinden, hafif, bazen de şiddetli bir esinti halinde dışarıya atılması eylemini tarif eden bir kelime.
Bakterilerin ölümüyle ortaya çıkan bu gazların hoş kokmadıklarını da herkes kendi kişisel deneyiminden biliyordur, benim ayrıca bunu vurgulamama gerek yok sanırım.
"Vocis" ise Latince "ses" anlamında.
Bu iki kelimenin yan yana gelerek yeni bir deyim oluşturması, kelimelerin kendi özel anlamları dışında yeni bir anlam arayışının sonucu.
Eco, kendi yarattığı bu deyimin "nesnel olarak karşılığı olmayan, boş sözler bütünü" ya da "lafügüzaf" anlamında kullanılabileceğini belirtmiş.
Bir İtalyan değil de Türk olsaydı, yeni bir deyim yaratma zahmetine girmesine gerek kalmazdı.
Atalarımızdan yadigar "osur osur ipe diz" ya da "osuruktan tayyare, selam söyle o yâre" atasözleri, "flatus vocis" ile tanımlanan kavramı tam olarak karşılamasa da okuyucunun meseleyi daha kolay kavrayabilmesi açısından yerel kültürümüze daha uygun.
Ama o zaman entelektüel bir hava yaratabilmem mümkün olmadığı için ben "flatus vocis" deyimini kullanmayı tercih ediyorum.
"Kavala, Soros, Ukrayna, Suriye'de ölen çocuklar" bağlantısı böyle bir zihni sürecin sonucunda kurulabilir ancak.
Çağdaş iktisat teorisyenlerinin en ünlüsü Recep Tayyip Erdoğan'ın yönetiminde halkımızın sekizde birinin "yardıma muhtaç" hale geldiğini, Sözcü'de Deniz Ayhan'ın haberinden öğrendik.
Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı'nın açıklamasına göre, gıda ve giyim başta olmak üzere temel ihtiyaçları devlet tarafından karşılananların sayısı 11 milyon 370 bin kişiye ulaşmış bulunuyor.
Bu, Türkiye Cumhuriyeti rekoru.
Bundan bir yıl önce aynı durumdaki vatandaşlarımızın sayısı 4 milyon 415 bin kişi idi ve hükümetimizin çabaları sayesinde bu rakamı bir yıl içinde ikiye katlamak mümkün oldu.
Rapora göre geçen yıl oturulamayacak derecede eski, bakımsız ve sağlıksız evlerin sayısı 30 bin 363 idi.
Yoksul öğrenci sayısı da bir yılda tam 90 bin kişi arttı
Geçen yıl, ilk ve ortaöğretimde okuyan 132 bin çocuğa da kırtasiye, önlük ve çanta gibi temel okul yardımında bulunuldu. Oysa bir yıl önce aynı yardımdan sadece 42 bin öğrenci yararlanmıştı.
Hükümetimiz aslında utanarak saklaması gereken bu rakamları, marifetmiş gibi gururla ilan ediyor.
Şu kadar insana, bu kadar yardım yaptık gibisinden!
Anayasa'nın "sosyal devlet" ilkesi "sadaka devleti" haline dönüşmüş ve böyle bir ülkeyi yönetiyor olmaktan hiç de utanmıyorlar.
Daha da acısı "biz gidersek bu yardımları alamazsınız" bir propaganda malzemesi haline gelmiş.
Milyonlar, kendilerini o hale düşüren politikaların sorumlularına şükran duymak zorundaymışlar gibi!
Bir tür Stockholm Sendromu bu da.
Celladına aşık olmuş kitleler.