Bu ayın başında Konya Necmettin Erbakan Üniversitesi – Meram Belediyesi hafif raylı hattı ile ilgili ihale “davet usulü” ile yapıldı.
Kamu ihalelerinin şeffaf, eşitlikçi ve rekabetçi şartlar altında yapılması esastır ama bizim kanunumuz idareye böyle bir hak tanıyor.
Bu da zaten ihalenin, idarenin keyfine bırakılması anlamına geliyor.
Nitekim bu ihaleye 6 şirket davet edilmiş, bunlardan üçü teklif vermiş:
CMC (Çin devlet şirketi) + Taşyapı ortaklığı, Kolin – Kalyon ortaklığı ve Cengiz İnşaat.
Davet usulüyle ya da pazarlıkla yapılan kamu ihalelerinin olmaz ise olmaz şirketlerinden üçü, Kolin, Kalyon ve Cengiz gördüğünüz gibi bu “ihalenin de gülü” olmuşlar.
İhale Euro üzerinden yapılmış. 1 milyar 196 milyon 499 bin 923 Euro 29 Cent en düşük, 1 milyar 232 milyon 619 bin 236 Euro 83 Cent en yüksek fiyat.
Fiyatlardaki bu “cent” hesaplarına da bayıldım doğrusu.
Düşünün artık ne kadar dikkatli hesaplamalar yapılmış ki 29 cent, 83 cent gibi yere düşürseler almaya üşenecekleri rakamları bile tekliflerine yazmışlar.
Şimdi idare bu üçünden son teklifleri alacak ve ihaleyi kazananı belirleyecek.
İşte buradan açıkça söylüyorum ve yazıyorum ki bu ihale “şaibeli” bir ihaledir arkadaşlar!
“Uluslararası” olduğu ilanında belirtilen bu ihale bir kere niye “davet usulü” yapılıyor?
Davet usulü ihale yapmak demek bu işi yapma yeterliliğine sahip birçok şirketi baştan elemek demek.
Hani, işlerin ihale usulü yapılmasının sebebi rekabeti sağlamak ve fiyatı kamu çıkarına düşürmekti?
Öte yandan dikkatinizi çekmiştir, bu ihalenin ikisi ortak üç davetlisi, daha büyük başka kamu ihalelerinde ortak olarak da karşımıza çıktılar.
Bir bakıyorsun ortaklar, bir bakıyorsun rakipler!
Ortak işleri olan şirketlerin, bu ihale için fiyat oluştururken birbirlerinden tamamen habersiz olduklarını mı varsaymamız isteniyor?
Ayrıca bu üç şirket, Dünya Bankası verilerine göre tüm dünyada devletten en çok ihale alan şirketlerin zirvesinde yer alıyorlar. (Limak ve Makyol ile birlikte.)
İdare, bu ihaleyi neden davet usulüyle yaptığının gerekçelerini açıklıkla anlatmalı ki kuşkuları giderebilsin.
***
Kanun Hükmünde Kararnameler ile kamu hizmetinden ihraç edilenlerin Ankara’da bir salonda yapmak istedikleri toplantı Valilik tarafından yasaklandı.
Dün de partileri ziyaret edecek olan KHK’lıların, bu ziyaretleri polis tarafından sokaklar kapatılarak engellendi.
Öyle görünüyor ki memleketin Cumhurbaşkanı ve Adalet Bakanı’nın kendilerini paraladıkları işi, Ankara Valisi ve Emniyet Müdürü sabote etmeye çalışıyor.
Tipik bir “ben ne diyorum, tamburam ne çalıyor” durumu!
Cumhurbaşkanı ve Adalet Bakanı, AB şartlarını yerine getirmek ve vize muafiyetini sağlamak için reform peşindeler.
Ama Vali Bey, temel bir insan hakkını idari bir kararla yok ediyor, Emniyet Müdürü de bu kanunsuz emre uyup, adamlarıyla sokakları kapatıyor.
Oysa Anayasa Mahkemesi daha geçen gün karar verdi, 1 Mayıs’taki gibi sokakları kapatarak, insanların toplantı hakkını engellemek Anayasa’ya, kanunlara aykırı.
AYM ve AİHM, böyle toplantılar için izin alınması gerekmediği ile ilgili defalarca karar verdi.
Ama iki tane kamu görevlisi, kendilerini kanunların ve mahkeme kararlarının da üzerinde görüyorlar besbelli.
Bu nasıl olabilir?
Çok düşünmeye gerek yok, kuşkunuz olmasın ki bu yasa dışı işleri yaparken güvendikleri kişi, “adalet reformu yapacağız” diye nutuk atan “o ses” ile aynı kişi.
Bir tuhaf iş anlayacağınız!
***
Malatya Zirve Yayınevi katliamı ile ilgili olarak idareyi tazminata mahkûm eden mahkeme kararı, Danıştay’ın bozma kararı üzerine idare mahkemesinin kararıyla kaldırıldı.
Böylece kurbanların ailelerine “idarenin ihmali” nedeniyle ödenen tazminatları, faiziyle geri almak mümkün olabilecek.
Danıştay’ın ilgili dairesi, Zirve Yayınevi Katliamı’nın bir “terör eylemi” olmadığına karar vermiş.
Terör eylemi olmadığına göre bakanlık da haliyle kusurlu olamıyor!
Ne kadar ilginç bir ülkede yaşıyoruz.
Katiller Zirve Yayınevi’ne bomba koyarak cinayetlerini gerçekleştirmiş olsalardı, eylemleri “terör” sayılacaktı.
İçeri girip, insanları boğazladıkları için şimdi terörist sayılmıyorlar!
Terör, siyasal, dinsel ve / veya ekonomik hedeflere ulaşmak amacıyla sivillere, hedef gruplara veya resmî, yerel ve genel yönetimlere yönelik baskı, yıldırma ve her türlü şiddet içeren yolun kullanımını ifade eden kelime.
Ülkeden ülkeye tanımı değişiyor ama genel tanımı bu.
Şimdi İdare Mahkemesi, Zirve Yayınevi Katliamı’nın bu tanıma uymadığına karar vermiş.
Hükümet, AB ile vize muafiyeti anlaşması için terör suçları ile ilgili bazı tanım değişiklikleri yapacak.
Acaba mahkeme de bunu duydu ama duyduğunu tersinden mi anladı diye düşünmeden edemiyorum.