Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Yargı Reformu Stratejisi’ni açıkladı.
Önemli şeyler söyledi.
Özgürlükleri kısıtlayan tüm uygulamalara karşı devletin bütün kurumlarının duyarlı olmasını sağlayacaklarını vurguladı.
Dinlerken insana iyi geliyor.
Ama bu memlekette söylenen böyle güzel şeylere rağmen çok az şeyin değişebildiğini görecek kadar da yaşamış bulunuyorum.
İyi niyetimi muhafaza ederek söylediklerini yapmalarını bekleyeceğim.
İzlerken küçük notlar aldım, sizlerle paylaşmak istiyorum.
* Cumhurbaşkanı “ifade özgürlüğünü demokrasinin en önemli şartı olarak görüyoruz” dedi.
Demek ki sırf iktidardakiler gibi düşünmedikleri için işlerinden atılan üniversite hocaları görevlerine geri dönebilecekler diye düşündüm.
Bir bildiri imzaladı diye hapis cezasına mahkum edilen, cezasının infazına başlanan üniversite hocaları da kürsülerine kavuşacak sanırım.
Ama sakın sonradan çıkıp “onlar bildiri imzaladıkları için değil, üye olmamakla beraber terör örgütü propagandası yaptıkları için hapisteler” demeyin.
Hapisteki gazetecileri de bırakırlar mı dersiniz? Bakalım, göreceğiz.
* Cumhurbaşkanı, “Türkiye, işkence ve kötü muameleye sıfır tolerans anlayışını benimsemiştir. Sistematik işkence iddiaları artık geride kalmıştır” dedi.
Evet., bunu daha önce de duymuştuk.
İşkence ve kötü muamele belki sistematik değil ama şunu gayet iyi biliyoruz ki işkence ve kötü muamele suçlamasıyla ile yargılananları amirlerinin ve mahkemelerin koruması sistematik bir uygulama.
Sanırım, Cumhurbaşkanı’nın bu açıklamasından sonra Valiler bu tür suçların soruşturulmasına hemen izin vereceklerdir.
* Cumhurbaşkanı, “tutuklama tedbiri ölçülü uygulanacak” dedi.
Bunu hep söylüyorlar ve zaten mevcut kanunlarımıza göre de tutuklama kararı kolayca verilemiyor olmalı ama biliyoruz ki savcının eline bir düşersen, hakime derdini anlatabilmen mümkün değil.
Uygulamadaki bu olumsuzluk nasıl çözülecek, göreceğiz.
* Cumhurbaşkanı, “hakim ve savcılar için coğrafi teminat getiriyoruz” dedi.
Evet bu önemli bir adım.
Ama HSK’nın siyasi etkiye açık olmasının yarattığı sakıncaları nasıl gidereceğiz, bununla ilgili bir şey söylemedi.
HSK’nın başında Adalet Bakanı olduğu sürece, üyelerini de siyaset tayin etmeye devam edecekse yargıç ve savcılar kendilerini siyasete karşı nasıl bağımsız hissedecekler, kime ve neye güvenecekler?
Bu amaçla reform paketi çerçevesinde bir Anaya değişikliğinin de planlanmadığını gördük.
* Hukuk fakültelerinin kontenjanlarının neredeyse yarı yarıya azaltılması ve eğitim süresinin uzatılması olumlu bir adım. Mesleğe giriş sınavları da doğru bir karar. Yargıçların mesleğin başından itibaren uzmanlığa yönlendirilmesi de aynı şekilde.
* Cumhurbaşkanı, savcıların dava açarken takdir yetkilerinin geniş olacağını da söyledi.
“Yeterli şüphenin varlığı halinde kamu davası açılması zorunludur. Buradaki yeterli şüphe kavramı uygulamada basit şüphe olması, bu durumda açılan dava sayısını ne yazık ki artırmaktadır” dedi.
“Basit şüphe” kavramının “yeterli şüphe” kavramının yerini alması, önce FETÖ’cülerin marifetiyle yargıya girdi, 15 Temmuz’dan sonra bu kez partilileşen yargı ile devam etti.
