“Hayatım bir film şeridi gibi gözlerimin önünden geçti…”
T24 yazarı Metin Münir, 90’lı yıllarda uzun süredir ortalarda gözükmeyen Tekel birasının yeniden canlanması üzerine bir yazı yazmış, bakkalda rastladığı Tekel birası şişelerinin yarattığı şaşkınlığı böyle anlatmıştı. Zira Tekel birası, 70’li yılların köhneyen devletçiliğinin, yokluk ve karaborsa yıllarının, paranın pul olduğu enflasyon döneminin birasıydı ve yazarımızın o kasvetli ortamdaki gençlik yıllarına damgasını vurmuştu. Konyak tutkunlarıyla bir araya gelip konyak ve “konyakgillerden” brendileri tattığımız Gusto Konyak Günü’nde, eski içkilerin tutkunu Emre Kahraman’ın sergilediği müthiş kanyak koleksiyonunun önünde ben de benzer duygulara kapıldım.
Neler yoktu ki koleksiyonda: Erken Cumhuriyet döneminin, Eskişehir, Yıldız gibi özel sektör “konyak”ları… İçkinin devlet tekeline alınmasından sonraki, İhap Hulusi etiketli ilk Tekel konyağı… Fransızlar konyak ismini tescil edince değiştirilen ismiyle “kanyak”lar… Üzüm desenli en eskileri, tombul şişedekiler, ilk gençliğime denk gelen kar kristali ve güneş desenliler, yassı yassı kahverengi şişeler… Çalkantılarla dolu 80 yılın sessiz tanıkları… Ve anılar: Kış günleri pardesü cebinden yassı şişeyi çıkarıp birer fırt çeken ağabeylerimiz, Cağaloğlu’nun gürültülü gazete odalarında çekmecelerden çaktırmadan kanyak eklenen “mazotlu” çaylar, boğazımızdan cam kırıkları inercesine yaktığı dönemleri, bir ara düzelişi ve bir restoranda sorduğumda tepeden bakarak “Bizde kanyak filan bulunmaz beyim. İsterseniz Fransız konyağı getireyim” diyen şef garson, Kanyak fabrikasında müdürün elinden tattığım tereyağ gibi 19 yıllıklar… Ve son 10 yıl, kanyaksız yıllar…
70 yılı aşkın bir süre devlet eliyle üretilen, devlet tekelinin rekabete ve özel sektöre kapalı tuttuğu kanyak, aslında ekonomik koşulların bir ürünüydü. İmparatorluk parçalanıp Cumhuriyet kurulduğunda, yeni devletin kasası bomboştu. Ekonomi öylesine cılızdı ki, Merkez Bankası’nın sermayesi bile bir Amerikan firmasına kibrit tekeli imtiyazı verilerek sağlanabilmişti. İçki sektörü ilkel ve sağlıksızdı, küçük imalathanelerde kimi güzel olsa da kimisi de çok berbat ne idüğü belirsiz içkiler üretiliyordu. Daha çok rakı yapılıyordu, Vatan, Bosfor, Yıldız, Şirak, Eskişehir gibi isimler altında da tek tük konyak üretiliyordu. 1932 yılına gelindiğinde İnhisarlar (Tekel) İdaresi kuruldu ve yüksek alkollü içkiler devlet tekeline alındı. Ve Boğaziçi, İstanbul, Gaziayıntap, Nazilli, Yaluva gibi rakıların yanında bir de “suni konyak” üretildi. Devletin elinde fıçı ve bunlarda konyak yıllandıracak kadar zaman olmadığı için, Fransa’dan getirtilen özel bir tankın içine üzüm alkolü ve oksijen ayrı ayrı püskürtülüyor, alkol tankın içinde yapay olarak eskitilmiş oluyordu. Çıkan yumuşamış alkole karamel ve aromatik özler katılıyor, böylece suni konyak birkaç saatte elde ediliyordu. İhap Hulusi’nin Uludağ manzaralı etiketiyle çıkan Cumhuriyet’in ilk konyağı böyleydi. 1935’te Fransızlar bu içkinin orijinalini ürettikleri Cognac kabasabına isim tescili yaptılar ve farklı ülkelerdeki konyak isimlerini kaldırttılar. Tekel’ciler de “İçeni ısıtıyor, adeta kanı yakıyor” diyerek içkinin adını kanyak olarak değiştirdiler. Fıçılarda eskimeye de başladılar, buna da “Tabiî Kanyak” dediler. Doğalı çıkınca suni kanyak piyasadan çekildi, ama tabii kanyak bir marka ismi gibi hep kaldı…
