İstanbul Büyükşehir Belediyesi'ndeki dosyalar açıldıkça, AKP'nin İstanbul seçimini iptal ettirmek için neden saçını başını yolduğu daha iyi anlaşılıyor.
Bu uğurda aynı zarftan çıkan dört oydan birinin geçersiz, üçünün geçerli sayılmasını bile sağlamışlardı.
Belediye'de öyle bir düzen kurulmuş ki hem bu yağlı kapıyı kaybetmemek hem de geçmişte yaptıklarının ortaya çıkmasını önlemek için ellerinden geleni yapmaya çalışmışlar belli ki ama millet izin vermedi.
Bu soygun da dün yazdığıma çok benziyor; yine bir arsa alım – satım işinde dolap çevrilmiş.
Soygun şöyle yapılıyor:
2011 yılında Fatih Vatan Caddesi'nde imar planlarında "yeşil alan" olarak görünen bir arsa, şirketin biri tarafından 25 milyon liraya satın alınıyor.
Aklı başında bir insan, imar planında yeşil alan olarak görünen bir arsaya bu kadar para verir mi?
Veriyorsa, bilin ki altında bir iş vardır.
Nitekim öyle de oluyor.
Arsanın satışının ardından imar değişikliği yapılıyor, yeşil alan oluyor mu size İstanbul'un göbeğinde "kupon arsa"!
Belediye bu "kupon arsayı" 2017 yılında bu şirketten 430 milyon liraya satın alıyor.
Ancak aldıktan sonra da pişman olup yeniden "yeşil alan" ilan ediyor.
2011 yılında ABD Doları'nın ortalama fiyatı 1 lira 67 kuruş.
Yani şirket arsayı yaklaşık 15 milyon ABD Doları'na almış.
Belediyeye sattığı yılın ortalama kuru 3 lira 65 kuruş. Yani Belediye arsayı şirketten yaklaşık 118 milyon dolara satın almış.
Şirketin bu alış verişten kârı yaklaşık 103 milyon dolar.
Yeşil alan ilan edilen arsanın bugünkü değerini TSKB Gayrimenkul Değerleme Anonim Şirketi 10 milyon 381 bin dolar olarak tespit edilmiş.
Bu hesaba göre arsanın ilk sahibine kazandırılan ekstra para 15 milyon dolar.
Arsanın yeşil alan olmaktan çıkarılarak Belediye'ye kakalanmasında elde edilen kâr 103 milyon dolar.
Yani bu işte belediyenin kesesinden toplam 118 milyon dolarlık bir avanta oluşturulmuş. Bugünün parasıyla 1 milyar liraya yakın!
Bu kadar büyük avantayı kimseye tek başına yedirmezler, bunu dün de yazmıştım.
Bu para paylaşılır: Yukarıdan aşağıya doğru değişen oranlarda dağıtılır.
Küçük pay alanlar seslerini çıkarmazlar çünkü büyük payı alan sırtı kalın kişi ya da kişiler, kendilerini korurken onları da koruma altına almış olurlar.
Bu dosyanın soruşturulmasına izin vermeyerek dosyayı Ankara'da bir dolaba kilitleyen ise İçişleri Bakanı Süleyman Soylu.
Süleyman Soylu, bu hırsızları niye koruduğunu açıklayabilir mi?
Bunu hırsızları koruyan sırtı kalından korktuğu için mi yapıyor, yoksa o çeteye karşı elinde bir koz olarak tutmak için mi?
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, TRT 1'de kendilerine gazeteci süsü vermiş bazı kişilerin sorularını yanıtlarken konu hayvan haklarına geldi.
Bir küçük kuşun öldüğünü öğrenince, kuşun sahibine "sen mi öldürdün" diye sordu ve sanki bu bir espriymiş gibi kendisi güldü.
Bir küçük kuşun ölümünü tebessümle karşılamak nasıl bir zihniyettir, bilemiyorum.
Hayvanları sevmeyenlerin, hayatları boyunca hiçbir hayvana bağlanmamış olanların bunu anlaması zor olabilir belki ama insan Cumhurbaşkanlığı makamında oturuyorsa, her türlü hassasiyete dikkat etmeli.
Bizler nasıl onun kendince hassas olduğu konulara azami dikkat sarf ediyorsak, vatandaşlar olarak her konuda azami hassasiyet beklemek hakkımızdır.
Ölümü şaka konusu yapılan muhabbet kuşunu unutmayalım diye bir küçük not olarak burada dursun istedim.
Eski Hürriyet'in logosunu kullanan gazetede güzel bir haber okudum. İyi haberleri severim, sizlerin de haberiniz olsun istedim.
Fortune Türkiye'nin yaptığı "en etkin 50 insan kaynakları yöneticisi" araştırmasında Demirören Medya İnsan Kaynakları Grup Başkanı Elif Karacaoğlu da yer almış.
Elif Hanımı bu başarısı nedeniyle kutlamak istedim; çünkü her marifet, övgüye tabi olmalı! Dilerim ki başarıları sürsün.
Bu vesileyle kendisine bir önerim de olacak: Patronu Meltem Demirören Oktay'a gitsin ve desin ki "Meltem Hanım, iki yıl önce işten attığımız 45 gazetecinin kıdem ve ihbar tazminatlarını hâlâ ödemedik, ayıp oluyor. Hem de mevcut çalışanlarımız açısından kurumumuzun güvenilirliği kuşkusu yaratıyor. Kötü bir kurum içi iletişim yapmış oluyoruz. Modern insan kaynakları yönetimi bu tür konularda hassas olmayı gerektiriyor. Şirketlerimizin, gazetecilerin canla başla çalışmaya istekli kurumlar haline gelebilmesi için yükümlülüklerimizi istisnasız ve zamanında yerine getirdiğimizi göstermemiz çok önemli."
Tabii bunları aynen kelime kelime söylemesi gerekmiyor.
Kendisi ödüllü bir insan kaynakları yöneticisi olduğuna göre eminim benden daha iyi ifade edebilecektir.
Meltem Hanım'a benim de bir küçük notum olacak: 45 gazetecinin kıdem tazminatlarını ödemeyerek ne kadar kârlı bir iş yaptığınızı düşündüğünüzü bilmiyorum. Pandemi yüzünden yargılama gecikmemiş olsaydı, bu tazminatları ödemek zorunda kalacaktınız.
26 çocuklu, 45 aileyi bir yılbaşı öncesi, beş kuruş ödemeden sokağa attığınızı arada bir hatırlıyor musunuz? Bu sizde hafif de olsa bir vicdan sızısı yaratabiliyor mu?