Cumhurbaşkanı seçimi için adaylar belirlenene kadar, bu havanda su dövmeye devam edeceğiz.
Nitekim önceki gün CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun, internetten yayın yapan Karar TV’de, Taha Akyol ve Elif Çakır’ın sorularını yanıtlarken üzerinde durduğu birçok konudan kamuoyunun gündemine en çok taşınanı, Ankara ve İstanbul Belediye Başkanları’nın Cumhurbaşkanı adaylığı konusunda söyledikleri oldu.
Kılıçdaroğlu, seçime daha 20 ay varken bir aday belirleyip, öne çıkarmanın manasızlığının elbette farkında.
Onun için de aslında top çeviriyor, belediyelerdeki hizmetlerin kesilmemesinden filan söz ediyor.
Bunda bir sakınca yok. Elbette elini açması ve bugünden bir aday belirleyip, aslanların önüne atması saçma olurdu.
Ancak seçim için aday belirlenmesi gündeme geldiğinde yeni bir “Ekmek için Ekmeleddin” olayı ile karşılaşmayacağımızı da bugünden söyleyemiyorum.
Ancak şunu söyleyebilirim: Recep Tayyip Erdoğan’ın anketlerde eski oyunu alamıyor olmasına güvenerek, “liderlerin sözünden çıkmayacak, ülkeyi ittifak liderleriyle birlikte yönetecek” bir adayı ortaya sürmek, Erdoğan’a aradığı fırsatı vermek olur.
Beğensek de beğenmesek de bugünkü Türkiye’nin gerçeği, güçlü yetkilerle donatılmış bir tek adam yönetiminin Cumhurbaşkanı’nı seçecek olmamız.
Meral Akşener’in “seçelim, temsili görev yapsın, yardımcısı onun yetkilerini Başbakan gibi kullansın” tezi, bu gerçeği ihmal ediyor.
Üstelik unutmayalım ki Cumhurbaşkanı Yardımcısı sıfatını taşıyacak o kişi “atanmış” olacak, “seçilmiş” değil!
Davul kimin boynundaysa, tokmağın da onun elinde olmasını gerektiren bir sistem bu.
Bu Anayasal gerçeği yok sayarak, fantezi peşine düşmek, Erdoğan’a “bir beş yıl daha buyur sen yönet” demenin Türkçe olmayan versiyonu olabilir.
Kılıçdaroğlu, seçilecek Cumhurbaşkanı’nın yetkilerini kullanırken, liderlerle birlikte hareket etmesi gereğinden de söz ediyor.
Bu seçilecek Cumhurbaşkanı, Türkiye’yi yönetmesin, yetkilerini bizimle paylaşsın demek.
İttifak, eğer ortak bir aday belirleyecek ise önce iktidarı alınca neleri yapacağını genel ilkeler çerçevesinde, sonra da daha kapsamlı uygulama politikaları şeklinde tespit etmiş olmalı.
Elde böyle bir yol haritası olduğu zaman yetkilerini bu doğrultuda kullanmayan, bundan sapmaya çalışan Cumhurbaşkanı’nı yola getirecek güç de TBMM’nin elinde var.
Liderler, Türkiye’de idare ve yargıdaki tahribatın restorasyonunu da gerektiren işleri içinden çıkılmaz günlük pazarlıklarla yürütebileceklerini sanıyorlarsa feci halde yanılıyorlar.
Seçilecek ortak adayın, ittifak protokolüne ve uygulama planlarına uymasını sağlamanın yolu güçlü TBMM’den geçiyor.
Bugünkü TBMM çoğunluğu elindeki gücü gönüllü olarak Recep Tayyip Erdoğan’a vermiş durumda.
Millet İttifakı liderlerinden şimdi beklememiz gereken, TBMM’de güçlü bir çoğunluğu elde etmeye de odaklanmalarıdır.
Güçlü TBMM, yenisi de seçilse, eskisi de seçilse Cumhurbaşkanı’nın bazı olağanüstü yetkilerini kullanmasını denetleyebilir.
Evet, bugünkü sistemimiz güçler birliğine dayanıyor ancak kendi gücüne sahip çıkacak bir TBMM, dengenin sağlanmasında önemli bir mesafe alınmasını sağlayabilir.
Dikkat çekmek istediğim meselenin kişilerle alakası yok.
Ancak bu kişilerin önemli olmadığı anlamına da gelmemeli.
İstanbul ve Ankara Belediye Başkanları, pek ala Cumhurbaşkanı adayı olabilirler.
Zaten elleri kolları bağlı durumdalar.
