Avusturya Başbakanı Sebastian Kurz, ABD askerlerinin çekilmeye başlaması ile birlikte ortaya çıkan Afgan göçmenler sorununa kendince harika bir çözüm yolu buldu:
“Eğer insanlar kaçmak zorundalarsa herkesin Avusturya, Almanya ya da İsveç’e gelmesindense Türkiye gibi komşu ülkeleri ya da Afganistan’ın güvenli bölgelerini kesinlikle daha doğru yer olarak görüyorum.”
İşin ilginci bu konuda Kurz ile Erdoğan’ın hem fikir olmaları.
Erdoğan hükümetinin, bu göçü durdurmaya yönelik bir faaliyeti olmadığı açıkça görülüyor çünkü.
İçişleri Bakanlığı bayramın birinci günü gazetelere verdiği tam sayfa ilanda şunu söylüyordu:
“Türkiye etrafımızdaki coğrafyada tüm olup bitenlere rağmen göçü yönetmekte, ecdadımıza, komşuluğumuza, asil milletimize yakışanı yapmaktadır. Fitneye, fesada, düşmanlığa fırsat vermeyeceğiz.”
Bakanlığın ilanına göre ülkesinden kaçmak zorunda alan insanların “başına gelenlere ses çıkarmayan, insanlıktan nasibini almamış katı kalpliler” iftira atıyorlarmış, Türkiye, sınırları duvarlar, elektro optik kuleler, sensörlü kameralar, kanallar, optik gözetleyici araçlar, radar sistemleri, insansız hava araçları ve insanlı keşif uçakları ile “göçü yönetiyor” ve dünyaya insanlık dersi veriyormuş!
İçişleri Bakanlığı’nın, “göçü engellemekten” değil, “göçü yönetmekten” söz ettiğine dikkatinizi çekmek isterim.
Türkiye’ye, İran sınırından yürüyerek ya da araçlarla gelen düzensiz Afgan göçmen sayısının ne kadar olduğunu tam olarak bilmiyoruz.
Madem göçü engellemiyor, yönetiyorsunuz, hiç olmazsa insanları sayın bari, kaç kişi oldular diye.
Göç İdaresi’nin açıklamasına göre, geçici statülü göçmen sayısı 5,5 milyon.
Demek ki Suriyeliler hariç 2 milyon geçici göçmenimiz daha var ve öyle görünüyor ki bunların çoğunluğu Afganistan’dan gelenler.
Afganistan’dan Türkiye’ye yönelik göçün şekil değiştirmeye başladığı, eskiden Avrupa’ya geçiş yolunda bir köprü olan Türkiye’nin “hedef ülke” haline geldiği de bir başka gerçek.
Ve bildiğimiz bir başa gerçek daha var ki o da bu göçmenlerin ezici çoğunluğu, bu ülkede kalıcı olacak.
Mesela Suriye’de iç savaş büyük ölçüde bitmiş olmasına rağmen Suriyeli göçmen sayısı düzenli olarak artıyor.
Sadece Haziran ayında Suriye’den ülkemize gelen göçmen sayısı 11 bin 766 işi arttı.
3 milyon 700 bin Suriyeli geçici sığınmacının 70’i, 0 – 18 yaş arası çocuk ve kadınlardan oluşuyor. (1 milyon 746 bin çocuk, 860 bin kadın.)
Geri dönmeyi “hayal eden” göçmenler, toplamın yüzde 25’ini oluşturuyor ve onların da kaçının hayallerini gerçekleştirebileceği tam bir muamma.
Nüfusumuzun yüzde 8’i tamamen farklı kültürel ve sosyal ortamlardan gelenlerden oluşuyor.
Ve bu oran azalmıyor, artıyor.
Biz istediğimiz kadar kendimizi kandırarak göçmenleri “geçici sığınmacı” olarak tanımlasak da bu insanların ezici çoğunluğu kalıcı ve nüfus artış hızları da Türkiye ortalamasının üzerinde.
Geldiğimiz noktada göçmenleri, memleketlerine geri gönderebilmek gibi bir seçeneğimiz de yok.
