Geçen maç yazısına Gaziantepspor analiziyle başlamıştım. Ancak Galatasaray'da yeni bir dönem başlıyor artık. Maçları rakip üzerinden değil, doğrudan Galatasaray üzerinden okuma dönemine doğru ilerliyoruz süratle. Nedeni ise şu; Galatasaray kurduğu kadro itibariyle, kendi oyun anlayışını ve futbolunu rakibe kabul ettirmek zorunda olan bir takım artık.
İki nedenden. İlki eldeki futbol grubunun tecrübesi bakımından.
Galatasaray'ın oyuncu grubunda, milli takımlar düzeyindeki en üst dört turnuvayı da (Dünya Kupası, Avrupa Futbol Şampiyonası, Copa America ve Avrupa Uluslar Kupası), UEFA'nın düzenlediği bütün turnuvaları da (UEFA Şampiyonlar Ligi, UEFA Avrupa Ligi, UEFA Konferans Ligi) kazanmış futbolcular yer alıyor artık.
Ulusal kupalara gelince; bu kadroda yer alan futbolcular başta İngiltere olmak üzere 10 ayrı ülkede 20 kez lig şampiyonluğu, 23 kez de kupa şampiyonluğu etiketine sahipler. (Bu listeye Suudi Arabistan'ı eklemedim.) Yani Galatasaraylı futbolcular bugüne kadar kazandıkları kupaları tek bir müzede sergileseler, bu müzenin birçok ülke federasyonunun yanı sıra birçok elit kulübün müzesinden bile daha çok ilgi çekeceği açıktır.
İkincisi de kadro kalitesi bakımından. Şöyle bakalım; Okan Buruk'a sorsak "Kasımpaşa'dan kadronda görmek istediğin bir oyuncu olur mu hocam" diye, bu soruya "yok" diye yanıt verirdi. (Burada, Galatasaray'ın ikinci kampa götürmediği Aytaç Kara'nın Kasımpaşa'nın önemli rotasyon oyuncularından birisi olduğunu da hatırlamalıyız.)
Ancak tüm bu güçlü yönlerine rağmen Galatasaray birisi konjonktürel, diğeri yapısal olmak üzere iki sorunlu alana sahip. Konjonktürel sorun şu; Galatasaray kadrosunda yer alan 28 futbolcudan 12'si Okan Buruk'la ciddi bir kamp dönemi geçirmedi. Yani takımın neredeyse yarısı Galatasaray'a ya ligin başlamasına yakın katıldı, ya da lig devam ederken. Dolayısıyla Okan Buruk'un elinde fizik kalite bakımından homojen bir kadro bulunmadığını söylemek yerinde olur.
Yapısal soruna gelince: Galatasaray'da bazı futbolcular yaşlarından ötürü hiçbir zaman tam performans veremeyecekler. Hatta bazı futbolcuların sembolik kıymeti, futbol olarak Galatasaray'a vereceklerinden daha değerli olacak belki de. (Galatasaray' kadrosunda 30 yaşın üzerinde yedi, 34 yaş ve üzerinde ise dört futbolcu yer alıyor.)
Demek oluyor ki bir yandan Galatasaray'ın yeni transferlerinden bazılarının ideal form düzeyine gelmelerine daha vakit var, diğer yandan da bazı futbolcuların hiçbir zaman kusursuz performans vermeyeceklerini kabul etmek gerekiyor. Bu sorunlara fikstür zorluğunu da eklersek (ilk dokuz maçın altısı deplasmanda) Okan Buruk'un bu süreçte daha dikkatli ve daha stratejik hareket etmek zorunda kalmış olmasını kolayca anlayabiliriz.
Dolayısıyla yine aynı noktaya geldik; Galatasaray ve hocası her maç öncesinde rakip analizine daha çok dikkat etmek zorunda hâlâ.
