Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı, yurt dışında 14 ayrı şirket kurmuş.
Şaşırmayın, bu bilgiyi bizzat bakanın kendisi verdi.
Bakanlığın, yurtdışında kurduğu 14 şirket ile "faaliyette bulunduğunu", Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı'nın, İyi Parti Milletvekili Yasin Öztürk'ün soru önergesine verdiği yanıt ile öğrendik.
Şirketler, Jersey Kanal Adaları, Finlandiya, Rusya, Lüksemburg, ABD, Çin ve Hong Kong'da kurulmuş.
Bu şirketler, "boru hattı çalışmaları, saha servis hizmetleri, petrol ve petrol ürünleri ticareti, bor ürünlerinin pazarlama ve satışı, elektrik enerjisi üretimi, işletilmesi, bakımı, onarımı ve rehabilitasyonu, elektrik ticareti, yakıt ve atık yönetimi alanlarında" faaliyet gösteriyormuş.
Bütün bu işleri neden Türkiye'den yürütemiyorlar da yurtdışında, bazıları da vergi cenneti sayılan ülkelerde yapmaya çalışıyorlar?
Nedeni çok açık: Türkiye'de geçerli ihale mevzuatından kurtulmak, Sayıştay denetimine tabi olmamak, kamuoyunun gözünden uzak olmak için!
Bir soru daha sorayım: Türkiye'de, devlet, bugün geçerli ihale mevzuatının yarattığı engeller nedeniyle ihale yapmakta zorlanıyor mu?
Yanıtı açık: Hayır.
Kamu İhale Kanunu, devlet ihalelerinde yolsuzlukların önlenmesi, ihale süreçlerinin şeffaf hale getirilmesi için 22 Ocak 2001 tarihinde yürürlüğe girdi.
AKP'nin iktidara geldiği 3 Kasım 2002'den bugüne kadar geçen iktidar sürecinde hepsi 70 maddeden oluşan bu kanunda 191 kez değişiklik yapıldı.
Milyar dolarlık ihaleler bile artık kapalı kapılar ardında, davet usulü yapılıyor, idare kime isterse ihaleyi ona veriyor.
Yani bu şirketlerin aralarında vergi cennetleri de olan ülkelerde kurulmasının, ihale süreçlerinin kolaylaştırılmasıyla bir alakası olamaz.
O zaman düşünelim: Ne ile alakası olabilir?
Yurtdışında kurulmuş, kurulduğu ülkenin kanunlarına tabii şirketleri, millet adına denetleme görevini yerine getiren Sayıştay denetleyebilir mi? Hayır, denetleyemez.
TBMM denetleyebilir mi?
Hayır, denetleyemez.
Bu şirketlerin her türlü ahlaki ve kanuni denetimden uzak vergi cennetlerinde kurulmuş olmasının amacı "vergiden kaçınmak" olabilir mi?
Niye olsun? Devlet, kendinden vergi mi kaçıracak? Tamamen mantıksız değil mi?
Devletin, sağ eliyle kazandığını, sol eliyle kendisinden kaçırmasına gerek var mı? "Kimsenin denetleme olanağına sahip olmadığı, başında bulunan kişinin aklına estiği gibi yönetebildiği şirketler, niye kurulur" sorusunun yanıtını kendinize veriniz.
AKP iktidarının, bu tür akçalı işleri ısrarla denetimden kaçırma çabası neye işaret eder?
Bu sorunun yanıtını da kendinize veriniz ama kimsenin duyamayacağı şekilde, içinizden fısıldayarak!
Gazeteci arkadaşım Melis Alphan hakkında "örgüt propagandası yaptığı" iddiasıyla dava açıldı.
Melis, 7,5 yıla kadar hapis cezası istemiyle yargılanacak.
Bu dava, Türkiye'de son zamanlarda basına karşı giderek şiddeti artan susturma, sindirme kampanyasının bir parçası.
Melis'in işlendiği iddia edilen suçun tarih 21 Mart 2015!
