Dün akşam üzeri Cumhurbaşkanı’nın bir kabine toplantısının ardından açıklama yapacağını öğrendiğimde "herhalde eleştiriler etkisini gösterdi, Cumhurbaşkanı şimdi derli toplu bir destek planı açıklayacak" diye düşünmüştüm.
Söz konusu olan Erdoğan ise bu kadar derin düşünmemem gerektiğini biliyordum ama insan yine de bu olağanüstü durumun, bazı şeyleri değiştirebileceğini ümit etmek istiyor.
Açıklamanın özeti şu: Dünyanın her yerinde, devletler, bu zor günleri atlatabilmeleri için kamu kaynaklarını vatandaşlarına vermek ile ilgili planlar açıklarlarken, bizim planımız vatandaşın devlete para vermesi olarak ortaya çıktı.
Vatandaşlar devlete verecek, devlet de bunu ihtiyaç sahiplerine verecek!
Türk olmak kolay değil tabii!
Almanlar, Kanadalılar, Amerikalılar filan işte bu yüzden bizi kıskanıyorlar.
Ve yüce gönüllü devletimiz ahiret hayatımızı da garanti altına almak için yol da gösteriyor: Fitre ve zekatlarınızı da bu işe yatırın!
Acaba bir promosyon da düşünülebilir mi?
Mesela 100 bin liranın üzerinde yardım yapanlara Diyanet İşleri Başkanı’nın imamlığında Beştepe’de cuma namazına katılma fırsatı?
Ya da 50 bin lira verene, İstanbul Müftüsü imamlığında Süleymaniye’de ikindi namazı?
5 bin lira bağışlayanların ölmüşlerinin ruhuna gönderilmek üzere 41 adet Yasin?
Cumhurbaşkanı, gerekirse muhtarları da devreye sokarak bu yardımların yerine ulaşacağının garantisini de veriyor!
Hatırlıyor mu bilmem?
15 Temmuz şehitleri ve gazileri için toplanan 338 milyon lira yardım hâlâ dağıtılamadı.
Beşiktaş’ta terör saldırısında şehit ya da gazi olan polislerimiz için toplanan 52 milyon lira da hâlâ bankada duruyor.
Elazığ depremi için toplanan 73 milyon lira ne oldu, onu da henüz bilmiyoruz.
Şu yardımları bile dağıtmayı yıllardır başaramayan devletimiz, şimdi virüs krizinde zor duruma düşenler için yardım kampanyası açıyor.
Toplanacak bu para önümüzdeki üç – dört yıl içinde dağıtılır mı dersiniz?
Harvard Üniversitesi’nden iki psikolog (Jerome S. Bruner ve Leo Postman), algı konusundaki bir deney için 24 yüksek lisans öğrencisi ile anlaştığında yıl 1949 idi.
Deney aslında çok basitti: Öğrencilere tek tek iskambil kağıtları gösteriliyor ve ne olduklarını söylemeleri isteniyordu.
Kartlar sıradan, herkesin bildiği iskambil kartlarıydı ama içlerinden bazılarıyla oynanmıştı. Destede "kırmızı" bir maça altılısı ile "siyah" bir kupa dörtlüsü vardı.
İskambil ile ilgilenmeyen okuyucular için normal maça işaretinin siyah, kupa işaretinin kırmızı olduğunu belirteyim.
Kartlar hızla dağıtılırken öğrenciler genellikle bu tersliğin farkına varmıyorlardı.
Kırmızı maça altılısını kupa altılısı, siyah kupa dörtlüsünü maça dörtlüsü olarak algılıyorlardı.
Kartlar yavaş dağıtılmaya başlanınca gördüklerini anlamlandırmak için düşünmeye başladılar.
Kırmızı maça altılısı ile karşılaşanlardan bazıları rengin "kahverengi" olduğunu, bazıları "pas lekeli siyah" olduğunu söylüyordu. Bazıları ise tam anlamıyla afallamıştı.