Bu nedenle de Galatasaray'ın Kasımpaşa karşısına, sadece kendi futbolunu oynamak için değil, aynı zamanda rakibin sorunlu alanlarını da dikkate alan bir planla çıkmış olduğunu düşünmek hiç de yanlış olmaz. Kasımpaşa analizinde Okan Buruk'un futbolcularının dikkatini iki konuda çektiğini düşünüyorum. İlki rakibin temposuz oyunu. İkincisi ise Kasımpaşa'nın sol kanat futbolcularının oyunun hücum yönüne daha çok yetenekli olması. Nitekim ilk yarı boyunca Galatasaray'ın sürekli olarak sağ kanattan hücum yapmasını, Okan Buruk'un maç stratejisinin uzantısı olarak görmek yerinde olacaktır.
Temposuzluğa gelince. Gerçekte bu sadece Kasımpaşa'nın değil, Galatasaray'ın da sorunuydu. Ve dün Galatasaray'ın bu alanda önemli bir adım attığını gördük.
Hatırlayalım; Galatasaray ilk beş hafta boyunca tempo bakımından rakiplerinin gerisinde kalmakla eleştirildi. Elbette tempoyu belirleyen birçok faktör var; başarılı driplingden atılan sprint sayısına, kat edilen mesafeden takımın boyuna kadar.
Ben burada tempoyu, ölçülebilir iki kriter üzerinden ele almaya çalışacağım. İlki hızlı paslaşma. Yani bir pasın kaç saniye içinde yapıldığı. Maalesef bu yazıları yazarken elimin altında oldukça zengin bir istatistiğin olmaması nedeniyle ne Galatasaray'ın, ne de diğer takımların ne kadar hızlı paslaştığını ölçebiliyorum. (Açık kaynaklardan takımların maç başına kaç tane pas yapabildiklerini görebiliyorum. Göremediğim şey, takımların maç boyunca topa ne kadar süre sahip olduğu.)
Tempoyu ölçmek için ikinci kriter ise hücumun şutla sonuçlanıp sonuçlanmadığı. Bunu yapılan pas sayısının şut sayısına bölünmesiyle ölçebiliyoruz.[1] Bu oranı açık kaynaklar üzerinden elde ettiğim toplam başarılı pas ve şut sayıları üzerinden hesaplamak mümkün.
Açık kaynaklardan edindiğim sayılar üzerinden hesapladığım bu oranlara bakınca dünkü maça kadar Galatasaray'ın Beşiktaş, Fenerbahçe ve Trabzonspor'dan negatif olarak ayrıştığı görülüyor. Şöyle ki, ilk beş hafta sayılarına göre Beşiktaş her 25.2, Fenerbahçe her 27.7, Trabzonspor ise her 28.2 pastan sonra rakip kaleye bir şut atıyor. Galatasaray'a gelince; ilk beş hafta sonuçları bize Galatasaray'ın ortalama 31.5 pastan sonra rakip kaleye bir şut çektiğini gösteriyor. Yani ilk beş hafta verilerine göre bu dört takım arasında en temposuz oynayan Galatasaray'dı.
Ancak dün Galatasaray'ın inanılmaz bir tempoya çıktığını gördük. Galatasaray dünkü maçta Kasımpaşa kalesine her 18.18 pasta bir şut çekti. Bu oldukça iyi bir oran.
Ancak burada üzerinde durulması gereken önemli bir detay var. O da şu. Beşiktaş daha doğrudan oynadığı için diğer üç takıma oranla daha az pas yapıyor. Aslında rakip kaleye atılan şut sayısına baktığımızda Beşiktaş'ın maç başına Galatasaray, Fenerbahçe ve Trabzonspor kadar şut attığını görüyoruz.
Başka bir deyişle, Beşiktaş rakiplerine göre maç başına daha fazla sayıda şut attığı için değil, rakiplerine oranla daha az pas yaptığı için (maç başına ortalama 288 başarılı pas) daha tempolu oynuyor.
Oysa Galatasaray dün 400 başarılı pas yaptı. Yani Beşiktaş ortalamasından 112 daha fazla. Rakip kaleye atılan şut sayısına gelince; Galatasaray'ın neredeyse Beşiktaş'ın iki katı kadar daha fazla şut çektiğini gördük dünkü karşılaşmada. Kasımpaşa kalesine tam 22 şut çekti Galatasaray. (Beşiktaş ortalaması maç başına 11.4 şut.)
