Türkiye'nin gündeminde "başörtüsü" ile ilgili bir sorun olduğunu, CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu'nun çıkışı ile öğrendim.
Bu sorunu çözmek için CHP'nin hazırladığı yürürlük ve yürütme maddeleri hariç 1 maddelik bir kanun teklifi de TBMM Başkanlığı'na verildi.
Kanun teklifinin hayli garip olduğunu söylemeliyim.
"Kıyafet devrimi" ile ilgili kanunlar bile kadınların kılık kıyafetleriyle ilgili bir düzenleme yapmamıştı.
"İnkılap kanunları" erkeklerin ve din adamlarının giysileri ile ilgili kuralları içeriyordu.
CHP'nin teklifi ile garanti altına almak istediği konu esasen kurumların aldığı kararlarla ve yönetmelik değişiklikleriyle çözülmüştü.
Üniformasının ya da görevi gereği giymek zorunda olduğu cüppe, önlük vs. üstünde başını örtmek amacıyla bir aksesuar kullanan kadınlar artık her yerdeler.
Polis, subay, hekim, hâkim, avukat vs.
Bu durumu yadırgayanlar olduysa da sesli itiraz edenine de rastlamıyoruz.
Toplum, sessiz bir onayla bu durumu içselleştirdi, genç kuşaklar için ise böyle bir sorun zaten hiç olmamıştı.
Bugünden sonra da başını örtmek isteyen kadınlara, "başını açacaksın" diyebilecek kimsenin çıkma ihtimali de yok.
Bugün ve gelecekte "yaşam biçimine tehdit" diye bir kavramdan söz edecek isek bu başını örten kadınlara yönelik bir tehdit değil.
Konserleri yasaklatanların, pandemi bahanesiyle ilan edilen müzik yasaklarını devam ettirenlerin hedeflerine koydukları yaşam biçimi, kadınların baş örtülerini tehdit etmiyor.
Tam tersine tehdit altında olan modern yaşam tarzını tercih eden kadınların kılık kıyafetleridir.
CHP Genel Başkanı'nın bu çıkışı yapmasındaki amacın politik olduğu, böylece AKP propaganda makinesinin elinden "CHP iktidara gelirse kazanımlarınızı kaybedeceksiniz" propagandasının alınacağı söyleniyor.
Oldukça naif bir yaklaşım olduğunu söylemeliyim.
AKP propagandası büyük ölçüde yalanlar üzerinden yürüyor, aynı yalanın tekrarlanacağından hatta daha beterlerinin bile yürürlüğe konulacağından kuşku duymamak gerek.
Mersin'de intihar bombasıyla katliam yapmaya kalkışan teröristin "CHP listesindeki gazeteci" olduğu yalanının daha mürekkebi kurumadı.
Yalan olduğu ortaya çıktığı halde ne AKP medyasında ne de İçişleri Bakanı'nda bir yüz kızarmasına tanık olduk, aynı yalanı büyük bir pişkinlikle sürdürüyorlar.
Camilerin yakıldığını, camilerde içki içildiğini, başörtülü kardeşimizin üzerine deri pantolonlu adamların işediğini uyduran havsala, daha neler uydurmaz ki.
Muhafazakârlar, başörtüsü gibi "kazanımlarını" korumak istiyorlarsa bilmelidirler ki kendi kazanımlarını koruyabilmenin yolu, başkalarının haklarını da savunmaktan geçer.
Buna da kısaca "demokrasi" diyoruz.
Memlekette gerçek bir demokrasi olursa ne muhafazakarların kazanımlarını bir gecede çöpe atabilmek mümkün olur ne de laiklik elden gider.
"Ya yarın seçimi kaybedersek ve başörtüsü yasakları geri gelirse" diye endişelenenler, mesela Osman Kavala'nın özgürlüğü için endişelenebilmiş olsalardı, sorunları çoktan çözülmüş olurdu.
Tersi de doğru.
Bugün "laiklik elden gidiyor" diye endişelenenler, geçmişte muhafazakârların kişilik hakları için endişelenmiş olsalardı, bugünkü endişelerini yaşamazlardı.
Temel insan haklarını ve ifade – inanç özgürlüğünü güvence altına alacak olan şey, demokrasinin tüm kurum ve kurallarıyla işliyor olmasıdır.
Her kesimin endişelerini giderecek sihirli formül işte burada:
"Hesap verebilir, liyakati esas alan bir idare, güçlü – bağımsız – tarafsız bir yargı, kanunları yaparken yürütmeyi de en geniş anlamıyla denetleyip, dengeleyecek yasama."
Bu, endişeli muhafazakârları da endişeli modernleri de geleceğe endişeyle bakmaktan koruyacak tek formül.
CHP lideri bu politikaları nasıl bir ekiple oluşturuyor, bilmiyorum ancak tavsiyem şudur ki milletin ve memleketin gerçek meselelerine odaklansınlar.
Erdoğan rejiminin uydurduğu sanal sorunlarla boğuşmak yerine gerçek sorunlara nasıl bir çözüm getireceklerini anlatsınlar.
Hep yazıyorum bir kez daha yazayım: "Ben daha iyi yöneteceğim" yeterli ve tatmin edici bir açıklama da değil, vaat de sayılmaz!