Belediye Meclisleri AKP’li bir adayı seçebilirler. Bunda Anayasal bir sakınca yok.
Ama onlara iş yaptırmamayı ve seçildiğine pişman etmeyi de AKP “hukuk” haline getirdi, bunu da unutmayalım.
Uyduruk sebeplerle görevden alınan belediye başkanlarının yerine kayyım atama meselesine hiç girmiyorum.
Hepsi olmasa da bazı araştırmaların manipüle edildiğinden de kimse kuşku duymasın.
Bu araştırmaların sonucuna bakarak bugünden “galip – mağlup” hesapları yapılmamalı.
Ancak en kötü araştırmanın bile bir eğilim gösterdiğini de ihmal etmemek lazım.
Parti liderlerinin çevresinde yuvalanmış, siyasi geleceğini partinin genel başkanına bağlamış politikacıların sayısının her partide az olmadığını da biliyoruz.
Lider, bu tür kişilerin gazına gelmeyen kişidir.
Bakalım önümüzdeki 20 ayda bu liderlik sınavından, kim, kaç puan alacak?
***
Recep Tayyip Erdoğan, sağlık sorunları yaşadığına ilişkin bazı paylaşımlar yapanlar hakkında suç duyurularında bulundu.
Kaç kişinin bu suç duyuruları çerçevesinde gözaltına alındığını, karakola ya da savcılığa çekildiğini henüz bilmiyoruz.
Ancak öğrendiğimiz şu ki Cumhurbaşkanı “dosta güven, düşmana korku salmaya” devam ediyor, yürüyebiliyor, basketbol bile oynayabiliyor.
Fahrettin Bey’in hoşuna gitmeyecek ama yaptığı iş doğru bir iletişim stratejisi değildi.
Bir delinin ya da kötü niyetli bir kişinin ortaya attığı bir iddiayı, bu şekilde yanıtlamak aşırı ciddiye alındığını gösteriyor.
Bir kere böyle bir suç nasıl olabiliyor, onu ben TCK’da aradım, aradım bulamadım.
Muhtemelen savcılar, Cumhurbaşkanlığı makamına hakaret, halkı paniğe sevk etmek filan gibi suçlara yüklenecekler ama bu sersemce haberler nedeniyle paniğe kapılan bir kişiye rastlamadığım gibi, kendi çevremde sevinip, zil takana da tanık olmadım.
“Kanunsuz suç ve ceza olmaz” diye taaa Roma’dan beri gelen bir evrensel hukuk ilkesi var ama bizim memleketin savcıları ve partili hâkimleri, bu sorunu aşacak bir yöntem bulacaklardır; iddiaya girerim!
Bu tür dedikodular kolayca yayılma olanağı bulabiliyor çünkü “ medya ortamı” buna yol açıyor.
AKP, medyayı ele geçirirken muhalefete propaganda için alan bırakmamayı hedeflemişti, bunda başarılı da oldu ama ihmal ettiği şey şu ki artık eski medya düzeni de yok.
Birincisi gazetelerinizin ve televizyonlarınızın inandırıcılığı neredeyse sıfır!
Gerçek habere ulaşmak, gerçeği öğrenmek isteyen kimse artık o medyaya bakmıyor.
Sosyal medyayı ve online gazeteleri de baskı altına alma çabaları ile de bu sorunu çözemezsiniz.
Sosyal medyaya çeki düzen verecek şey, baskı kanunları çıkarmak değildir.
Doğru haberin orada değil, geleneksel medyada olduğuna insanlarımız yeniden inanmaya başladıklarında bu sorun kendiliğinden çözülür.
Radyonun vermediği, ciddi gazetelerin, ciddi internet gazetelerinin yayınlamadığı bir haberin gerçek olmadığını herkes ancak o zaman anlayabilir.
Şu anda bildikleri şu: İktidarın gazete, radyo ve televizyonlarının yaptığı iş haber vermekten daha çok haber saklamak, propaganda yapmak.
Öte yandan Cumhurbaşkanı’nın bazen yürümekte zorluk çekmesi, konuşurken uyuyakalması gibi olaylar ciddi bir sağlık sorununa işaret etmiyor bile olsa, yok sayılmamalı.
Nedeni kamuoyuyla paylaşılmalı ki bu tür olaylar üzerinden spekülasyonlar engellenebilsin.
Sonuç olarak bu videolar viral olarak yayılıyorlar ve bunların ardındaki gerçeği açıklamak, insanları savcılığa çekmekten daha etkili olur, ben söylemiş olayım.