Galatasaray'ın dün ne kadar doğrudan rakip kaleye indiğini ve ne kadar hızlı hücum yaptığını üç örnekte inceleyeceğiz.
Birinci örnek; dakika 49.23. Galatasaray kalecisi Fernando Muslera aut atışında uzun vuruyor. Top orta sahada Bafétimbi Gomis tarafından Dries Mertens'in önüne indiriliyor. O da hemen solundaki Sergio Oliveira'yı topla buluşturuyor. Portekizli oyuncu topu biraz sürdükten sonra rakip bekle stoper arasından koşu gösteren Kerem Aktürkoğlu'na gol pası veriyor. Aktürkoğlu vuruşunu yaptığında, aşağıdaki fotoğrafta da görüldüğü gibi yayıncının saati 49.34'ü gösteriyor. Yani Galatasaray 11 saniye içinde toplam dört pasla topa bir ceza sahasından diğer ceza sahasına, yani yaklaşık 90 metrelik bir yolculuk yaptırıyor.
Görüldüğü gibi doğru oynandığında kimse toptan hızlı değil.
Burada elbette Galatasaray'ın genç oyuncuları Kerem Aktürkoğlu ve Yunus Akgün'ün yaptıkları koşunun yanı sıra Gomis'in topu takım arkadaşına kazandırdıktan sonra rakip ceza sahasına yaptığı koşu da değerli.
Geliyoruz ikinci örneğe. Dakika 67.59. Yunus Akgün birkaç saniye önce kaptırdığı topu Sacha Boey'nin ayağını sokmasıyla kazanıyor ve Torreira'ya aktarıyor, o da Mertens'e. Mertens bu kez soldan akan Patrick van Aanholt'u topla buluşturuyor. Hollandalı oyuncu uygun zamanda Kerem Aktürkoğlu'nun önüne yuvarlıyor topu. Aktürkoğlu gol vuruşunu yaptığı anda maç saati aşağıdaki fotoğrafta da görüldüğü üzere 68.10'u gösteriyor. Yine 11 saniye içinde dört pas ve yine Kerem Aktürkoğlu'nun gol vuruşu.
Son örnek. Dakika 84.16. Muslera geri pasta topu uzun vuruyor. Kasımpaşa stoperi Sadık Çiftpınar karşılıyor bu uzun topu, ancak top Çitpınar'ın kafasından Yusuf Demir'in önüne sekiyor. Bu an sağda Milot Rashica, solda da Kerem Aktürkoğlu'nun ileriye fırladığını görüyoruz. Arkadan da Haris Seferoviç ileri doğru koşmaya başlıyor. Yusuf Demir biraz sürdükten sonra topu solundaki Aktürkoğlu'na veriyor. O da topla biraz mesafe kat ettikten sonra birden geriye dönüyor ve Yusuf Demir'e şut pası veriyor. Galatasaray bu an rakip ceza sahasında dörde üç çoğunluk sağlamış durumda.
Yukarıdaki fotoğrafta da görüldüğü gibi Yusuf Demir'in burada yapabileceği üç şey var. En sağda boş olan Rashica'ya pas vererek boş kaleye gol attırmak. İkincisi sağında bulunan Seferoviç'e pas vermek. Üçüncüsü de şut çekmek. O üçüncüyü seçiyor. Ancak Demir'in ters ayağıyla attığı şutu Çiftpınar bloke ediyor ve top kornere çıkıyor. Burada Demir'in şutunun istatistiklere kaleye çekilen değil, bloklanan şut olarak girdiğini ekleyelim. Demir şut attığında maç saati 84.29'u gösteriyor. Yani 13 saniye içinde Galatasaray topu kendi kalesinden rakip kaleye götürmüş durumda, ancak bu hızlı hücum golle sonuçlanmıyor.
Bu örneklere bakarak Galatasaray'ın tempo sorununu halletmek üzere olduğu gibi bir sonuca varmak çok mümkün. Ancak bu genelleme, biraz yanıltıcı olur.