Tabiî Kanyak Bozcaada ve Çanakkale civarının Karasakız üzümlerinden yapılıyordu. Bu üzümün içmek için çok zayıf ve asitli olan şarabı imbiklerden damıtıldığı zaman hoş kokular yayıyor, meşe fıçılarda bekletildiğinde de Fransızların konyağı kadar olmasa da güzel bir içki elde ediliyordu. Çanakkale’ye kurulan kanyak fabrikasında damıtılan ham içki tankerlerle Mecidiyeköy’e geliyor, şimdi yerine dev gökdelenlerin yükseldiği Likör Fabrikası’nda fıçılarda dinlendirilip şişeleniyordu. 40’lı, 50’li, 60’lı yılların kanyaklarını zaman zaman bulup tattık, güzel ve olgun içkilerdi. 70’lerde ise devletçilik iyice köhnedi, üretim özensizleşti, yeni fıçı alımları yapılmadı. Güçten düşmüş çok yaşlı fıçılarda kanyak olgunlaşamıyor, fena halde geniz yakıyordu. 90’lara gelindiğinde ise 9 modern imbik alındı, Fransa’dan Limuzin meşesi fıçılar geldi, kanyak birden güzelleşti. Ancak tam da bu sıralarda Tekel özelleştirme kapsamına alınarak kanyağın idam fermanı yazıldı.
2000’lerde Tekel özelleşirken, “özelleşme, güzelleşme getirecek” deniliyordu... Oysa öyle olmadı, dev kurumu alan özel sektör şirketi Mey İçki “Az üretiliyor, fazla da kazandırmıyor” diyerek kanyak üretimini durdurdu. 2008’de fabrika söküldü, Çanakkale’deki denize sıfır 50 dönüm arazi satılıp AVM yapıldı. Sökülen tesisin binlerce avroluk bakır imbikleri ise haraç mezat hurdacılara satıldı. Yıllar boyu Tekel’e üzüm satan Karasakız bağcılarının çoğu da bağlarını sökmek zorunda kaldı.
Artık bırakın keyif almayı, “Ne kadar da keskin, insanın boğazını yakıyor. Şunu bir düzeltemediler!” diye hayıflanacağımız bir kanyağımız bile yok… Fransa’dan İtalya’ya, İspanya’dan Almanya’ya, Kaliforniya’dan Güney Afrika’ya kadar dünyanın hemen tüm üzüm üretici ülkesinin onlarca kanyağı var ama dünyanın 5. bağcı ülkesi Türkiye artık bir litre bile kanyak yapmıyor. Piyasada Tekel kanyağını taklit ederek üzerine “Kanyak” yazan Türkçe markalı bir ürün var, o da Fransa’da damıtılıp Almanya’da şişelenerek Türkiye’ye ithal ediliyor. Yazlık tesislerde Rusların çılgına tükettiği, yüzbinlerce şişe satılan bu içki için Fransa’ya, Almanya’ya döviz ödeniyor.
Keskin soğuklarla ürperdiğimiz şu kış günlerinde bir yudum kanyakla ısınmaya çalışsak hem o eski kanyakların tadını bulamıyoruz, hem de yabancı ülkelerin bağcılarını, içki üreticilerini zengin ediyoruz. Damaklarımızda vahşi kapitalizmin, “çevre” ülkelerin yerel sektörlerini budayıp onlara kendi mallarını satan modern sömürgeciliğin acı tadı kalıyor.
Üzüm ülkesi, kanyağını özlüyor…