Türkiye için Eurovision Şarkı Yarışması, uzun yıllar "tek taraflı bir aşk" olmanın ötesine geçemedi. İlk kez 1975'te Semiha Yankı'nın sesinden "Seninle Bir Dakika" diyecek ve Eurovision maceramıza sadece Monako'dan alabildiğimiz 3 puanla başlayacaktık. Karşılıksız aşkın tohumları böylece atılırken, "Hasret tükenmez gibi"ydi henüz başarıya...
Sonrasında Ajda Pekkan'dan Neco'ya, birçok ulusal starla deneyecektik şansımızı... Ne Kayahan klasiği "Gözlerinin Hapsindeyim"i beğendirebilecektik Avrupalılara, ne de MFÖ'nün deneysel hiti "Di Day Di Day Day"ı... Hatta 1983 Münih'te Çetin Alp'in seslendirdiği "Opera" sıfır puan alınca (!) ülkece travma geçirecektik!
Bir tarafı "Batı bizi beğensin" diye çırpınan, diğer tarafı Batı'ya üstünlük kurma arzusuyla Eurovision'u "milli mesele" yapan, şaşkın bir âşık gibiydi 70'ler ve darbe sonrası 80'ler Türkiye'si...
Kimliğimizi ararken: Şebnem Paker
90'larda kendine yeni bir yön çizmeye çalışan toplumumuzun kafa karışıklığı Eurovision'a da yansıyacaktı. Artık yarışmaya starlar yerine adı daha az duyulmuş şarkıcılar gönderiyorduk. Ama "Türkçe sözlü hafif batı müziği"yle başarı gelmiyordu yine... Derken 1997 Dublin'de Şebnem Paker üçüncü oluyor, ülkeyi sevince boğuyordu! Gururlanmıştık gururlanmasına ama sazı, darbukası ve neyiyle, aşırı Doğulu tınılar taşıyordu "Dinle" şarkısı... Acaba o sayede mi sevmişti bizi Batı?..
Yoksa olmak istediğimiz gibi "tam Batılı" değildik aslında da Doğu'yla bir sentez miydik daha fenası?!..
"Tek taraflı aşk"ın sorgulanma evresi başlamıştı.
Âşıklar kavuşurken: Sertab'ın zaferi!
Şebnem Paker'in ateşlediği tartışmadan sonra Türkiye, ağır ekonomik krizlerle sarsılıp yolunu belirledi ve o zamanki tabirle yüzü Avrupa'ya dönük "ılımlı İslam"ı seçti. Ertesi seneki Eurovision şarkımız, bu senteze uygun olarak tarihte ilk kez İngilizce sözlerle yazılacak ve oryantal esintiler taşıyacaktı. Finalde Sertab Erener'in etkileyici sesiyle "Everyway That I Can", Türkiye'ye unutamayacağı bir birincilik yaşatıyordu. Daimî sunucu Bülent Özveren'in "Komşu komşuya puan verir!" klişesinde somutlaşan "Türk'ün Türk'ten başka dostu yoktur" ön yargısı yıkılıyor, âşıklar nihayet kavuşuyordu!
Avrupa Birliği'yle müzakerelerin hız kazandığı; Türkiye'nin AVM'ler, gökdelenler, otoyollar ve ucuzlayan ithal ürünlerle yüzünü Batı'ya döndüğü (ya da döner gibi yaptığı!) 2000'lerde, artık Eurovision'da ilk 3'e oynuyorduk hep...
Athena'dan Kenan Doğulu'ya, Sibel Tüzün'den Hadise'ye kadar tüm süper starlarımızla, "Batı kulübü"nün bir parçasıydık sonunda!..
2013: Her şey gibi Eurovision da gitti...
Bugün bir "halüsinasyon"u andıran o "altın dönem" sadece 9 yıl sürecekti. "Demokrasi"den yeterli gücü elde ettiğini düşünen iktidar, Türkiye üzerinde sınırsız bir otorite kurmaya soyunacak, "ılımlı İslam"ın bir maskeden ibaret olduğu anlaşılmaya başlanacaktı. 2013'te önce anlamsız içki yasakları konacak, hemen ardından Gezi Parkı protestolarında polis, ülkenin pırıl pırıl gençleriyle çatışacaktı.
Vizyonumuz 180 derece dönüşle "yerli ve milli"ydi bundan böyle.
Ne tesadüf ki aynı yıl, "oy sistemi adil değil" gerekçesiyle Eurovision'dan da çekilecekti Türkiye... Bir aşk hikâyesi tarihe karışırken son şarkımız, Can Bonomo'dan "Love Me Back" (Sen de Beni Sev!) olarak kalacaktı arşivlerde!..
Ertesi sene Avusturya'yı temsil eden "sakallı kadın" Conchita Wurst'un Eurovision'u kazanması "Yeni Türkiye"de infial yaratacak ve yetkililerin verdiği sert/homofobik tepkiler, Eurovision'la son bağımızı koparacaktı.
Eski sevgiliyle "ayrı dünyaların insanı"ydık artık.
Müzik ve aşk varsa her şey güzel olur!
Kimine göre sıradan ve demode bir şarkı yarışması Eurovision; kimine göreyse yılda bir kez olsun farklı kültürleri buluşturan, ABBA'dan Lordi'ye sürpriz isimleri bize tanıtan, favorisi aylar öncesinden tartışmaya başlanan, yaz mevsiminin müjdecisi, müzikal bir gelenek...
Dün 64'üncüsü düzenlenen Eurovision Şarkı Yarışması, bizim içinse şimdi hangi kanalda izleyeceğimizi bile bilmediğimiz, sadece meraklısına hitap eden bir "ecnebi etkinliği"; hayatımızdan "çalınmış" bir renk...
Tıpkı son yıllarda yapıl(a)mayan, Metallica'dan Slayer'a dev isimleri ağırlayan İstanbul'un görkemli rock festivalleri gibi... Tıpkı Star TV zamanı "çarşamba ritüeli"yken şifreli yayınla elimizden alınan Şampiyonlar Ligi gibi... Tıpkı yasaklı Wikipedia ve Paypal gibi; tıpkı "öcü" muamelesi gören Onur Yürüyüşü gibi...
İlginçtir ki günümüz dünyasında San Marino'yu Eurovision'da Serhat Hacıpaşalıoğlu temsil ederken, biz Türkiye'dekilerin payına ülkeyi kâbus gibi saran bir izolasyon düşüyor.
Ama şimdilik!.. Çünkü biliyoruz ki tarihte yasaklar gelir geçer, duvarlar yıkılırken insanlık, müzik ve aşkla ayakta durmaya devam ediyor! Aşk ve müzik oldukça, gelecekten umudu kesmemek gerekiyor.
Bir gün bir de bakmışız karanlık bulutlar dağılmış, yaz geliyor ve her şey çok güzel oluyor! İşte o gün bir de bakmışız şarkılarımızı yine yüksek sesle, hiçbir şeyden çekinmeden, aşkla söylüyoruz!