Nedeni basit; Galatasaray bir körük gibi takım halinde açılarak ve kaparak oynayamıyor henüz. Tam tersine, hem hücumlarda, hem de rakip ataklarında ön grupla arka grup arasındaki bağlantının koptuğunu görüyoruz çoğu durumda.
Zaten dikkatli gözlemciler, buraya koyduğumuz hızlı hücum fotoğraflarında atağa katılan az sayıda Galatasaraylı futbolcunun varlığını görmüş olmalı. Aslında aynı şey Kasımpaşa hücumlarında yaşandı.
Galatasaray orta sahasının Kasımpaşa hücumlarında blok halinde hareket etmediğini iki örnek üzerinden göstermeye çalışacağım.
İlk örnek, dakika 34.29. Galatasaray atağa kalkarken Torreira top kaybı yapıyor ve böylece Kasımpaşa'nın geçiş hücumu başlıyor. Maç saati 34.31'i gösterdiği anın fotoğrafı aşağıdaki gibi.
Kasımpaşa'nın hızlı hücumunda Stéhpane Bahoken solundaki Valentin Eysseric'e oynuyor, o da solundaki Bersant Celina'ya. Kosovalı futbolcu 34.38'de şutunu attığı anı, aşağıdaki fotoğrafta görüyoruz.
Bu iki fotoğraf arasındaki fark bize, Galatasaray'ın orta sahasında oynayan iki oyuncunun, Oliveira ve Mertens'in kırmızı alarm durumunda bile keyfi bir koşuyla geriye dönmeye çalıştıklarını gösteriyor.
Geliyoruz ikinci örneğe. Dakika 73.28. Muslera aut atışını Emin Bayram'a oynuyor. Ancak pas almak için hiçbir takım arkadaşı hareketlenmeyince, Bayram topu uzun oynamak zorunda kalıyor. Topu, orta sahaya yakın bir bölgede Kasımpaşa'dan Ahmet Engin karşılıyor ve kafayla ilerideki takım arkadaşı Aytaç Kara'ya oynuyor. O da hemen sağındaki Yunus Mallı'yı görüyor. Yunus Mallı ise iki Galatasaraylı arasından arkadaşı Bahoken'le buluşturuyor topu. O da dakika 73.42'de, aşağıdaki fotoğrafta görülen şutunu atıyor.
Şimdi bu fotoğrafa bakalım. Kadrajda Muslera hariç beş Galatasaraylı var. Boey, Nelsson ve Aanholt aynı hizada, ama kimse Bahoken'in şutunu bloke edebilecek durumda değil. Yunus Mallı'nın tek pasla ekarte ettiği Emin Bayram ve Torreira ise şutu atan arkadalar ve Bahoken'i izliyorlar.
Bu fotoğrafta dikkat çeken başka bir şey daha var. Galatasaraylı savunma oyuncuları merkeze toplanmış durumda. İki kenar ise bomboş. Başka bir deyişle Galatasaray'ın kanatlarında oynayan forvetler açık biçimde takım savunmasını yalnız bırakmış durumda. Örneğin rakip sol beki kadrajda görülmesine karşın Galatasaray'ın sağ kanat forvet oyuncusu kadrajda yok. En sağdaki Kasımpaşalı oyuncu ise takım kaptanı Haris Hajradinoviç, bomboş durumda. Oysa karşısında Galatasaray'ın sol kanat forvet oyuncusu olmalıydı.
Kasımpaşa maçı Galatasaray adına tempo bakımından ileri gidişi, takım savunması bakımından da geri gidişi sembolize etti.
Burada elbette en kritik bölge orta saha. Galatasaray orta sahasının takım hücumlarında verdikleri kritik paslarla forvet bölgesini beslediğini Oliveira ve Mertens örneğinde gördük. (Burada Galatasaray'ın kazandığı ilk golde Torreira'nın Yunus Akgün'e verdiği blok kırıcı pası da hatırlamalıyız.) Ancak benzer biçimde Galatasaray orta sahasında oynayan Oliveira ve Mertens'in takım savunmasına pek yardım etmediğini de iki örnekle görmüş olduk.
Peki büyük fotoğrafta ne görüyoruz aslında?
