Geçen hafta Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, "İstanbul ilinde Emniyet Genel Müdürlüğü'nün doğrudan merkeze bağlı taşra teşkilatı olarak Takviye Hazır Kuvvetler Müdürlüğü kurulmasına" karar verdi.
Gördüğünüz gibi hepsi bir cümleden ibaret bir "Cumhurbaşkanı Kararı" bu.
Başkanlık sistemine geçtiğimizden beri Cumhurbaşkanı, kararnameler ve kararlar yayınlıyor.
Şimdi burada uzun uzun kararname ile karar arasındaki farkı açıklamaya kalkarsam, eminim yazıyı okumayı burada kesersiniz.
Onun için bunu yapmayacağım, müşteriyi kaçırmamak gerek!
Ancak idare hukuku ile tanışıklığı olanlar, bu tür bir işlemin kararname ile yapılması gerektiğini düşüneceklerdir.
Artık şunu utanıp sıkılmadan rahatça söyleyebilirim: Erdoğan yönetiminde Türkiye hızla devlet geleneklerinden de kopuyor, bir çadır devletine dönüşüyor.
Eskiden bu tür işler, bu konuyla ilgili olarak çıkarılmış bir kanunla ya da kanunun verdiği yetkiyle yapılır, kurulan kurum meşruiyetini bundan alırdı.
İdari bir kuruluş gerçekleştiriliyorsa, bunun görevi ve bu görevi yerine getirmek için gerekli yetkileri, sorumlulukları, organizasyon şekli açıkça tarif edilirdi.
Şimdi gördüğünüz gibi 1 cümlelik bir "karar" yeterli oluyor.
Bu müdürlük, İstanbul'a bağlı ama Vali ve İstanbul Emniyet Müdürü bunlara karışamaz. Neden? Çünkü doğrudan merkeze bağlı.
"Merkez" kim?
Emniyet Genel Müdürü mü, İçişleri Bakanı mı, Cumhurbaşkanı mı, Cumhurbaşkanı Yardımcısı mı?
Bir çıkarım yapılabilir tabii ama kim bilir belki de Fahrettin Altun'dur, biliyor muyuz?
İstanbul'da görev yapacaklar ancak emirler Ankara'dan gelecek.
Yaptıkları açıklamaya göre Elazığ depreminde filan başka yerlerden takviye polis gitmiş, geçici görevlendirmeler nedeniyle zorluk çekmişler vs.
İyi de bunlar da Allah korusun Elazığ'da bir deprem daha olursa diğer polislerin çektikleri sıkıntıları çekmeyecekler mi?
Yoksa, bu büyük planın ilk adımı mı? Bütün illerde "takviye hazır kuvvet" mi bulundurulacak?
"Merkeze bağlı" böyle bir silahlı güce gerçekten ihtiyaç var mı?
Valiler gerekli gördüklerinde askeri de göreve çağırmıyorlar mı? Silahlı Kuvvetlerin 409 bin aktif elemanı varken, bu "takviye" niye gerekiyor?
Silah kullanma yetkisi de verilen bekçi teşkilatı yeterli olmuyor mu?
Yoksa idare, kendisine bağlı milis gücü kuruyor ama bunların resmi üniforma giymesini ve maaşlarını da Hazine'ye ödetmek mi istiyor?
Erdoğan yönetimi, kendisine doğrudan bağlı böyle bir milis gücüne ihtiyaç hissetmeye başladıysa durum gerçekten vahim demektir.
"Bunlar seçimi kaybetseler de gitmezler" şeklinde halk arasında yayılmaya çalışılan kara propagandaya bilinçsizce malzeme mi taşıyorlar, yoksa niyetler gerçekten kötü mü?
Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş, Giresun'da sel felaketi yaşanan yerlerde incelemelerde bulundu.
Neyi inceledi, neden inceledi, bu incelemenin sonucunda ne çıkacak?
Bunları bilemiyorum. Eminim ki kendisi de ne incelediğini de, neden incelediğini de bilmiyordur.
Belli ki bu Diyanet İşleri Başkanı için bir kişisel ve kurumsal PR çalışması: Onca işinin arasında, sel götüren yerleri bile inceliyor!
Daha önce sözünü ettiğim gibi Diyanet'i her ortamda "görünür" kılmaya çalışarak, Erdoğan rejimine klerikal bir yama yapıyor! (28 Temmuz 2020, T24, Silahlı İmam ve Rejime Klerikal Yama.)
Kılıçlı İmam, aslına bakarsanız Dürrizade gibi, rejime, dini bir koruma sağlamayı hedefliyor. Söylediğine bakın:
"Biz dua, sabır, tevekkül, tahammül edeceğiz. İsyan etmeyeceğiz. Cenab – ı Hak'tan gelen her türlü afet önüne geçemeyeceğimiz için ‘boynumuz kıldan ince' diyeceğiz ama bundan sonra tedbirlerimizi alacağız."
"Bundan sonra alınacak tedbir", böyle felaketlerin yaşanmasının önüne geçebiliyorsa, bu afet neden "Cenab-ı Hak'tan gelen önüne geçemeyeceğimiz afet" kategorisine giriyor?
Erbaş'ın kurduğu cümlede iki temel önerme var:
1 – Bundan sonra tedbirli olalım, başımıza bu işler gelmesin.
2 – Bunlar Allah'tan gelen afetler önüne geçemeyiz.
İkisi aynı cümlede olmamalı. Ya biri doğru olmalı, ya diğeri.
İkisi birden aynı cümlede ise Erbaş'ın verdiği mesajdaki üçüncü önermenin satır arasını da okumak gerek: Aman diyeyim, Reis'e bu işten zarar gelmesin, millet isyan etmeye kalkmasın, bu işin sorumluluğunu Allah'a yıkalım, önüne geçemezdik diyelim.
Hani aklımızı filan kullanacak, tedbirimizi alacak, sonra tevekkül edecektik?
Cumhurbaşkanı, tam Biden'ın sözleri üzerinden muhalefete posta koymaya başlamıştı ki Trump, yırtık çoraptan çıkan bir parmak gibi ortaya atıldı.
Meğerse Rahip Brunson, Trump'ın, Erdoğan'ı "ikna etmesi" sayesinde salıverilmiş ve memleketine gönderilmiş.
Gerçi bunu daha önce de biliyorduk, yeni bir bilgi değil ama tam da Biden'a "bir çayın hatırı" sorulurken yeniden gündeme gelmesi, Reis açısından iyi olmadı.
Trump, o günlerde Erdoğan ile birkaç kere görüştüğünü ve bunun sonucunda da Erdoğan'ı ikna ettiğini söylüyor.
Tabii "bağımsız Türk yargısı" geyiğini artık buralarda bile yiyen kalmadı, Amerikalı zaten yememişti.
Hatırlarsınız o günlerde Trump, gerçekten hakaretamiz bir mektup da yollamıştı.
Sonra Erdoğan bu mektubu alıp, geri götürdü ama resmi bir yanıt da vermedi.
"Bağımsız Türk yargısı" ve "ekonominizi batırırım" sözlerini de bir bardak suyla içip sindirdik.
Sanırım Erdoğan yönetimi açısından bu durumda en iyisi, Biden muhabbetini daha fazla deşmemek olacak.