Mübarek Ramazan ayı gelince memleketimiz insanlarının zekâsına bir haller oluyor.
Hayır, bunun oruç ile filan ilgisi yok.
Oruç, insanın nefsini terbiye etmeye yönelik bir ibadet, düşünme yeteneğimizi niye yok etsin?
Şu yaşıma geldim, hayatta en çok duyduğum soru şu: Yanlışlıkla su içersem orucum bozulur mu?
Bildiğim kadarıyla nüfus artış hızımız, bilgilerimizin zaman içinde sıfırlanma hızından daha yavaş ve hâlâ bu soru sorulabiliyor.
Ve Allah (c.c.) hepsini bildiği gibi yapsın, bu soruları yanıtlayan hocalar da bir âlem!
Çiğnenmiş sakızın orucu bozmayacağını söyleyen de var, döviz artınca sevabın artacağını söyleyen de!
Allah (c.c.) sizi inandırsın, üşenmedim ve ulaşabildiğim İslami kaynaklarda “sevap” bahsine göz attım.
Yaptığınız nakdî ya da ayni yardımların büyüklüğü ile kazanacağınız sevap arasında doğrusal bir ilişkiye işaret eden ayet, hadis vs. bulamadım. Bilenler varsa lütfen bana da göndersinler.
Bunun üzerine çalışıp bir hayır – sevap tablosu yapabilirim, matematiğim de fena sayılmaz.
Hatta bir sevap endeksi bile oluşturabiliriz: Her bir ABD dolarının kazandıracağı sevabı bir birim olarak kabul eder, döviz kurundaki dalgalanmaları bir matriks halinde bu tabloya işleyebiliriz.
Neyse, sizlerle sohbet etmek istediğim konu bu değil.
Rahmetli Yakup dedem, hangi camide sözü kuvvetli bir hoca var, araştırır, bulur ve onu takip eder, eline geçirdiği zaman beni de götürürdü.
Şöyle bir hadis hatırlıyorum: (Gerçi bu yazıyı yazarken kontrol ettim, yalan söylemiş olmayayım. Bu hadisi Buhari aktarmış.)
“Her kim yalan söylemeyi ve yalanla amel etmeyi bırakmazsa, o kimsenin yemesini içmesini bırakmasına Allah’ın (c.c.) hiçbir ihtiyacı yoktur.”
Başta Binali Bey kardeşimiz (tabii onun da başında birisi var, adı lazım değil) olmak üzere AKP adına orada burada konuşan Müslüman kardeşlerimizi uyarmak ve doğru yola çağırmak boynumun borcu! Bunu yapmazsam, ben de onlar kadar sorumlu olacağım:
Arkadaşlar, gözünüzü seveyim, oruç ağızla yalan söylemeyin!
Ve şunu da hatırlatırım ki bu iş, iftar ile sahur arasında cima etmek gibi değil. İftardan sonra da yalan söylememeniz gerekiyor!
Normal olarak zaten yalan söylememelisiniz ama hadi diyelim ki takiye filan, kitaba uydurmak mümkün ancak oruçluyken olamıyor!
Diyorsunuz ki “seçim yenileniyor çünkü oyları çaldılar!”
Bakın açık söylüyorum, boş yere aç kalıyorsunuz.
Oylar çalınmadı, YSK’ya yaptığınız şikâyette de çalındığı ile ilgili bir iddianız olmadı.
Benim Ramazan ayını kolay geçirmem nasıl ki kafama göre bir hoca bulmuş olmamdan kaynaklanıyorsa, siz de kafanıza göre bir YSK buldunuz, sonucunu beğenmediğiniz bir seçimi iptal ettirdiniz.
Ama bu oy çalındığı için olmadı!
Sizin kontrolünüz altındaki İçişleri Bakanlığı memurlarının, emrinizdeki Adalet Bakanlığı memurlarına verdiği listedeki katakulliler bu işe yol açtı.
Hem ahlaka hem kanuna aykırı işler çevirdiniz, seçimi iptal ettirdiniz.
Siz şimdi hatırlamak istemiyor olabilirsiniz ama ben gayet iyi hatırlıyorum.
Bu ülkenin en tepe yöneticisi olan zat, İstanbul seçimlerinde usulsüzlükler yapıldığını, bu usulsüzlüklerin kamera ile tespit de edildiğini, itirazlarda bu kamera kayıtlarının da delil olacağını söylemişti.
Hani nerede o kamera kayıtları?
Kabataş’ta kameraları yiyip, kayıtları yutan, üstleri çıplak deri pantolonlular, bu kayıtları da mı yedi yoksa?
Bakın, uyarıyorum: Orucunuz boşa gider.
Seçim oy çalındığı için değil, siz sonucunu beğenmediğiniz için iptal edildi.
Yalan söylemekten vaz geçin, vallahi Allah (c.c.) çarpar!
***
Yeniçağ gazetesi yazarı Yavuz Selim Demirağ, evinin önünde önceden planlanmış bir saldırıya uğradı, neredeyse ölüyordu.
Polis kamera kayıtlarından filan araştırdı, saldırganlardan 6’sını yakaladı.
Olaya karışan yedinci kişi neden yakalanamadı, o kimdi ya da kimler tarafından korunduğu için sırra kadem bastı bilemiyoruz.
Ama altı saldırgan ele geçti ve Ankara’daki savcı tarafından “dayak yiyenin hayati tehlikesi olmadığı” gerekçesiyle serbest bırakıldılar.
Yalandan da olsa bir mahkemeye çıkarılmalarına gerek görülmedi.
Niye? Dedim ya “dayak yiyen ölmemiş ya da ölmek üzere değil”. Saldırganlar da “trafikte takıştık, onun için dövdük” demiş!
Bu durumda söylenecek çok söz var.
Üstelik AİHM kararlarına göre bu sözleri çok sert kelimeler arasından seçebilirim, hatta eleştiriyi de aşıp, hakarete varabilirim yine de elimi kolumu sallayarak gezerim!
Ama gördüğünüz gibi bunu yapamıyorum.
Çünkü her ne kadar böyle AİHM kararı da olsa, Yargıtay ve Anayasa Mahkemesi kararları, “söz ve ifade özgürlüğümü” koruyucu mahiyette onlarca karar vermiş de olsa, savcıya yan bakamam.
Savcıyla hâkim ikilisi el ele verir, beni içeri bir tıkarlar, yazı orada geçiririm.
Hapiste “keşke savcıyı yazıyla eleştireceğime, trafikte öldüresiye dövseydim, o zaman bırakırlardı” diye başımı duvarlara vurmak zorunda kalırım.
Bu memlekette kalem, sopadan her zaman daha tehlikelidir, değil mi Savcı Bey?