Yazar Levent Gültekin'e saldıranlar hâlâ yakalanmadı.
Her gün düzenli olarak internette arıyorum, sonuç sıfır!
Oysa biliyoruz ki Türkiye'de polis, güvenlik kameralarını ve yüz tanıma sistemlerini kullanarak, yakalamak istediklerini bir bilemediniz iki gün içinde yakalıyor.
Levent Gültekin'e saldıran 25 kişiden birinin bile kimliğinin tespit edilemeyip, yakalanmamış olması bizlere bir şey anlatıyor olmalı.
Gazeteci ve politikacılara yönelik saldırıların örgütlü olduğu çok açık.
Levent Gültekin'e saldıranlar 25 kişi.
Saldırı amacıyla orada bulundukları, meydanın değişik köşelerinde mevzilenip, birlikte saldırıya geçtikleri de dikkate alınırsa örgütlüler.
Bunları kontrol eden birisi var. Hedefi gösteriyor, muhtemelen eylemin nasıl icra edileceğini, sınırlarını da belirliyor.
Saldırganlara neler vadettiğini bilmiyoruz, en azından "koruma" vadetmiş olmalı.
Yani "Merak etmeyin, yakalanmayacaksınız, yakalanırsanız da sizi hemen kurtaracağız" demiş olmalı ki saldırıya katılanlar "huzur içinde" işlerini yapabilsinler.
Çok açık ki örgütlü bir saldırı bu, tıpkı bundan önceki saldırılarda olduğu gibi!
Öte yandan bir yazarı, fikirleri nedeniyle sokak ortasında linç etmeye kalkışmak aynı zamanda bir terör eylemidir.
Terör tanımı ile bu saldırı birbirine deyim yerindeyse cuk oturuyor.
Ve Türkiye Cumhuriyeti'nin savcıları, polisleri, bu örgütlü terör eylemini gerçekleştirenlerin yakasına ısrarla yapışmıyor.
Neden acaba?
Belli ki yukarılardan bir yerlerden bir emir gelmiş: Bu tür eylemleri yapanlara fazla bulaşmayın diye!
Emri veren güçlü biri olmalı ki polis yanılıp da suçluları yakalama yoluna girmiyor.
Bu kimdir?
Birileri bir yerlerde yine bir şeyler planlıyor, bu çok açık.
Bunu ülkenin meşru yöneticisi Recep Tayyip Erdoğan nasıl olup da göremiyor, gerçekten çok tuhaf.
Erdoğan, bir an önce güvenliğimizden sorumlu kuruluşlara şu emri vermeli: Örgütlü terörle aranıza mesafe koyun!
Kendisi de oturup ciddiyetle düşünmeli:
Gazeteci ve politikacılara karşı bu terör dalgasını kim planladı, işareti kim verdi? Niye tam da bu dönemde bu emri uygulamaya soktu?
Yaptığım bu iş gereği Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın konuşmalarını düzenli okuyorum.
Ne yalan söyleyeyim, dinleyemiyorum; benim kulağım için fazla yüksek ve tırmalayıcı geliyor sesi.
Okumanın faydalarını da görüyorum tabii, hakkını yemeyeyim.
Her konuşmasında öğrenebileceğim yeni bir şey çıkıyor.
Mesela geçtiğimiz Cuma günü yaptığı cami kapısı basın toplantısında Mısır ile ilişkiler konusunda şunu söyledi:
"Mısır'la istihbari, diplomatik ve ekonomik olarak zaten iş birliği sürecimiz devam ediyor. Bunda herhangi bir sıkıntı söz konusu değil. En üst düzeyde değil de en üst düzeyin şöyle bir tık altında bu devam ediyor. Tabii gönlümüz özellikle ister ki yani Mısır'la olan bu süreci çok daha güçlü bir şekilde devam ettirelim. Onun için de yapılan bu istihbari, diplomatik, bunun yanında siyasi görüşmeler netice verici olduktan sonra biz bunu çok daha ileri kademelere taşırız çünkü Mısır halkıyla Türk milletinin ayrı olması söz konusu değil."
Şimdi "bu konuşmadan ne öğrendin" derseniz, başkanlık sistemine geçildikten sonra yenilenen TC devleti organizasyon şemasını öğreniyoruz.
Dikkatinizi çekmiştir, Cumhurbaşkanı, Mısır ile temasların "en üst düzeyin şöyle bir tık altında" devam ettiğine dikkat çekiyor.
Buradan anlıyoruz ki TC devletinin yönetim kademeleri arasındaki yeni hiyerarşik ilişki "şöyle bir tık" mesafeler ile belirleniyor.
En üst düzeyin "şöyle bir tık altı" kime denk geliyor, tam olarak bilemedim ama galiba Cumhurbaşkanı Yardımcısı olmalı.
"Şöyle bir tık altı" derken baş parmağı ile işaret parmağını kullanarak bir ölçü de göstermiş olmalı.
Çünkü Türkler arası iletişim yöntemi olarak bu iki parmağın kullanılması yaygın bir alışkanlıktır.
Biliyorsunuz "bir tek rakı" ısmarlarken de iki parmağımızı kullanırız. Çay isterken işaret parmağımız yere bakarak daireler çizer. Kahve istiyorsak işaret parmağımız ile baş parmağımızı birleştirir, sanki fincan tutar gibi ağzımıza götürürüz. Fırından bir ekmek alırken bu isteğimizi fırıncı anlayamazmış gibi bir de işaret parmağımızla gösteririz.
Cumhurbaşkanı'nın "şöyle bir tık altı" derken işaret parmağı ile baş parmağını birbirlerine iyice yaklaştırarak bir mesafe belirlemiş olmalı.
Böylece öğrenmiş oluyoruz ki Türkiye'de artık hiyerarşik mesafeler "tık" ölçüsü ile ölçülüyor.
Tabii herkesin "tık" ölçüsü farklıdır, bunu biliyorum.
Mesela evi badana ettirirken "beyaza bir tık gri atalım" demiştim, benim "tık" ölçüm ile boyacının "tık" ölçüsü farklı olduğu için duvarlar "bir tık grili beyaz" olacağına "bir tık beyazlı gri" oluvermişti.
Tıpkı boyacı örneğinde olduğu gibi Erdoğan'ın "şöyle bir tık" dediği ile Mısır Cumhurbaşkanı Sisi'nin "şöyle bir tık" dediği aynı şey olmamalı.
Bu durumda devletler arasındaki ilişkilerde eşitlik kuralını nasıl uygulayacağız?
Bizimkinin "şöyle bir tık altı" Fuat Oktay ama Sisi'nin "şöyle bir tık altı" onunla aynı konumda mı?
Öte yandan Mısır ile aramıza giren "dört parmak Raiba" sorunu da böylece "iki parmaklı tık" ile çözüm yoluna girmiş olacak, anladığım kadarıyla.
Gerçekçi diplomasinin babası Kardinal Richelieu ve diplomatik entrikanın babası Talleyrand'dan sonra dünya diplomasi tarihine bir Türk katkısı da böylece gerçekleşmiş bulunuyor.
"Bir tık altı, bir tık üstü" diplomasisi diye tanımlayabileceğimiz bu yeni akımın kurucu babası da Erdoğan oluyor!