Polis, Suruç Katliamı’nın dördüncü yılında Kadıköy’de anma töreni için toplananlara biber gazı, plastik mermi, cop, Allah ne verdiyse saldırdı.
“Saldırdı” kelimesini bilinçli olarak kullandım.
Çünkü aslına bakarsanız normal olarak polis dediğimiz, devletin yasal güç kullanma organı bu işlerde kullanılmaz.
Medeni bir ülkede polisin görevi, bu tür gösterilerin yapılmasını güvence altına almaktır.
Zaten bu konuda Türkiye aleyhine verilmiş onlarca karar var.
Basın açıklaması yapılması, şiddete yönelmeyen protesto gösterisi, eğer idari bir karar sonucunda polis tarafından engelleniyorsa AİHM bu konudaki müracaatlarda Türkiye’yi mahkûm ediyor.
Ama görüyoruz ki polis her seferinde aynı şeyi tekrarlıyor.
Bu, devletin güç kullanma hakkının meşruiyetini kaybetmesi demektir.
Hukuk dışına çıkmış polis gücü ile mesela mafyanın silahlı adamlarının uyguladığı şiddet arasında bir fark yoktur.
İkisi de temel Anayasal hakların çiğnenmesi sonucunu doğurur, ikisi de hukuk dışıdır.
Bunu bir kenara not edelim.
Polis gücü, kendisine çizilmiş yasal sınırların dışına çıkıp demokratik bir hakkı kullanmak isteyenlere saldırırken, memleketin bir diğer köşesinde sivil bir grup, Kuzey Irak’taki Kürdistan Özerk Bölgesinden Türkiye’ye gelmiş olan turistlere saldırdı.
Gariban turistlerin suçu, kaşkollerinde Kürdistan yazması ve o “meş’um” renklerin bir arada olması: Kırmızı, sarı, yeşil!
Ve bölgenin valisi ile savcısı el ele vererek, saldırgan ırkçı faşistleri ödüllendirir gibi, turistleri karakola çektiler, sonra da sınır dışı ettiler.
Oysa daha iki yıl önce, 26 Şubat 2017 tarihinde, Mesut Barzani memleketimize geldiğinde aynı renkler bayrak olarak, bizim bayrağın yanında gönderlere çekilmişti.
O tarihin Başbakanı Binali Yıldırım (Binali Bey, unuttum sanmayın lütfen, cevapları bekliyorum hâlâ) Kürdistan bayraklarının asılmasını eleştirenlere şöyle yanıt vermişti:
“Irak anayasasına göre Kuzey Kürdistan bölgesel yönetimi özerk bir yapıdır. Parlamentosu, başbakanı, bakanları, ayrı bayrağı vardır. Ve dünyada da bu şekilde tanınır. Sanki yeni bir uygulamaymış gibi bunu gündeme getirmenin iyi niyetle izahı mümkün değildir. Türkiye, Irak’ın toprak bütünlüğüne sonuna kadar saygı duyar. Bizim bunun dışında başkaca bir diplomatik teamül geliştirmek, yeni usuller ortaya koymak gibi bir uygulamamız olmadı, olamaz.”
Vali Bey ve Savcı Bey, acaba Binali Bey için de dava açıp, sınır dışı kararı alırlar mı?
Memleketin iki ayrı ucundan iki ayrı olay bunlar.
Birinde polis yasa dışına çıkıp, vatandaşlar üzerinde şiddet uyguluyor, cezasız kalıyor.
Diğerinde başı bozuk tipler (henüz paramiliter güç denilebilecek seviyede olmadıklarını umalım), yasa dışına çıkıp, TC kanunlarının koruması altında olması gereken misafirleri tekme tokat dövüyorlar ve suçlu olan da dayak yiyenler oluyor.
Şimdi bu memlekette Recep Tayyip Erdoğan kardeşimiz Cumhurbaşkanı.
Bunu söylemem işe yaramayacak biliyorum ama yine de söyleyeceğim: Cumhurbaşkanı olsam, benim yönettiğim ülkede bu tür hukuksuzluklar yaşanmasından çok rahatsız olurdum.
