Suç örgütü yöneticisi Sedat Peker'in yayınladığı son video, faili aslında hiç de meçhul olmayan bir "faili meçhul cinayeti" gündeme getiriyor.
Peker, videoda Kutlu Adalı'nın Kıbrıs'ta öldürülmesi işi için önce kendisine gelindiğini açıkladı.
Bu iş için dün Fethiye'de "ruhsatsız silah bulundurmak" suçlamasıyla göz altına alınan kardeşi Atilla Peker'i önerdiğini söyledi.
Şöyle anlatıyor:
"Biz o zaman Mehmet Ağar, Korkut Eken hep beraberiz... Genciz, vatanseveriz.. Bana genelde iş adamlarını yönlendiriyorlar, faili meçhullerden ziyade. Onları da anlatacağım. Bana dedi ki, 'Kıbrıs'ta bir adam var, Kıbrıs'ı Rumlara satmak istiyor. İki profesyonel' dedi. Dedim sana öz kardeşimi vereceğim, Atilla Peker'i. Uzmandır, sokaklarda yetişmiştir. Biletlerden bakabilirler. Yüce Allah o insanın kanını bize nasip etmedi. Aradan zaman geçti, döndüler üç dört gün sonra. Denk gelinemedi. Korkut abiyle konuştuk. Dedi sonra gideceğiz. Onlara bağlı başka bir ekip öldürmüş. Karşılaştık Korkut abiyle, 'Halloldu o iş' dedi."
Belki hatırlarsınız, "Susurluk Çetesi"; sahte kimlikle gezen suçlu Abdullah Çatlı, milletvekili Sedat Bucak, polis müdürü Hüseyin Kocadağ ve Gonca Us'un içinde bulunduğu Mercedes'in, Susurluk'ta bir kamyona çarpması ile ortaya çıkmıştı.
Radikal dışındaki bütün gazetelerde sıradan bir trafik kazası gibi verilen haberin içindeki sırrı Radikal'in o gece nöbetçi haber sorumlusu Ertuğrul Mavioğlu keşfetmişti: Mehmet Özbey kimlikli adam, Abdullah Çatlı!
Benim konuyla ilgili ilk yazımın başlığı da şuydu: Gladio kamyona çarptı!
Korkut Eken'in ismi de o günden sonra Susurluk Çetesi ile ilgili haberlerin merkezinde yer alacaktı.
"Bazı dostlarım"ın "tehlikeli adamdır, bu işleri kurcalama" diye beni uyardığı Korkut Eken.
Peker'in sözünü ettiği Korkut Eken'in ismini kamuoyu bu işin peşini hiç bırakmayan Radikal sayesinde ezberlemişti.
Kıbrıs'ta 1996 yılında öldürülen Kutlu Adalı, Kıbrıs'ı Rumlara satmak istemiyordu elbette.
Katledilmesine neden olan şey St. Barnabas Manastırı'nın silahlı kişilerce basılıp, içindeki müzenin soyulmasını takip etmesi ve bulduğu ipuçlarının onu Kıbrıs'taki özel harekatçılara götürmesiydi.
Gazetesinde bu soygunun ardındaki gücü deşifre etmeye çok yaklaşmıştı.
Susurluk kazasından sonra yaşanan gelişmeler, zamanın Başbakanı Mesut Yılmaz'ın Kutlu Savaş'a yazdırdığı raporda anlatılanlar, Peker'in bu konuda yalan söylemediğini düşündürtüyor.
Sedat Peker'in sözünü ettiği isimlerin hepsi o raporda da bu olayla bağlantılı olarak yer alıyordu.
Sedat Peker'in ekstra olarak sunduğu isim ise eski Başbakan Binali Yıldırım'ın oğlu Erkam Yıldırım!
Peker eski defterlerini açtıkça kim bilir daha hangi isimleri duyacağız.
Merak ettiğim şu: Bir savcı harekete geçecek mi? Bir savcı bu dosyayı yeniden açacak mı?
Avrupa Yolsuzluğa Karşı Devletler Grubu'nun (GRECO) "Milletvekilleri, hakim ve savcılarla ilgili yolsuzluğun önlenmesi" başlıklı raporuna göre Türkiye, Avrupa Konseyi'nin yolsuzlukla mücadele tavsiyelerine en az uyan ülke oldu.
GRECO'nun tavsiyelerinin yüzde 74,2'si hiç yerine getirilmemiş, yüzde 19,4'ü kısmen yerine getirilmiş.
Türkiye, 46 ülkeyi kapsayan bu raporda sonuncu!
Şaşırmamış olduğunuzu tahmin ediyorum.
Tersi olsaydı, hepimiz çok şaşırırdık, buna da eminim.
Hatırlarsınız, Ahmet Davutoğlu, Başbakanlığı döneminde şeffaflık ve yolsuzlukla mücadele konusunda bazı adımlar atmak istemiş, ancak Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan tarafından "böyle yaparsanız çalışacak Belediye Başkanı bulamazsınız" denilerek durdurulmuştu.
Davutoğlu'nu deviren Saray darbesinin nedenlerinden birinin de yolsuzluklarla mücadele konusundaki "uyumsuzluk" olduğu bir sır sayılmaz.
Yolsuzluklar ile mafyatik oluşumlar bir elmanın iki yarısı gibidir, birbirinden ayrılmazlar.
Onun için bizimki gibi ülkelerde mafyatik yapılanmaların yaygınlığı da, yolsuzlukların önlenemiyor olması da işin doğası gereğidir.
