AKP’nin iktidara geldiğinden beri, açıkça ilan etmediği ancak demeçler ve eylemlerle üstü örtülü olarak ifade ettiği konu, 2023’e kadar "parantezi kapatmak".
Tepedeki yönetici kadro bunu daha usturuplu dile getiriyor ancak bu saklanamayacak bir hedef.
"Dava" dedikleri mesele, esasen laik Cumhuriyet’in ortadan kaldırılması meselesidir.
Erdoğan’ın tabiriyle "aynı menzil – i maksuda yürüyoruz" sandıkları Fethullahçılarla geçmişte kurdukları ittifakın nedeni de buydu, bugün bazı tarikatların bakanlıkları kendi aralarında paylaşmasına izin vermelerinin nedeni de bu.
Bunu adım adım gerçekleştirebileceklerine inanıyorlar ve bu "dava hedefi" aynı zamanda partinin tabanındaki aktif Siyasi İslamcı kadroyu da diri tutmaya yarıyor.
Bu yolda en çok önem verdikleri konu da eğitimin dini bir temele dayandırılması.
Böylece "kendi kadrolarını" yetiştirebileceklerini ümit ediyorlardı.
AKP’nin 18 yıldır süren iktidarında yedi Milli Eğitim Bakanı görev yaptı.
Her bakan bir öncekinin yaptığını bozdu, ancak değişmeyen tek hedef imam hatipleri eğitim sisteminin merkezine yerleştirmekti.
Nitekim 61 ilde imam hatip lisesi sayısı, Anadolu Lisesi sayısını geçmiş bulunuyor.
Bunun nedeni çok açık: İmam hatip liselerine gitmeye gönülsüz olan başarılı öğrencileri zorla imam hatip liselerine yöneltmek!
Ancak Ensar Vakfı Değerler Eğitimi Merkezi’nce paylaşılan bir araştırmaya göre, imam hatip liselilerin yüzde 27,8’i "bugün yeniden imam hatibe gelmezdim" diyor.
Yüzde 27,6'sı imam hatip lisesinde okumaktan memnun olmadığını veya kararsızlık yaşadığını belirtirken; ailesinin isteğiyle imam hatipi seçenlerin oranı yüzde 36,3. Puanı başka liselere yetmediği için imam hatip okullarına gidenlerin oranı yüzde 6,7.
Ortaokulu imam hatiplerde okuyan çocuklardan sadece yüzde 11’i lisede imam hatipleri birinci tercihine yazdı.
Binlerce çocuğu zorladılar ve varabildikleri yer işte burası.
Bu çocukların gelecekleri ile oynadılar.
Eğitim sistemimizin geçmişten gelen sorunlarını çözmedikleri gibi daha da ağırlaştırdılar.
YKS'ye giren öğrenciler Türkçe’de 40 soruda ortalama 14 doğru yanıt verebildiler. Bu oran temel matematikte 40 soruya 5 doğru, fen bilimlerinde ise 20 soruya 2,6 doğru yanıt olarak gerçekleşti.
Sadece istemeye istemeye imam hatiplere gidenlerin değil, imam hatiplerin orta okullarını açmak için 5 yaşındaki çocukları ilkokula alarak da bir kuşağın geleceği ile oynadılar.
"97 yıllık parantezi kapatmak için" yola çıktılar ancak öyle görünüyor ki toplum mühendisliği hiç işe yaramıyor.
Ve öyle görünüyor ki Cumhuriyet’in 100. Yılı geldiğinde kendi parantezleri kapanacak.
ABD Başkan adayı Joe Biden’ın yedi ay önceki açıklamasına karşı ayar verme yarışına İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı da katıldı.
Belli ki "bu kavgada birkaç yumruk da ben sallayayım" diye düşünmüş.
İBB Başkanı diyor ki "bize, birkaç yüzyıllık bir ülkenin siyasisi, demokrasi ayarı veremez."
Gülsem mi ağlasam mı bilemedim.
Ülke birkaç yüzyıllık belki ama demokrasisi, bizimkinden en az yüz yıl önde gidiyor, buna ne buyurulur?
Her şeyi bir kenara bırakalım, ABD Anayasası’nın 1. Ek Maddesi'nde tanımlanan konuşma, din ve basın özgürlüklerine önümüzdeki yüzyıl içinde ne kadar yaklaşabiliriz acaba?
Sağdan da saysak, soldan da saysak aynı yere çıkıyoruz.
Memleketimizin asıl sorunu da bu: Herkes kendisine yetecek kadar demokrat.
Kuşkusuz ki Biden, kendi ayarındaki birçok Amerikalı gibi dünyanın geri kalanına tepeden bakıyor.
O kadar gelip, gitmiş ama Türkiye’yi tanımak için hiç fırsat bulamamış.
Belli ki Türkiye ile ilgili olarak söylenen birçok şey aklında yarım yamalak kalmış.
Kafasında doğulu, Müslüman ülkelerle ilgili bir genel kabul var, Türkiye’yi de onun içine oturtmuş.
Tıpkı Trump gibi.
Hatırlarsınız, Pastör Bronson meselesinde Biden’den bir – iki adım daha ileriye gitmiş, "ekonominizi mahvederim" demişti.
Nedense memleketimizin "Aslan Yüreklisi" o gün Trump’a sesini çıkaramamıştı.
Sesini çıkaramadığı gibi Bronson’u apar topar memleketine de yollamıştı.
O günlerde zarar görmeyen bağımsızlığımız, Biden’in sözleriyle mi zarar görecek?
"İnsan oğlu gariptir, her lafı kaldırmaz" diye başlayan halk deyişini hatırlıyorum ister istemez.
* * *
İstanbul’da trafikte bir kadına saldıran maganda "adli makamlar tarafından" ifadesi alındıktan sonra serbest bırakılmıştı.
Sosyal medyada kıyamet koptu ve maganda yeniden gözaltına alındı ve ardından çıkarıldığı mahkemede tutuklandı.
Daha da güzeli, bu müjdeli haberi savcılıktan değil, İstanbul Valisi’nin açıklamasından öğrendik.
Gördüğünüz gibi her şey bir otokrasiye uygun olarak gelişiyor.
Sanığın tutuklanmasıyla Vali’nin ne alakası var?
Vali idari bir makam ve yargının alanıyla ilgili bir açıklama yapılması gerekiyorduysa bunu yapması gereken makam İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı olmalı. Basın Bürosu bunun için var.
Öte yandan normal bir hukuk devletinde böyle bir suçun cezası bellidir, nasıl yargılanacağı kurallara bağlanmıştır, o yol izlenir.
Nitekim magandayı savcılıktan salıverenler, Türkiye’nin bir hukuk devleti olduğu yanılsaması içine düşmüşler.
Çünkü bizim kanunlarımıza göre böyle bir suçtan tutuklu yargılanmazsınız.
Tutuklu yargılanıyorsanız işin içine iyi saatte olsunlar karışmış demektir ki burada "iyi saatte olsunlar" sosyal medya oluyor.
Böyle bir yerde de ne hukuk devletinden söz edilebilir ne de adaletin yerini bulmasından.
Sosyal medya, bu tür davalarda temyiz makamı görevi mi görecek artık?
Şimdi merak ediyorum, savcılık davayı nereye dayandıracak? Tutuklamayı nasıl izah edecek?