ABD'nin, Orta Doğu'da Türkiye'ye artık ihtiyacı yok mu?
Ya da Türkiye'nin, ABD ile müttefik olarak kalmasına ihtiyaç duyuyorsa bile bunun o kadar da önemli olmadığını, ikinci derecede bir ihtiyaç olduğunu ve bunu da her istediği zaman kolayca elde edebileceğini mi düşünüyor?
ABD Başkanı Biden'ın, 1915 Ermeni Tehciri sırasında meydana gelen olayları "soykırım" olarak nitelemesinin gerisinde ABD'nin bu ya da benzeri sorulara verdiği cevap yatıyor.
Ve lafı uzatmadan kestirme bir yanıt arayanlar için söyleyeyim ki;
(1) ABD, Türkiye'yi güvenilir müttefik olarak görmüyor,
(2) Türkiye'nin desteğini ne zaman isterse kolayca elde edebileceğine inanıyor.
Zaten uzun süredir ABD'nin bölgede izlediği politikaların müttefiklik ilişkisi içinde değerlendirilmesinin mümkün olmadığını söyleyebiliriz.
Suriye'nin kuzeyinde PKK öncülüğünde özel statülü bir Kürt bölgesi / yönetimi kurmak konusunda ABD geri adım atmıyor, Türkiye ise bunu bir "beka sorunu" olarak görüyor.
ABD'nin bu konudaki önceliği Türkiye'nin kaygıları değil, esasen İsrail'in kuzeyine, İran'a karşı "güvenilir bir Kürt müttefik" yerleştirme planı.
Suriye devletinin çökertilmesine yol açan "Suriye Baharını", Suudi-Katar-Türkiye ittifakıyla bir iç savaşa çevirmesinin nedeni de esasen buydu.
ABD'nin öteden beri güttüğü "eşit mesafe" politikasının terk edilerek, Doğu Akdeniz'de Yunan-Rum eksenine yakın durması da Türkiye'ye yapılan bir "güvensizlik" uyarısı aslında.
Son derece kolay bir şekilde çözülebilecek S-400 meselesinin, ciddi bir krize dönüşmesi, Türkiye'nin F-35 programından dışlanması, yaptırımların devreye alınması da bu uyarının değişik alanlarda tekrarlanması.
Öte yandan Çin ve Rusya ile giriştiği bilek güreşinde "Türkiye olmasa da olur" diyebilecek durumda da değil.
Ve elinde tuttuğu bütün bu açık-örtülü tehdit vasıtalarıyla ne zaman isterse Türkiye ile yeniden kol kola girebileceğine de inanıyor.
Aksi takdirde bu kadar fütursuz davranmazdı.
Saray'ın sadece sabırlı ve incelikli bir diplomasi ile aşılabilecek bu sorunu yönetebilecek diplomatik tecrübe ve bilgiye sahip olmadığı da aşikar.
Bakın, Türkiye'nin ABD'ye Büyükelçi diye atadığı partili memur daha itimatnamesini bile sunamadı.
ABD ile böylesine kritik bir eşikten geçilirken Türkiye'yi Washington'da temsil edecek adam Murat Mercan mı olmalıydı, yoksa meslekten, ciddi, deneyimli bir diplomat mı?
Cumhurbaşkanı'nın Aile Bakanlığı ile Çalışma Bakanlığı'nı birbirinden niye ayırdığını bilmiyoruz.
Daha önce ayrı olan bu bakanlıkları, birleştirme gereğini neden duyduğunu da bilmediğimiz gibi.
Tipik bir "keyif benim değil mi, ister birleştiririm, ister ayırırım" durumu.
Tek adam yönetiminin doğal bir sonucu bu.
O gün canı birleştirmek istemişti, birleştirdi, bugün canı ayırmak istedi ayırdı!
Yeni Aile Bakanı'na bakınca da aynı keyfiliğin izini sürmek mümkün.
Bakan Hanımın, Adnan Hoca ile de hikayesi var, Fethullah ile de.
Kendini kaptırıp Twitter trollüğüne bile yetişmiş.
Devlet koruması altındaki çocuğu teşhir ettiği yetmiyor, bir de üste çıkıp laf yetiştirmeye çalışıyor.
Bu tipleri nereden buluyor, nasıl buluyor bilmiyorum.
En çok merak ettiğim de zaten bu: AKP'de doğru düzgün birilerini bulup, bu yüksek makamlara getirmek bu kadar zor mu?
Zorluk, o partide artık aklı başında bir insan kalmamış olmasından mı kaynaklanıyor, yoksa Erdoğan'ın kimseyi dinlememesinden mi?
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, "Kanal İstanbul üzerinden geçecek köprülerden bir tanesinin adımını inşallah Haziran'da atacağız" dedi.
Ulaştırma Bakanı Adil Karaismailoğlu da Kanal üzerine yapılacak 6 köprünün her birinin 350 milyon dolara mal olacağını söyledi. Bugünkü kurdan yaklaşık 3 milyar lira civarında bir para.
Bu hesapta bir hata olmalı.
Yok, bu hesap doğru ise o zaman Yavuz Sultan Selim Köprüsü'nden sıkı bir kazık yemiş olmalıyız.
Bildiğimiz kadarıyla bu köprü, çevre yollarıyla birlikte 3 milyar ABD Doları'na mal oldu.
Kanal İstanbul üzerine yapılacak köprülerin ayak açıklıkları elbette Boğaz üzerindeki köprüler kadar olmayacak. Kanal'ın genişliği yüzeyde 150 metre çünkü.
Demek ki Boğaz'daki köprülerin yaklaşık 3'te biri genişliğinde ayak açıklığına ihtiyaç var.
Ancak bu köprülerin su seviyesinden yüksekliklerinin birbirine yakın olacağını tahmin etmek zor değil, sonuçta altından büyük gemiler, tankerler geçecek, kayıklar değil.
Bu köprülere yaklaşma yolları ve çevre yollarının maliyetinin de diğer otoyollar kadar olacağını söyleyebiliriz.
O zaman iki hesaptan birinde bir hata olmalı.
Öte yandan artık Nisan ayının sonuna geldik.
Temel 30 Haziran'da atılacak olsa bile önümüzde 2 ay var.
Bu iki ay içinde ihale yapılacak, yer teslimi yapılacak ve inşaat başlayacak.
Bu gerçekçi bir süre değil.
Belli ki Erdoğan, Kanal İstanbul konusundaki iddialaşmasını bir ileri aşamaya götürmek istiyor.
Bunun için göstermelik bir temel atılacak.
Rahmetli Necmettin Erbakan'ın Anadolu'nun dört bir yanına attığı göstermelik temeller türünden bir temel.
Hatta bir milletvekilinin o temellerden birini Renault 12 otomobiline yükleyip, Ankara'ya getirdiğini de hatırlıyorum ama isimleri çıkaramadım.
Bakalım bu temelin akıbeti ne olacak?