Böyle ülkelerde yargının da bu düzenin bir parçası olması kaçınılmazdır.
Hem yolsuzluk yapanların hem de mafyanın rahatça sanatlarını icra edebilmeleri böylece mümkün olur.
Gözünü kapayan savcılar, direktiflere göre karar veren yargıçlar bu sistemi tamamlar.
Nitekim, GRECO'nun bir önceki raporunda da milletvekilleri ile yargı mensupları arasında yolsuzluğun önlenmesi için hükümetin somut önlemler almadığı eleştirisi yapılmış ve "genel anlamda durumun tatmin edici olmadığı" belirtilmişti.
Hatırlarsınız, uyuşturucu baronu Zindaşti'nin elini kolunu sallayarak çekip gitmesinin ardında Covid-19 nedeniyle hayatını kaybeden bir AKP milletvekili ile bir yargıcın işbirliği vardı.
Sedat Peker'in açıklamalarından öğreniyoruz ki AKP'li bir başka milletvekili de mafyayı, şiddet yaratmak amacıyla kullanmış. Dövdürülen eski milletvekili, basılan gazete, dövdürülen gazeteciler.
O olayların faillerinin hepsinin mahkemeden ellerini kollarını sallayarak rahatça çıkıp gitmelerinin nedeni de yargıç ve savcıların, siyasetten aldıkları emirle, mafyaya göz yummalarıydı.
Her şey, "politikacı – mafya – yargı" üçgeninin içinde olup bitiyor.
Bu üçgenin bir tek amacı var: Yolsuzluk düzeninin sürüp gitmesini sağlamak!
Arada sırada Sedat Peker olayında olduğu gibi lastik patlıyor ama çark başka aktörlerle işlemeye devam ediyor.
Yolsuzlukların, bütün kötülüklerin anası olmasının nedeni budur.
Afyon - Kütahya bölgesine hizmet etmesi için Yap İşlet Devret (YİD) yöntemiyle yapılan Zafer Havalimanı'nda 2021 yılı için taahhüt edilen yolcu sayısı 1 milyon 317 bin kişi.
Yılın ilk dört ayında bu havalimanından 61 yolcu uçağa binmiş ya da inmiş.
Hadi diyelim ki pandemi nedeniyle insanlar uçağa binmekten korktular, bu yıl onun için yolcu sayısı düşük çıktı.
Bu havalimanına inebilecek normal uçaklar, tek kabinli ise 190 yolcu taşıyabiliyor. Uçakta Business bölümü de var ise bu rakam düşüyor, biz Business bölümünün olmadığını var sayalım.
Bu durumda taahhüt edilen yolcu sayısını taşıyabilmek için yılda 6 bin 931 uçak gerekiyor.
Bu da günde 19 uçak demek. On uçak inecek, dokuz uçak kalkacak ve bütün uçaklarda boş koltuk kalmayacak.
Afyon ve Kütahya'nın toplam nüfusu şu anda 1 milyon 300 bin kişi civarında.
Yani bu iki ilimizde yaşayan her birey, yılda bir kere uçağa binmeli ki havaalanı için verilen yolcu garantisi rakamına ulaşılsın.
Bu havalimanını, yapımcı şirket 29 yıl 11 ay süresince işletecek.
Ve her yıl eksik kalan yolcu sayısı kadar parayı Hazine'den tahsil edecek.
Afyon – Kütahya – Uşak bölgesinde nasıl bir nüfus artışı ve buna bağlı yolcu sayısı artışı hesaplanmış olmalı, düşünebiliyor musunuz?
Bu basit bir memurun hesaplama hatası mıdır, yoksa kamu kaynaklarının iş yapıyoruz görüntüsü altında bazı şirketlere bahşedilmesi mi?
Bu işe onay verip, ihaleyi yapanlar, ilgili bakandan başlayarak bunun hesabını açıklayabilir mi?
Havalimanının temeli atılırken Çevre ve Orman Bakanı olan Veysel Eroğlu, havalimanının yapılmasıyla birlikte "Kütahya, Afyonkarahisar ve Uşak'ın, sadece Türkiye'de değil, dünyada kaplıca turizminin, termal turizmin, sağlık turizminin, kongre turizminin başkenti olacağını" söylemiş.
Aynı şeyi havalimanını hizmete açarken o vakit sıfatı Başbakan olan Recep Tayyip Erdoğan da vurgulamış: Avrupa ülkeleri yapılacak anlaşmalarla kendi vatandaşlarını termal turizmden istifa etmek üzere Türkiye'ye gönderecekler!
Ancak bu kadar yolcuyu yatıracak otel yok, orası ayrı mesele tabii.
Temel atılırken "eski Ulaştırma Bakanı" sıfatıyla Binali Yıldırım, "kaynakları israf etmemek için" bu havalimanının iki kentin ortasındaki bir bölgeye yapıldığını anlatmış.
Fıkra gibi!
Bu havalimanı, her şeyiyle Türkiye'de yandaş müteahhit zengin etmenin tipik bir örneği.
Bu özelliğiyle bir üzerine bir belgesel çekilmesini hak ediyor.
Benim merak ettiğim ise havalimanına bol keseden verilen yolcu garantisinden gelen zenginliğin nasıl paylaşıldığı.
Bat tutan parmağını yaladı mı, yoksa yalamakla bitmedi de kavanozu da mı kaldırıp, eve götürdüler?