CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, Man Adası belgeleri ile ilgili olarak beşinci kez tazminat ödemeye mahkum edilmiş. Böylece Kılıçdaroğlu’nun, Recep Tayyip Erdoğan ve yakınlarına ödeyeceği toplam tazminat tutarı 1 milyon 18 bin liraya ulaşmış. Unutmuş olabilirsiniz, olay Türkiye’de geçiyor! CHP Genel Başkanı, günün birinde Erdoğan’ın oğlu ve kardeşinin de aralarında bulunduğu yakınlarının ortak olduğu bir şirketin yurtdışına para aktardığını iddia etti. Sonradan paraların yurtdışına aktarılmadığı, tersine yurtdışından geldiği ortaya çıktı. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın avukatları bunun üzerine Kılıçdaroğlu aleyhine bir dizi tazminat davası açtı. Savcılık soruşturmalarından öğrendiğimize göre Man Adası’nda kurulu Bellway şirketi, enişte Ziya İlgen, birader Mustafa Erdoğan, oğul Burak Erdoğan, eski özel kalem müdürü Mustafa Gündoğan ve dünür Osman Ketenci’ye, Galata’daki Halkbank şubesindeki ticari hesabından toplam 15 milyon dolar göndermişti. Yani Kılıçdaroğlu’nun gitti dediği paralar, gelmişti. Gelen paralar “Dışarıda bir şirket sattık” diye açıklanmıştı. Bizim mahkemelerimiz, filmlerdeki mahkemelere benzemiyor ne de olsa. “Hangi şirket satılmıştı” sorusunun yanıtını sormak akla gelmemişti. “Bu şirket, 15 milyon dolar değerine nasıl ulaşmıştı” sorusunun yanıtını da bilmiyoruz. Bunlar açıklansaydı iyi olurdu tabii. Biz de öğrenirdik, bir şirket nasıl kurulur ve hangi aşamalardan geçtikten sonra değerlenip, 15 milyon dolara yabancılara satılabilir? Memleketimizin işletme okullarında 'örnek olay' diye anlatılıp, gençlerin ufkunun açılmasına da yardımcı olurdu, bu bilgiler. Müthiş bir şirket kurmuşlar çünkü. Satınca da para kazanıyor, dedikodusu çıkarılınca da! Neyse, hem şirket satışından gelen paraları, hem de Kılıçdaroğlu’ndan alınacak tazminatları iyi günlerde harcamalarını dilerim. Ama dikkat etsinler, çok kaymak yemek damar sertliğine ve aşırı kiloya yol açabilir, uyarmış olayım, kaymaktan uzak dursunlar. Kaymak yemeyi Beşiktaş, Şişli, Kadıköy ve Çankaya seçmenlerine bıraksınlar.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Allah nazardan saklasın her şeyi bilebiliyor. Mesela “Türkiye pastasının kaymağını” kim yiyor? Cevabı elbette onda! Buyurun, size de aktarayım:
“Çankaya, Kadıköy, Şişli ve Beşiktaş’taki seçmen profili Türkiye pastasının kaymağını yiyen kesim.”
Ben bu oburların arasında yokum. Hem laktoz alerjim var kaymak yemem mümkün değil, hem de Sarıyer seçmeniyim. Elbette “Kız sen İstanbul’un neresindensin” şarkısındaki gibi devam etmiyor olaylar. Cumhurbaşkanı’nın anlatmak istediği ama veciz bir şekilde söylediği için ters taraflara çekilmeye çalışılan konu şu: Hem Türkiye’nin olanaklarından daha çok yararlanıyorlar, hem de AKP’ye oy vermiyorlar! Şimdi Kalyoncuların, 'milletin orası' ile özel olarak ilgilenen Cengizlerin ve saygıdeğer bütün 'ihale konsorsiyumları ortaklarının' nerelerde oturduklarını elbette bilemiyorum. Ama bu semtlerde oturuyor olmaları büyük olasılık, Çayırbaşı’nda oturacak halleri yok ya! Hem bu kadar ihale alın, hem de Reis’in partisinden bir kuru oyu esirgeyin. Ayıptır, yazıktır, günahtır! Rahmetli Süleyman Demirel, bunu daha güzel ifade ederdi:
“Boğaz’ın iki yakası Danimarka Türkiye’sidir.”
Ama sadece milli gelir hesapları açısından bunu söylerdi. Bundan yola çıkarak siyasi sonuçlara varmazdı. Memleketimizde bir de “Boğaz’da oturup viski içen solcular” muhabbeti var. Bunu söyleyenler neyi eleştiriyorlar, onu hiç anlamamışımdır. Galiba şöyle bir inanış var: Solcu dediğin cezaevinde koğuşta oturup, çay içer! Aslına bakarsanız şimdi saraylarda oturup, çalakaşık Türkiye’nin kaymağına dalanlar, eskiden 'dinci' diye tabir edilen, şimdi daha kibar ifadeyle 'siyasal İslamcı' dediğimiz insanlar. Dev arazi araçlarının ehlileştirilmiş versiyonlarına binip, Kuruçeşme’de Boğaz’a karşı nargile fokurdatanlar da onlar. Devlet ve belediye ihaleleri de başka birisine artık nasip olmuyor. Buyurun gelin, bir gün Zorlu’ya, İstinye Park’a gidelim, bakın bakalım 5 bin dolarlık çantalar kimlerin kollarında. Kaymakçılar, kaymak kesilmesin diye (ki buna artık 'istikrar' deniliyor) kime oy vereceklerini gayet iyi biliyorlar. Asıl şaşırmamız gereken, 'Türkiye’nin kaymağını' rüyalarında bile göremeyip, 2 kilo bulgur, 5 kilo makarna, 50 kilo kömürle yetinmek zorunda olanların 'kaymakçıların partisine' neden oy verdiği olmalı. Bu sorunun yanıtını da her halde muhalefet partileri biliyor olmalı.
İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı’nın 'Gezi Parkı eylemleri' ile ilgili olarak 5 yıl sonra yeniden açtığı soruşturmada, Taksim Dayanışması’nın bazı üyelerinin ifadeleri alındı. Medeni bir ülkede olması gerektiği gibi savcılık insanları ifadeye çağırdı, onlar da gidip ifade verdiler. Sabahın köründe evler basılmadı, insanlar aşağılanmadı. Yalnız aradan bunca yıl geçtikten ve üstelik Gezi ile ilgili mahkemeler de sonuçlandıktan sonra savcılık yeniden neyi soruşturuyor, burası biraz karışık. Gezi’nin finansmanı araştırılıyormuş. Gezi protestoları, bir avuç çevreciye polisin aşırı güç kullanımının çileden çıkardığı insanların isyanıydı. Bir finansman gerekmiyordu. Bir sonuca ulaşamayacak bir soruşturma bu. Ama belli ki seçimlere doğru, yeni düşmanlar yaratmak, eski düşmanlıkları hortlatmak için bu soruşturma kullanılacak. Seçim kazanmak uğruna suçsuz, günahsız insanlara eziyet edilecek. Türk adalet sistemi için ne kadar gurur verici bir tablo!