Nişantaşı Üniversitesi, yönetimden "ücret eşitliği, yemek ve ulaşım" gibi talepleri olan bir grup araştırma görevlisini işten çıkardı.
İşten çıkarılan araştırma görevlilerinin sayısı ile ilgili kesin bir bilgiye ulaşamadım, haberlerde sayılarının "20 civarında" olduğu belirtilmiş.
Türkiye'de her şey gibi gazetecilik de geriliyor.
Ne demek "20 civarında"? 18 kişiden mi söz ediyoruz, 22 kişiden mi?
Türkiye'de özel üniversiteler, biliyorsunuz "vakıf" kılığında faaliyet gösteriyorlar.
Bir "vakıf" kuruluyor, bu vakıf belli bir bütçeyi taahhüt ediyor, YÖK izinleri filan tamamlanınca, üniversite kuruluyor.
Aslında kâr amacı taşıyan şirketler bunlar, vakıf filan değiller.
73 vakıf üniversitesinden kaçının giderleri bir vakıf tarafından karşılanıyor, kaçı eğitim ticareti yapıyor, bilemiyorum. YÖK'ün de bildiğini zannetmiyorum.
Bildiğim gerçek şu ki bu "üniversitelerin" çok azı gerçek üniversite.
Bilim üretileni yok denecek kadar az, iki elin parmaklarını bile bulmaz.
Bunların çoğu yüksek liseden daha ileri kurumlar değiller.
Eğitim ticareti öncelikli olduğu için de özellikle genç öğretim üyelerinin, araştırma görevlilerinin neredeyse "boğaz tokluğuna" çalıştırıldığı kurumlar bunlar.
Kamu üniversitelerinde de durum çok farklı değil elbette ancak oralarda çalışanların hiç olmazsa iş güvenceleri daha sağlam.
Bir sabah "20 civarında" araştırma görevlisini üniversiteye çağırıp, işten atmak kamuda söz konusu olmuyor.
İşten çıkarılma gerekçeleri "performans düşüklüğü"!
Bir akademisyenin performansı nasıl ölçülmeli?
Yaptığı akademik yayınların niteliğiyle mi? Yoksa sayısıyla mı? Girdiği ders saati süresiyle mi? Doktora tezindeki atıf sayısıyla mı? Kütüphanede geçirdiği saatle mi? Salla başı al maaşı yapmasıyla mı?
Yoksa "hak arama" konusundaki kararlılık mı, performans değerlendirmesinde etkili oluyor?
"Performansı düşük 20 civarında araştırma görevlisini" istihdam etmeye karar veren üniversite yönetiminin performansını nasıl ölçmeliyiz peki?
Bir üniversite yönetimi bu kadar yanılmış olabilir mi?
Yanılmadıklarını söyleyebilirim. Performans, işten çıkarmak için uydurulmuş bir gerekçe ve asıl neden ekonomik.
Üniversite bir şirket gibi yönetiliyor, "maliyetleri düşürelim" denilince de önce akla diğer bütün Türk şirketlerinde olduğu gibi işten adam çıkarmak geliyor.
Üniversite yönetimi biliyor ki dışarda bu iş için bekleyen daha çok araştırma görevlisi bulmaları da mümkün.
Onun için rektör yardımcısı sokak kabadayısı gibi hak arayanların üzerine yürüyebiliyor.
Bu işi bu hale getiren AKP hükümetinden başkası da değil.
Yolun başında başka işlerde olduğu gibi bu işte de Fetullahçı çete ile ortaklardı.
Onların tasfiyesinin ardından iş birliğini başka tarikatlarla ve kamu kaynaklarıyla kurulan, esasen siyasetin finansmanı için kullanılan vakıflar eliyle sürdürüyorlar.
Onun için bu gidişatı düzeltmelerini beklememek de gerekiyor çünkü istedikleri zaten buydu.
Muhalefet ittifakının bununla ilgili bir planı var mı acaba?
Üniversitesi böyle sefilleştirilmiş ve bilim üretme çabasından uzaklaşmış bir ülkenin geleceği de olamaz.
Covid - 19 kaynaklı yasaklar birer birer tarihe karışıyor.
Alış – veriş merkezlerinde filan artık maske takan da kalmadı.
Görebildiğim kadarıyla maske sadece metroda zorunlu, onun dışındaki yerlerde keyfe keder.
Kapalı yerlere girerken aşı sorgulaması zaten yoktu şimdi HES kodu sorgulaması da kalktı.
Çünkü belli ki artık sürü bağışıklığı hedefleniyor, bu süreç içinde ölen ölecek, kalan sağlarla yola devam edeceğiz.
"Birçok kişi Covid'i artık hafif geçiriyor, bazı kişiler semptom bile göstermiyor" diye seviniyoruz ama Covid geçirenlerde görülen kalp krizlerinin, hatta körleşmenin yaygınlaşmakta olduğunu gösteren araştırmalar da ortada duruyor.
Hükümetin, salgının en başında ilan ettiği yasaklar içinde bir tanesi var ki hâlâ sürüyor.
Bu da canlı müzik yapılan işletmeler ile ilgili yasak.
Bu yasağın mantığı ve anlamı nedir?
Bilmiyoruz.
Her gün bir şeyler söyleyen Sağlık Bakanı da çıkıp bir açıklama yapmıyor.
"Bu yasak şu şu nedenlerle sürüyor" diyemiyorlar.
Çünkü bununla ilgili söyleyebilecekleri bir şey yok.
Ya çıkıp "evet, biz bu tür eğlence yerlerine karşıyız; insanların böyle eğlence yerlerine gitmelerini istemiyoruz, kanunen engelleyemediğimiz bir işi böylece salgın hastalığın arkasına saklanıp engelleyebiliyoruz" diyecekler ya da susacaklar.
Susmayı tercih ediyorlar çünkü kafalarının içindeki bazı şeyleri açık açık söyleyemeyeceklerini biliyorlar.
Bu yasağın hala devam ediyor olmasının başkaca bir anlamı yok.
Ellerinden gelse bütün içkili eğlence yerlerini ve lokantaları da kapatacaklar ama şu an için güçlerinin buna yetmeyeceğini biliyorlar.
Lafa gelince maşallah bol bol sallıyorlar: Kimsenin yaşam biçimiyle sorunumuz yok diyerekten!
İnsanların yaşam biçimleriyle derdiniz yoksa bu yasağın hâlâ sürmesi anlama geliyor peki?