Bu reform, bu durumu nasıl düzeltebilecek, göreceğiz.
Cumhurbaşkanı’nın açıklamalarından aldığım kısa notlar böyle.
Reform paketi, yasalaşmak için TBMM’ye geldiği vakit, üzerlerinde daha çok sohbet edebilme olanağı da bulacağız.
Umalım ki bu reform paketi de artık iyice benimsedikleri “torba kanunların” içine doldurulup doldurulup, hiç tartışılmadan, eksiklikleri konuşulmadan yasalaşmasın.
***
AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Ekrem İmamoğlu’ndan ismiyle söz edilmemesini, onun yerine “CHP adayı” denilmesini istediğini Abdülkadir Selvi, 10 gün önce Hürriyet’te yazmıştı.
Bunu okuduğumda “Selvi her halde kafa buluyor” diye düşünmüştüm.
Böyle düşünmüştüm çünkü bu Erdoğan’ın milleti “bidon kafa” zannettiğini gösteriyor.
31 Mart günü Ekrem İmamoğlu’na oy vererek, Binali Yıldırım’ı geçmesini sağlayan 4 milyon 170 bin 116 kişi, onun CHP ve İyi Parti’nin ortak adayı olduğunu bilmiyorlar mıydı?
Dün de Fehmi Koru’nun kendi sitesinde yazdığına göre, besleme medyanın köşe yazarlarına da böyle bir talimat verilmiş.
Benim dikkatimden kaçmış, Koru, bu talimata köşe yazarlarının sıkı sıkıya uyduğunu yazıyor.
AKP ve Erdoğan, kendisine bağlı bir medya düzeni yaratmak için bayağı gayret gösterdi.
İstiyorlardı ki medya tek sesli olsun, halk, iktidar partisi ne söylerse onu duyabilsin ve onun doğru olduğuna inansın.
Bunun için neler yapmadılar ki!
Havuzlar kuruldu, gazeteler, televizyonlar satın aldırıldı. Havuza girmeyenlere kamu bankalarından iyi koşullarda kredi sağlandı. Aydın Doğan iyice sıkıştırıldı ki gazete ve televizyonlarını satsın, aykırı sesler iyice kesilsin!
Dünyanın parası harcandı.
Damadın biraderi de işin başına konuldu ki çıkıntılık yapan da olmasın, herkes aynı telden çalsın.
Nitekim aynı manşetlere alıştık. Köşe yazarlarının aynı anda, aynı konuda, aynı şekilde yazdığını gördük. Köşe yazılarının başlıkları bile bazı günlerde aynı oldu.
Şimdi de bir emir ile Ekrem İmamoğlu’nun adını ağızlarına almıyorlar, CHP adayı diyorlar.
Şunu söyleyeyim ki boşuna bir çaba içindesiniz.
Bir kere gazetelerinizi artık kimse okumuyor. Tirajın çoğunu bedava dağıtıyorsunuz, millet leblebi külahı yapmak için bile almıyor!
Diziler dışında televizyonlarınızı da seyretmiyorlar.
Yazarlarınızın kendilerine özgü bir karakteri kalmadı. Emirle yazdığı belli olan yazarları kim okur, kim güvenir?
Partinizin seçmeni bile haber almak için muhalif gazeteleri, internet sitelerini takip ediyor.
Talimatla medya patronluğuna soyunanlar, aldıkları kredileri nasıl geriye ödeyecekler, şimdiden düşünmeye başlasalar iyi olur.
“Krediyi verdim ama şirketlerin hisselerini teminat olarak aldım” diye kendini avutan devlet bankalarının genel müdürlerine de benden selam söyleyin.
Satın alsınlar diye kredi verdiğiniz yayınların değeri, pul oldu, hisselerin hepsine el koysanız bile o krediler kapanamayacak, haberiniz olsun.
İleride size de zimmet çıkacak, maaşınızın bir bölümünü bugünden tezi yok biriktirmeye başlayın!