AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan, partisinin grup toplantısında "sığınmacıları kovan değil, kucaklayan" bir iktidar olduklarını söyledi.
Önceki gün "Suriyeli kardeşlerimizin gönüllü ve onurlu geri dönüşü için elimizden gelen gayreti gösteriyoruz" demişti.
Ben de dünkü yazımda "nasıl bir gayret gösterdiklerini açıklamadığını" yazmıştım.
Dünkü konuşmasında bunu da öğrendik.
"Kuzey Suriye'deki briket ev inşaatı bittikten sonra o bölgede huzurlu ve güvenli bir ortam sağlandıktan sonra sığınmacılar zaten kendileri gönüllü olarak oraya dönecektir" diye açıkladı.
Diktiği dikenlere takılacak koyun yünlerini eğirip, satarak borcunu ödemeyi hayal eden Nasreddin Hoca fıkrasının bir türevine benziyor bu söylediği.
Briket evler yapılacak, ondan sonra hepsi gönül huzuru içinde evlerine dönecek!
Hafta başında havuz gazetesinin muhabiri Fatma Göksu'nun bir haberi yayınlandı.
Haberin başlığı şöyleydi: Türkiye, İdlib'de 60 bin briket evle insanlık destanı yazdı!
Bu iki yıllık bir süre içinde ulaşılan rakam.
Ülkemizde 4 milyona yakın Suriyeli sığınmacı var, beşer kişilik haneler olduğunu varsayarsak 800 bin briket ev lazım demektir.
Evlerin yanı sıra okul, cami gibi sosyal amaçlı tesisler de yapılıyor, onları da üzerine ekleyin.
Bir ham hayal yani!
Bilimsel araştırmalar gösteriyor ki Suriye'de hayat normale döndükten sonra dahi sığınmacıların yüzde 20 – 25'i kadarı geri dönecek, gerisi bugün yaşadığı, yerleştiği yerde kalacak.
Türkiye, yöneticilerinin bilgisizliğinden ve öngörüsüzlüğünden kaynaklanan dev bir sorun ile uzun yıllar yaşayacak.
Bunu bilelim, hayal kurmayı bırakıp, gerçekle yüzleşelim ve bu dev sorunun altından nasıl kalkabileceğimizi düşünelim.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın oğlu, kardeşi, eniştesi, dünürü ve eski özel kalem müdürünün Man Adası'nda kurdukları off shore şirket, dünya şirketler tarihine geçmeyi hak ediyor.
Çünkü bu öyle bir şirket ki sahiplerine kurarken de kazandırdı, satarken de kazandırdı, sattıktan sonra da kazandırmaya devam ediyor.
Ve bu yönüyle de Yargıtay'ın da kafasını karmakarışık etmiş durumda.
CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, bugün bir kilo kuru soğan alamayacağınız bir parayla kurulmuş bu şirketin 15 milyon dolara satışı ile ilgili iddiaları gündeme getirmiş ve Erdoğan da kendisini mahkemeye vermişti.
Yargıtay bununla ilgili bir davada Kılıçdaroğlu'nu, diğerinde Erdoğan'ı haklı buldu.
Erdoğan'ın avukatının açıklamasına göre CHP lideri 35 bin lira ödeyecekmiş ki paramızın pul olduğu bu devirde bile fena para sayılmaz.
Tabii bu işte Yargıtay'ı anlayabilmek de kolay değil.
Şirketin 15 milyon dolara satıldığı ile ilgili belgelerin hepsi doğru. Hem banka kayıtları hem MASAK raporları bunu doğruluyor.
Şirketin üç kuruşa kurulduğu da doğru, zaten buna "yalan" diyen de yok.
Şirketin, devletin verdiği onay ile bu işleri yapan iş adamına satıldığı da doğru, bu da yalanlanmıyor.
O zaman Yargıtay'ın suç olarak nitelediği şey nedir?
Ülkeyi yönetmek için seçtiğimiz adamın, en yakınları, devlet ile iş yapan bir iş adamından bir şirketi satma gerekçesiyle 15 milyon dolar alıyorsa, bir muhalefet lideri bunu soramayacak mı?
Böyle demokrasi mi olur?
Bu şirketin ilginç hikâyesini daha önce yazmıştım. Bu linkten ulaşabilirsiniz, çocuklarınıza da okutun ki "nasıl adam olunur" öğrensinler.
Ancak uyarıyorum, çocuklarınız "sen de Cumhurbaşkanı olsaydın" diye sizi de suçlayabilirler!
OGS kaldırıldı ve artık para ödenerek kullanılan köprü, tünel ve yollardan HGS ile geçilebiliyor.
OGS cihazlarını, devletimiz vatandaşlarına 40 dolar civarında bir fiyatla satmıştı.
OGS geçiş için kullanılamayacak hale gelince vatandaşlar da haliyle cihazlarını götürüp, paralarının iadesini istediler.
Bankalar bu talebi kabul etmedi, "o para depozito değil, cihaz ücreti" dedi.
Ulaştırma Bakanı Adil Karaismailoğlu da bir açıklama yaptı ve OGS için ödenen paranın iade edilmeyeceğini söyledi.
Bu durumda olan vatandaşımızın sayısı 1 milyon 200 bin.
Devletimiz, bir Müslüman kardeşimizin ithal edip, Karayolları Genel Müdürlüğü'ne, onların da bankalar aracılığıyla bizlere sattığı cihaz için ödenen paraların üzerine yatmış bulunuyor.
Bunu bir özel şirket yapmış olsaydı, bunun adına resmen "dolandırıcılık" derdik, savcılığa suç duyurusu yapardık vs.
Peki bunu bizzat devlet yapınca adı ne oluyor acaba?