Başlıktaki bu söz 1992 yılında Bill Clinton’a seçim kazandıran slogandı.
Clinton’un kampanya yöneticilerinden James Carville’in bulduğu bu slogan, büyük bir afiş halinde Clinton’un kampanya bürosunun üzerine asılmıştı.
"Ekonomi, aptal!"
Koronavirüs ile mücadele için ilan edilen yasakların hızla gevşetilmesinin nedenini merak eden bir arkadaşıma bunu söyledim, kalbi kırılmasın diye sondaki "stupid" kısmı hariç tabii!
Erdoğan yönetimi, Koronavirüs ile mücadelede "hibrit" bir yol seçti.
Evinde kalıp, sokağa çıkmadan yaşamlarını ya da işlerini sürdürebilecek tuzu kurular için karantina, işini kaybetmemek için her gün çalışmaya gitmek zorunda olanlar için sürü bağışıklığı!
Zaten salgından sonra ilk attığı nutukta da üretimin durmasını göze alamayacağımızı, ihracatı ihmal edemeyeceğimizi, fabrikaların işlemek zorunda olduğunu söylemişti, hatırlarsınız.
Böylece Türkiye’de yaşayan insanların bir bölümü evine kapandı, virüsten korunmaya gayret etti.
İşçiler, memurlar, esnaf ekonominin çarkları tamamen durmasın diye bile isteye virüs ile baş başa bırakıldı.
Ve dünyanın en büyük 20 ekonomisinden birine sahip olan ülkeler içinde sadece Türkiye, vatandaşlarına, vatandaşın parasıyla hava attı.
Banka kredileri, vergi ötelemeleri, işsizlik fonu kaynakları paketlenip, sanki devlet vatandaşlarına bir lütuf yapıyormuş gibi sunuldu.
Salgının hızı yavaşladı ve hükümetin ilk işi alışveriş merkezlerini falan apar topar açmak oldu.
Cumhurbaşkanı, alışveriş merkezlerinin açılacağını söylerken, Sağlık Bakanı, "Zaten biz kapatma kararı almamıştık, kendileri kapatmıştı" diyerek sorumluluğu da bir kez daha vatandaşların üzerine attı.
Erdoğan yönetiminin yapmak istediği şey çok açık:
Salgının tamamen geçmesini ve etkisini kaybetmesini beklemenin ekonomik maliyetini bu yönetimin bütçesinin taşıyabilmesi mümkün değil.
Ekonomi bir an önce açılmalı ki işsizlik ödemeleri dursun. Vergi ötelemeleri bitsin.
Bu süreç içinde alışveriş merkezlerine özel vurgu yapmalarının nedeni de yine ceple ilgili: Mevcut AVM’lerin sahiplerinin çoğu AKP müteahhidi!
Böylece bir AVM açılışı, birçok kuşu yere indirmeyi hedefliyor.
Kapalı kalan işyerlerinde çalışanlara ödenecek işsizlik ödenekleri hazinede kalacak, AVM ortakları kiralarını almaya yeniden başlayacak.
Bu arada AVM kiracısı durumunda olan perakende şirketleri de kendi başlarının çaresine bakacaklar tabii.
Bütün bu gelişmenin bir tek sonucu olacak: Eğer virüs bir mutasyon geçirip kendi kendini imha eder hale gelmez ise, Türkiye ikinci dalgayı sürü bağışıklığı yöntemiyle karşılayacak!
Sürü bağışıklığı kazanılana kadar hastanelerimizin fiziksel durumu, bu dalgayı karşılamaya yeterli görünüyor. En azından birinci düzeyde böyle bir sıkıntı yaşamadık.
İhmal ettiğimiz şey ise sağlık personelinin dinlenme ihtiyacı!
Sürü bağışıklığı kazanılana kadar (ki nüfusun yaklaşık yüzde 60’ının virüs ile tanışması anlamına geliyor) hastalanıp sağ kalanlar bizim olacak, hayatını kaybedeceklere şimdiden Allah rahmet eylesin!
Salgın geçtikten sonra bir cuma, bütün camilerimizde hepsinin ruhuna göndermek üzere Yasin okuturuz ki huzur içinde bir kabir hayatları olsun!
Ekonomik olarak köşeye sıkışmış durumda olan Erdoğan yönetiminin, yapabileceği başka bir şey yok zaten.
İkinci dalgayı engellemek için çok kontrollü bir açılışı karşılayacak para kalmadı.
Bu nedenle ikinci dalgadaki kayıplarımızı normal zayiat kabul edip, önlerine bakacaklar.
Kim bilir, bakarsınız virüs mutasyon geçirir, çekirge sıçrar ve bu dalgadan kurtuluruz.
Dileyelim ki öyle olsun.
Dün havuz gazetesi, salgın nedeniyle konulan bazı kuralların gevşetilmesi ile ilgili olarak Sağlık Bakanı’nın yaptığı açıklamalarını bu başlıkla sayfalarına taşımıştı.
Okurken gerçekten hoşuma gitti, bu başlığı bulan sayfa sekreteri meslektaşımı kutlarım.
Çünkü bu başlık sadece salgın ile mücadele için değil, hayatımızın her alanındaki özgürlüklerimiz için kullanılabilecek kadar anlamlı.
Erdoğan rejiminde bu başlık, bir motto olarak aklımızda bulunmalı: Özgür ama tedbirli!
* Basın özgür tabii ama tedbiri elden bırakmayacaksın.
* İsteyen kendi istediği hayatı da yaşar, kimse karışamaz ama sen yine de tedbirini al!
* İfade özgürlüğü tabii ki var ama tedbirli olacaksın!
Geçen gün bir okuyucum, Şair Eşref’in bir dörtlüğünü hatırlattı: "Devr – i istibdadda söz söylemek memnu idi.
Söyler isen ağlatırlardı ananı.
Şimdi devr – i hürriyetteyiz, kaide değişti.
Önce söyletirler, sonra ağlatırlar ananı."
(Son mısrada bir kelimeyi değiştirdim, tedbiri elden bırakmamak gerek!)
Buna da şükretmeliyiz belki ama Brezilya dizisi gibi bir ülkemiz var.
Kaç bölüm geçerse geçsin, hiçbir şey değişmeyen bir dizi film gibi.
Rahmetli Şair Eşref, 1846 – 1912 yılları arasında yaşamıştı.
Bugün de yaşasa benzer dörtlükler yazardı gibi geliyor bana.
Başka kentlerde de aynı tablo var mıydı ama dün İstanbul, tatlı bir telaş içindeydi.
Rahmetli anneannemde bayramlardan önce gördüğüm telaşa benzer bir tatlı heyecan!
Alışveriş merkezlerinin, berberlerin falan pazartesi gününden itibaren faaliyete geçebileceklerini duyan herkes sokaklardaydı.
Alışveriş merkezleri açılırken geri kalmamak için cadde mağazaları da açılış hazırlığındaydı. Vitrinler düzenleniyor, sabunlu sular mağazalardan kaldırımlara taşıyordu.
Boğaz’daki trafik normal bir gündeki gibiydi.
Benim gibi birkaç "tırsık" dışında maskeli olan da yoktu!
Sıkı sıkıya uygulanan tek kural sahilde yürüyüş yasağıydı ki bu hâlâ niye yasak izahını bilen birisi olduğunu da zannetmiyorum.
Yani kapalı alışveriş merkezlerinde dolanmak serbest, rıhtımda, parklarda açık havada gezinmek yasak!
Tuhaf ama gerçek!