Öncelikle takım hafızasının arada bir kaybolduğunu. Örneğin 88'inci dakikada berbat biçimde kullanılan serbest vuruştan sonra geri hat savunmasının çöktüğünü gördük. Maçın 88.18'uncu dakikasında Kasımpaşa iki pasla topu Galatasaray ceza sahasının önüne indirdiği anda bu bölgede beşe üç üstünlük sağlamıştı. (Aşağıdaki fotoğraf.) Galatasaray bu tehlikeyi topu zor bela kornere atarak savuşturdu.
Benzer biçimde Galatasaray'ın, Kasımpaşa karşısında daha önceki maçlarda edindiği köşe atışını karşılama hafızasını maç içinde yeterince geliştiremediğini gördük.
Bilindiği gibi Galatasaray rakibin köşe atışlarında, alan savunmasına ek olarak rakibin en tehlikeli oyuncusunu da Nelsson'la adam adama marke ediyordu. Ancak maçın 89'uncu dakikasında üst üste kazanılan Kasımpaşa köşe vuruşlarının ikincisinde rakibin en önemli korner silahının Bahoken değil, Sadık Çiftpınar olduğu görüldü. Yani Bahoken kadar Çiftpınar da adam adama savunulmalıydı. Ancak bu yapılamadı ve üçüncü köşe vuruşunda Çiftpınar takımının ikinci golünü kaydetti.
Bunlar elbette takım bir arada daha çok oynadıkça, daha çok çalıştıkça halledilecek konular.
Ancak konu Galatasaray ataklarında ve rakip hücumlarında takımın bir kum saati gibi ikiye bölünerek sahayı parsellemesine gelince burada bir nefeslenmek gerekiyor. Çünkü Kasımpaşa maçında Mertens ve Oliveira'nın takım savunması esnasında pozisyon seçtiklerini ve bütün rakip hücumlarında aynı refleksi göstermediklerini gördük.
Aslında Okan Buruk bu durumu biraz üstü örtük olarak maç sonrasında yaptığı basın toplantısında dillendirdi. Mertens ve Oliveira'nın hücumdaki katkılarına dikkat çekerek onların takım savunmasında yarattığı açığı Torreira ile doldurmaya çalıştıklarını söyledi.
İşte tam bu noktada önemli bir ayrımın eşiğinde bulunuyoruz. Aslında Galatasaray kadrosu oyunun en azından savunma yönünü daha iyi oynayabilecek orta saha seçeneklerine sahip. Ama asıl maharet takım savunmasını, oyuncuların hücumdaki yaratıcılıklarını koruyarak gerçekleştirmek.
Bu nedenle orta vadede en optimal çözüm iki şeyden geçiyor. İlki Oliveira'nın fizik kalitesini oyunun her iki yönünü de oynayabilecek seviyede artırmasından. İkinci olarak da Yusuf Demir'in hücum iştahını savunmada da göstermesini sağlamaktan.
Diğer yandan Galatasaray'ın kanatlarında oynayan forvet oyuncuları Kerem Aktürkoğlu ile Yunus Akgün'ün de düzenli biçimde defansa yardım getirmelerini sağlamak da önemli. Çünkü nasıl ki Mertens ve Oliveira maç içinde pozisyon seçiyorlarsa, bu iki futbolcu da savunmada pozisyon seçiyorlar. Ancak şu da unutulmamalı; Yunus Akgün ve Kerem Aktürkoğlu, rakip bekle birlikte geriye koşmayı bilmedikleri için bunu ihmal ediyor değiller arada bir. Bunun temel nedeni her ikisinin de fizik kalitesinin hiç durmadan ileri geri oynayabilecek seviyede olmaması. Bu çok açık.
Özetle, Galatasaray'ın tempoyu daha da artırmak için kat etmesi gereken mesafeler var. Galatasaray ancak bu mesafeleri aştığı zaman zaman körük gibi açılıp kapanan teknik direktör takımı olma yolunda önemli bir adım atacak, daha tempolu oynayacak.
[1] Bu değerlendirme için Hastalık Bu Futbol videolarını hazırlayan ekipten Timur Alican Doğmaz'a teşekkür borçluyum. @alicandogmaz