2 ay sonra üzerinden 6 yıl geçmiş olacak.
Melis Alphan'a yönelik suçlama, 2015 Nevruz kutlamaları sırasında çekilmiş bir fotoğrafı sosyal medyada paylaşmış olması. Meğerse fotoğrafta "örgüt bayrağı" da bir ucundan görünüyormuş.
2015 Nevruz'unu hatırlıyor musunuz bilmem.
Hani, Abdullah Öcalan'ın mesajının Kürtçe olarak meydanda okunduğu ve ulusal kanallardan canlı olarak yayımlanan kutlamalar vardı ya, işte o.
O tarihte Başbakan Yardımcısı olan Yalçın Akdoğan'ın "Nevruz, süreçte (barış sürecini kast ediyor) önemli kilometre taşı olacaktır. Çatışmayı demokrasi ateşinde yakacağız" dediği Nevruz kutlaması!
PYD Eş Başkanı Asya Abdullah'ın da meydanda bir konuşma yaptığı kutlama!
Ve şimdi o kutlamalar sırasında çekilmiş bir fotoğrafta görülen bir "örgüt bayrağı", bir gazeteciyi hapse tıkmak için gerekçe yapılıyor!
Neden acaba? Türkiye Cumhuriyeti adliyesinin aklı yeni mi başına geldi?
Türk adliyesi, zürafa fıkrasındaki gibi sabah ayağını taşa vurunca, üç gün sonra mı çığlık atıyor?
Böyle bir şey yok tabii.
Belli ki muktedir, Melis Alphan'ın yazdığı bir şeye sinirlenmiş, emri vermiş, adliyemiz de ikiletmiyor.
Savcı beye hatırlatayım ki 2015 Nevruz kutlamalarında dava konusu edilebilecek bir şeyler arıyorlarsa, baltayı taşa vurma ihtimalleri çok yüksek.
Keşke davayı açmadan önce o günkü gazete haberlerine bir göz atmış olsalardı.
Belli ki Melis'i taciz etmek için bir suç uydurmaya çalışmışlar, bula bula bunu bulmuşlar.
Devlet büyüklerimiz 10 Ocak Çalışan Gazeteciler Günü'nde telefonlarımıza mesaj yağdırmak için birbirleriyle yarıştılar.
Keşke bu iş için harcadıkları mesaiyi, utanma duygularını geliştirmek için harcasalardı.
Medyanın tek seslileştirilme projesi çerçevesinde meslekleri ellerinden alınmak istenen bir grup gazeteci arkadaşımız, Zafer Mutlu'nun liderliğinde yeni bir gazeteyi hayata getirdiler.
Oksijen, Cuma günleri piyasaya çıkacak bir hafta sonu gazetesi olarak tasarlanmış olmakla birlikte, ondan biraz daha fazlası aslında.
Dün gazetenin matbaadan gelmesini bekleyen arkadaşlarımın heyecanlarını paylaşmak için yanlarındaydım.
Ne yalan söyleyeyim, bu heyecanı özlemişim.
Sadece yeni bir yanının, bir gazeteciye verdiği heyecandan söz etmiyorum.
Yeni bir yayının, bağımsız gazeteciliğin varlığını bu ülkede her şeye rağmen sürdürebileceğini göstermesinin verdiği bir heyecan bu.
Değerli yazarların, önemli muhabirlerin ve editörlerin el ele vererek yarattıkları bu ürünün yaşatılmasında, medyanın bugünkü halinden yakınan okuyucuların da rolünün olduğuna inanıyorum.
Şikayet etmek sorunlarımızı çözmüyor, kendi üzerine düşeni yapmaya çalışanlara destek olmak da gerekiyor ki bunun için okuyucuya düşen, bir gazete satın almaktan ibaret.
Ve benim için bu gazetenin çok sevindirici bir diğer yönü de var:
Selahattin Duman, ölümün kıyısına gidip döndüğü çok ağır trafik kazasının ardından, Oksijen ile yeniden sahalara dönüyor.