Seçim sonuçlarını beğenmediği takdirde tanımayacağını açıkça söyleyen bir Cumhurbaşkanımız var.
Seçilenleri beğenirse, seviyorsa, kendi gösterdiği adaylarsa seçim milli iradenin kendisini ortaya koyduğu bir araç niteliği taşıyor.
Yok seçilenleri şu ya da bu nedenle sevmiyor, istemiyorsa bu seçim, milli iradeyi temsil etmeyecek.
Ne kadar ilginç değil mi?
Sanıyorum demokratik dünyada böylesi bir seçim ilk kez yaşanacak. Otoriter tek adam – tek parti yönetimlerinde bile böyle olmuyor biliyorsunuz.
Onlar işi en baştan sıkı tutuyorlar, sadece onaylanmış adamların seçime girmesine izin veriyorlar.
Onun için de seçim sonrasında “şunu beğendim kalsın, bunun tipi bozuk atın içeri” uygulaması olmuyor.
Böylece serbest seçimler tarihine de bir katkımız olacak ama bu katkı ileride hayırla anılır mı, işte orası çok kuşkulu.
Biliyorsunuz serbest seçimlerin şartlarından biri de, isteyen herkesin seçimlere katılabilmesi ve seçilebilirse buna da herkesin saygı duymasıdır.
Bizim Cumhurbaşkanımıza göre de isteyen herkes seçime girebiliyor ama bazıları gerçekten seçilmiş oluyor, bazıları seçilseler de seçilmiş sayılmıyorlar.
Çok kafa karıştırıcı değil mi?
Ama böyle, bizzat kendisi söyledi:
“Biz bu konuda çok kararlıyız. Bundan önce olduğu gibi, 3 – 5 sene bekle, acaba nedir, ne değildir, bekleyemeyiz. Şimdi bütün bunlarla ilgili GBT’leri, her şeyi hazır olarak elimizde tutuyoruz. Seçim sonucu neticelere göre de adımlarımızı atacağız” dedi.
GBT dediği şey İçişleri Bakanlığı’nın kullandığı Genel Bilgi Toplama sistemi.
Bu sistemde, varsa kişilerin sabıka kaydı, hakkındaki arama – yakalama kararları filan gibi bilgiler yer alıyor.
Bu kişiler YSK’dan seçime katılabilme izni alabildiklerine göre GBT kayıtları normal olmalı.
Demek ki Cumhurbaşkanı’nın elindeki kayıtlar GBT değil, bildiğin fişleme kayıtları.
Polisin, jandarmanın ya da MİT’in, keyfine göre tuttuğu, mahkemelerde sonuç vermeyeceği için kayıtta tutmakla yetindiği bilgileri içeren fişler bunlar.
Ve şimdi bu fişler, hukuki sonuç doğuracak, seçimi kazanan bazı adaylar kazanmamış muamelesi görecekler.
Kusura bakmayın ama bu bildiğin faşizmdir.
Bunu seçimden önce seçmeni korkutmak için söylüyorsa o da en hafifinden millete saygısızlık etmektir.
***
Hüsamettin Cindoruk, TBMM Başkanlığı da yapmış, eksikli Türk demokrasisinin çilelerinden bir bölümünü de çekmiş bir politikacı.
Geçen gün seçimler ile ilgili olarak Reis’in hoşuna gitmeyen bir şeyler söyledi.
Söylediklerine katılmıyorum, seçimler intikam vesilesi olmazlar, orası ayrı mesele.
Ve Cumhurbaşkanı yanıtlıyor:
“Be ahmak, neyin intikamını alıyorsun? Bunların beyni sulanmış, beyni. 15 Temmuz’un intikamını alıyormuş. Kardeşlerim bunlara yargıda gereken dersi vereceğiz.”
Cindoruk’un sözleri ile 15 Temmuz’un ne alakası var, ben bir ilişki kuramadım.
Cindoruk şöyle dedi: “Bu seçim Cumhuriyetin kurucu rejimi parlamenter demokrasinin Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’nden intikam seçimidir.”
Şimdi bu bir fikir. Cindoruk böyle düşünüyor ve bunu söylüyor.
Bu fikri beğenmek zorunda da değiliz. Karşı fikrimiz varsa onu söyleriz, vatandaşlar da dinler, kimi ikna edici buluyorlarsa ona hak verirler.
Çıkıp da meydanlarda “ahmak, beyni sulanmış” diye hakaretler yağdırmak da ne oluyor?
Terbiye sınırları içinde kalarak görüş beyan etmek çok mu zor?
Yoksa Cumhurbaşkanı, terbiyeli konuşursa söylediklerinin anlaşılmayacağını mı zannediyor?
Öyle zannediyorsa daha da ayıp, milleti iyice salak yerine koyuyor demektir.
Şimdi çocuklar okulda, sokakta birbirlerine böyle hitap ederlerse ana babaları onları nasıl terbiye edecek?
“Cumhurbaşkanı da böyle konuşuyor” diyen çocuklara, ne yanıt vereceğiz?
***
Adalet Bakanlığı “tutuklu sayısındaki öngörülemeyen artış nedeniyle” önümüzdeki beş yıl içinde 193 yeni cezaevi yapımının planlandığını açıkladı.
Şu anda 211 bin 838 kişiyi içeride tutacak kapasitede 389 hapishane varmış ve yetmiyormuş.
Reis’in seçim dönemindeki konuşmalarına bakılırsa, yeni yapılacak bu 193 cezaevi de derde deva olmayacak.
Çünkü Cumhurbaşkanı, kim kaşını kaldırsa “bedelini yargıda ödeyeceğinden” söz ediyor.
Buna bakınca belki de mahkemeler yerine karar verecek bir “Bedel Ödetme İşleri Genel Müdürlüğü” mü kurulsa diye düşünmeden de edemiyorum. İşlemler hızlansın, bedeller bir an önce ödetilsin diye!
Ve yine Cumhurbaşkanı’nın çizdiği sınırlara bakılırsa, ülkenin yarısını hapishaneye atmak gerekecek.
Onun için acaba hapishane inşa etmek yerine belli bölgeleri “ceza ve infaz bölgesi” mi ilan etsek?
Mesela Akdeniz, Ege, Marmara sahil şeridini böyle bir ceza ve infaz bölgesi ilan edersek, hem üretim aksamaz, hem cezaevi yapmak zorunda kalmayız hem de sessiz sedasız cezalarımızı çekebiliriz.
Bir düşünmekte yarar var. Berat Bey ne der acaba bu işe, çünkü burası çok önemli bir nokta!