Her şeyden önce Erdoğan rejimi bunu yapmak istemiyor.
Öte yandan insanları hayat korkusuyla kaçtıkları ülkelere geri dönüşe zorlamak da o kadar kolay değil.
O zaman bu sorunun Türkiye Cumhuriyeti açısından yaratabileceği sorunları çözmek için etkili bir göçmen politikamız olmalı ki o da yok.
Ne kısa vadeli, ne orta vadeli, ne de uzun vadeli bir göçmen uyum programımız var.
Birçok konuda olduğu gibi bu konuda da politikamız “saldım çayıra, Mevla’m kayıra” düsturundan ibaret!
Özellikle Suriyeli eğitim yaşındaki çocuk ve kadınları hedefleyen bir uyum programı bir an önce yapılmalı.
Almanya’nın onca parasal olanağa rağmen Türkler ile ilgili uyum programlarında ne güçlüklerle karşılaştığını da unutmayalım.
Recep Tayyip Erdoğan göçmenlerin hayır dualarıyla cennetteki yerini garantilemeyi hedefliyor olabilir ama “T.C. ilelebet payidar kalacak” ise göçmen sayısının artışını durdurmak, geçici statülü göçmenleri de bu toplumla uyum içinde yaşatabilecek tedbirleri almak zorunda.
ABD Dışişleri Bakanlığı Müsteşarı Victoria Nuland, Senato’da düzenlenen “ABD'nin Türkiye politikası” oturumunda konuştu.
Nuland, Türkiye’nin, dünyada yeni mülteci krizine yol açabilecek 4 milyon Suriyeliyi Esad rejiminin saldırılarından koruduğuna dikkati çekti ve “ayrıca, Türkiye’yi dünyanın en büyük mülteci barındıran ülkesi haline getiren 3,6 milyonu Suriyeli olmak üzere 4 milyon mülteciyi desteklemeye yönelik süregelen çabalarından dolayı da minnettarız” dedi.
Minnettarlığı bununla bitmiyor tabii.
Nuland, “Türkiye’nin Kabil havaalanında güç bulundurmaya ilgi duyduğunu” söyledikten sonra bundan “ABD yönetimi olarak son derece memnun olduklarını” açıkladı.
“Bu katkı bizim, müttefiklerimizin ve ortaklarımızın, birliklerimiz geri çekildikten sonra Kabil’de güçlü bir diplomatik mevcudiyet sağlayabilmemiz için hayati önem taşımaktadır" dedi.
Ne güzel, değil mi?
Türkiye, Kabil’deki havaalanını Taliban’dan koruyacak, böylece ABD ve müttefiklerinin “bölgede güçlü diplomatik mevcudiyetini” garanti edecek.
Nuland, aynı toplantıda “Türkiye’ye yönelik yaptırımların süreceği müjdesini” de verdi.
Erdoğan’ın Kıbrıs’taki açıklamalarını da “provokatif, kabul edilemez” gördüklerini söyledi.
Ertesi gün ABD’nin Yunanistan’a 134 milyon dolarlık savunma desteği vereceği açıklandı.
Yardım, Yunanistan’ın Rusya savunma sistemlerinden ayrılması ile ABD askeri teçhizat ve askeri eğitime verilen desteğin arttırılması” amacıyla yapılacakmış.
Yunanistan’ın son bir yıl içindeki silahlanma çabasının Türkiye’ye karşı olduğu bir sır sayılmaz.
Şimdi toparlayalım:
1 – ABD, bölgedeki diplomatik varlığını korumak için Kabil havaalanını Taliban’a karşı Türkiye’nin korumasını istiyor.
2 – ABD, Türkiye’nin göçmen politikasına minnettar.
3 – ABD, Türkiye’ye yönelik askeri yaptırımlarını sürdürüyor, senatörler yaptırımların daha da sertleşmesinden yana.
4 – ABD, Türkiye’ye askeri yaptırım uygularken, Yunanistan’ın Türkiye’ye karşı silahlanmasına yardım ediyor.
Şimdi soralım: Erdoğan hükümetinin, iç tutarlılığı olan bir dış politika yürüttüğünden emin olanlar parmağını kaldırsın!