Deneklerden sadece biri, sembollerin ters ya da yerlerinin değiştirilmiş olduğunu söyledi.
Söz konusu deneyin bulguları "Aykırılıkların Algılanması Üzerine: Bir paradigma" başlıklı bir makaleyle yayımlandı. Makaleyi ilgi çekici bulanlardan biri de saygın bilim tarihçisi Thomas Kuhn idi.
Kuhn, deneyin gerçek bir paradigma olduğunu yazmıştı. İnsanların, rahatsız edici bilgiyi, zihinlerinde nasıl işlediklerini ortaya koyuyordu.
İlk tepkileri, gördüklerini, bildikleri bir çerçevenin içine oturtmaya çalışmaktı. Uygunsuzluk işaretleri, mümkün olduğunca göz ardı ediliyordu; kırmızı maça, "paslı siyah" ya da "kahverengi" görünüyordu.
Anormalliğin fazlasıyla göz batar hale geldiği anda ise kriz ortaya çıkıyordu.
Psikologlar buna "Aman Tanrım Tepkisi" adını verdiler.
Deneklerden birisi deney sırasında "maça sembolünün ne olduğundan bile artık emin değilim, aman tanrım" demiş; psikologlar da araştırmanın bulgularına isim ararken ondan esinlenmişlerdi.
Thomas Kuhn, daha sonra Bilimsel Devrimlerin Yapısı isimli önemli eserinde bu durumun sadece bireysel algılar ile ilgili olmadığını bütün sorgulama alanlarını şekillendirdiğini yazacaktı.
Şimdi iskambil destesinin yerine AKP’yi koyalım.
Kendisini, kimsesizlerin "kimsesi", ezilenlerin sözcüsü, diklenmeden dik durmanın adresi diye bize anlatan AKP’yi.
Doğal olarak deneydeki deneklerin yerini de bizler almış oluyoruz.
Destenin içinde "kırmızı maça, siyah kupa" filan var ama onu bir kere bir iskambil destesi olarak kabul ettiğimiz için bunları çok da fark edemiyoruz.
Müteahhitlere kepçeyle dağıtılırken, işçiye göz damlalığıyla bile verilmeyen kamu kaynakları kırmızı maça.
Bir kriz anında gözlerini "piyasalara" dikmeleri ama sıradan insanların başına nelerin geldiğiyle hiç ilgilenmiyor olmaları da siyah kupa!
Koronavirüs salgını gösterdi ki iskambil destesinin içinde çok sayıda hileli kart var.
Ortaya çıktı ki emeğiyle geçinenler, küçük esnaf, küçük sermaye sahibi onları hiç ilgilendirmiyor.
Onların sevdikleri sıralamasında müteahhitler, zenginler baş köşede.
Zaten farkındaysanız en iyi arkadaşları da onlar.
Sermaye örgütlerinin temsilcilerini toplayıp, ekonomik kararlarını açıklarlarken onlara espri bile yapıyorlar.
İşsizler ne olacak, işini kaybedenlere hangi paket yardım edecek? Bunları duymazdan geliyorlar.
"Çalışmazsam aç kalırım, nasıl evde kalayım" diyen TIR sürücüsüne sopa düşüyor, karakola çekiliyor, "yurtdışına çıkma yasağı konularak" evine gönderiliyor.
Buna karşılık, Reis’in en sevdiği zenginlerden birinin yeğeni, parmağındaki yüzüğü gözümüze sokarak sıradan insanların rüyasını göremeyeceği koronavirüs testi ile çocuk eğliyor. Ona soruşturma elbette yok!
Memleketin siyasal İslamcılarının, mevcut düzen ile hiçbir sorunlarının olmadığını, onun olanaklarından yararlanmak için neredeyse birbirlerini ezdiklerini görüyoruz.
Anormallik artık saklanamaz durumda.
Koronavirüs musibeti, eşitsizlik düzeninin din örtüsü altına saklanamaz hale gelmesini de sağladı.