Benden duymamış olun ama bu tür şeyler, kişisel tarihinize altın harflerle yazılmayacak, buna emin olabilirsiniz!
***
Ahmet Davutoğlu’nu Radyo Sputnik’teki programlarına çıkaran üç gazetecinin işlerine son verildi.
Eleştiriler üzerine radyonun genel yayın müdürü dedi ki “Ahmet Davutoğlu’nun haber değeri yok!”
Bu adamı da genel yayın müdürü yapmışlar, düşünün artık!
Memleketin saray darbesiyle devrilmiş başbakanı ilk kez konuşuyor, her gazeteci bunun haber değeri olduğunu bilir, her gazeteci bunu kendisi yapmak ister, istemeyenden şüphelenirim.
Öte yandan doğrusunu isterseniz her yayın organının böyle bir hakkı vardır: Benim yayın politikam şudur, bunları bunları kanalımda istemiyorum, şu çizgiyi geçmeyin!
Ama bunu dürüstçe açıklamak ve okuyucuyu – dinleyiciyi – izleyiciyi kandırmamak gerekir. Ahlaki olan tutum budur.
İzleyiciye hem tarafsızmış görüntüsü vermeye çalışmak hem de alttan alta yalakalık yapmak gazetecilik ahlakı ile bağdaşmaz.
Ahmet Davutoğlu’nun buna niye şaşırdığını da anlayamıyorum.
Ahmet Bey, siz de bu suçun siyasi ayağının ortaklarından birisi olarak yıllarınızı geçirdiniz. Evet, bu yapılanı eleştirin ama iğnenin ucunu azıcık da olsa kendinize de batırın.
Geçen gün baktım “Putin’in yönettiği ülkenin radyosundan demokratlık bekleyenlere şaşıranlar” da var.
Evet, elbette Putin’in radyosundan demokrat olmasını beklemiyoruz.
Ama Recep Tayyip Erdoğan’ın yönettiği ülkemizde faaliyet gösteren yayın kuruluşlarından bunu beklemeye, böyle olmasını talep etmeye hakkımız var.
“Hayır, tıpkı Putin’den olduğu gibi Erdoğan’dan da bunu beklemeyin” diyorsanız, orası başka!
Biz yine de talep etmeye devam edeceğiz ama!
***
Şimdi bir “haber” yazacağım, sinirlenmeden sonuna kadar okuyun lütfen.
Haberin başlığı şöyle: “15 Temmuz şehitlerinin katili tanıdık çıktı!”
Bu da spotu: “15 Temmuz günü demokrasi için sokaklara dökülen vatandaşlarımızın üzerine kurşun sıkan el, MHP’nin ittifak yaptığı AKP’ye uzandı. Darbeci Mehmet Dişli, AKP’li eski milletvekili, parti yöneticisi, büyükelçi Şaban Dişli’nin kardeşi!”
Okuyunca en serinkanlı olanlarınızın bile “yuh artık, bu Mehmet de iyice kafayı yedi” diyeceklerini tahmin ediyorum.
Serin kanlı olmayanlar kim bilir neler diyorlardır.
Ama arkadaşlar, bu haber aynen bu şekilde, havuz gazetesinin birinci sayfa manşetinde yayınlandı.
Şöyle: “Şehidimizin katili tanıdık çıktı. Erbil’de diplomatımıza kurşun sıkan el, CHP ve İYİ Parti’nin ittifak yaptığı HDP’ye uzandı: Tetikçi Dağ, HDP’li milletvekili Dersim Dağ’ın ağabeyi.”
Sizce bir haberi böylesine çarpıtmak, halk arasında düşmanlık yaratmayı amaçlıyor olabilir mi?
İnsanları kışkırtıp, HDP, CHP, İyi Parti binalarına, üyelerine saldırtmak mı amacınız?
Bu yüzden birilerinin canı yanarsa bundan zevk alacak derecede vampirleştiniz mi?
İktidar uğruna ahlaki bütün sınırlarınızı kayıp mı ettiniz?