Bugün Türkiye'de temel tehdit, üzerine İslami bir sos gezdirilmiş faşizmin ülkeye egemen olma çabasıdır.
Yazın verilen kısa bir aradan sonra yeniden TBMM gündemine getirilen sosyal medya yasası, seçim sonrasında yaşanabilecek gelişmelere karşı bugünden önlem almayı hedefliyor.
Erdoğan rejimi, kamu kaynaklarını kullanarak geleneksel medyanın önemli bir bölümünü tam kontrolüne aldı.
O gazeteler ve televizyonlar "gereğini yerine getirirlerken", buna direnenleri de RTÜK ve Basın İlan Kurumu marifetiyle sindirme faaliyeti tam gaz sürüyor.
Bunun dışında kalan internet haber sitelerinin ve sosyal medyanın kontrol altına alınmasıyla da iletişim faaliyetlerinin tümünün devletin kontrolü altına girmesi sağlanacak.
İdarenin keyfi kararlarıyla halkın haber alma hakkının askıya alınmasını sağlayacak bu kanun teklifinin, seçimlere bu kadar kısa bir süre kalmışken gündeme yeniden neden getirildiğini hepimiz biliyoruz.
Erdoğan rejimi bu konuda o kadar fütursuz ki gerçek amacını saklayacak "ambalaj – makyaj" çabasına bile girmiyor.
Gülşen'in orkestra arkadaşına yaptığı sıradan bir şakanın bile ne hale getirildiğini hatırlayın ve bu sosyal medya yasasının nasıl kullanılacağını anlayın.
Türkiye, askeri darbe dönemlerini hatırlatacak bir açık faşizm dönemine giriyor.
Sosyal medya düzenlemesi kılığında yapılacak olanlar, Anayasal haklarımıza yönelik bir sivil darbe girişiminden başka bir şey değildir!
Mehmet Y. Yılmaz kimdir? Mehmet Yakup Yılmaz, 1956 yılında Malatya'da doğdu. İlkokulu Antalya Devrim İlkokulu'nda, orta okul ve liseyi parasız yatılı olarak Denizli Lisesi'nde okuduktan sonra Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi İktisat ve Maliye Bölümü'nden 1977 yılında mezun oldu Gazeteciliğe SBF öğrencisi iken 1975 yılında Ankara'da Mehmet Ali Kışlalı yönetimindeki Yankı Dergisi'nde başladı. Derginin Yazı İşleri Müdürlüğü görevini de bir süre yürüttü. 12 Eylül 1980 darbesi öncesinde Türk İş'e bağlı Yol İş Federasyonu ve YSE - İş sendikalarında basın müşaviri olarak görev yaptı, sendika gazete ve dergilerini yayınladı Askerlik görevini Kara Harp Okulu'nda tamamladıktan sonra İstanbul Gelişim Yayınları'nda mesleğe döndü. Gelişim Yayınları'nda Erkekçe ve Bilim dergilerinin Genel Yayın Müdürü Yardımcılığı ve ardından Gelişim TV Dergisi Genel Yayın Yönetmenliği görevlerinde bulundu 1985 yılında Hürriyet'e geçti ve Hürriyet Dergi Grubu'nu kurdu. Tempo, Blue Jean, Playmen gibi dergileri yayınladı. Daha sonra Dönemli Yayıncılık Genel Müdürlüğü görevine getirildi. Ercan Arıklı ile birlikte Dönemli Yayıncılık'ın 1 Numara Yayıncılık'a dönüşmesi sırasında Genel Müdürlük görevini üstlendi. Aktüel, Cosmopolitan, Penthouse, Oya gibi dergilerin kurucu genel yayın müdürü oldu. Bugüne kadar 30'u aşkın derginin kuruculuğunu yaptı. 1995 yılı başında Posta gazetesini yayınladı. Aynı yılın sonunda Fanatik gazetesini, 1996 yılı sonunda da Radikal gazetesini kurdu, genel yayın müdürlüğünü yürüttü. 2000 yılında Milliyet Gazetesi Genel Yayın Müdürlüğü görevine getirildi. Bu görevi 5,5 yıl sürdürdükten sonra Doğan Burda Dergi Grububu'nun CEO'luğu görevini üstlendi. 2005 yılından 2018 Eylül ayına kadar Hürriyet gazetesinde köşe yazarlığı yaptı. Ekim 2018'den itibaren T24'te yazmaya başladı. Gazete köşe yazılarından derlenen "Kırmızıyı Seçtim, Aşk Mavinin Altındaydı", "Benden Selam Söyleyin Bütün Aşklarıma", "Aşktan Sonra Hayat Var Mı", "Şaşırma Duygumu Kaybettim, Hükümsüzdür" isimli kitapları yayımlandı. "Aşk Herşeyi Affeder mi" isimli uzun hikâyesi de kitap olarak yayınlandı. "Türkiye medyasında en çok yayın başlatan gazeteci" olan Mehmet Y. Yılmaz, güncel politik gelişmelerin yanı sıra, deneme tarzındaki yazıları ile futbol üzerine yaptığı yorumlarıyla da biliniyor. |