Libya, Arap ayaklanmaları dizisinin en tartışmalı bölümü. Komşuları Tunus...
Libya, Arap ayaklanmaları dizisinin en tartışmalı bölümü. Komşuları Tunus ve Mısır’ın tersine iç savaşa sahne olan, bu süreci kanlı yaşayan Libya, iç dinamikler kadar dış dinamiklerin müdahil olduğu, Arap baharının sadece halk inisiyatifi olmaktan çıktığı bir örnek. Tüm bu tartışmalı konumuna rağmen Libya ve Libya’dan sonra ayaklanacak ülkelerin yönetimlerinin eski hali ile kalması mümkün görünmüyor. 42 yıllık yönetimiyle Arap coğrafyasının en uzun ömürlü diktatörü Albay Kaddafi’nin devrilmesinin ardından hiçbir baskıcı yönetimin ayakta kalma şansı yok. Libya’da Ağustos ayında ortadan kaybolmak zorunda kalan Kaddafi’nin geride bıraktığı miras hem iç karartıcı hem de isyanın kendi mecrasında yürümemesinin temel nedeni. Bu nedenle, Kaddafi’nin devrilmesi çok önemli. Libya, bir açıdan Arap baharının görece “karanlık” devrimi. Libya’daki muhaliflerin ayaklanması kendi inisiyatifleriyle gerçekleşirken sonrasını hesaplamamaları, Kaddafi’nin vahşi yaklaşımı ile birleşince ortaya dış destekli bir müdahale çıktı. Ama olanlar, lideri Kaddafi olan bir ülkede Trablus, Bingazi, Misurata sokaklarının bu kadar kolay saf değiştirip, eskiyi silmeye çalışmasını değiştirmez. Yani, Kaddafi’nin varolan koşullar ve mücadele ile yıkılması mümkün değildi. Çünkü, Libya bir halkın liderinden ne kadar nefret edebileceğinin en önemli örneği. Bu nedenle Arap ayaklanmalarında Tunus ve Mısır’daki nefret bu ülkelerin görece kurumsallaşmış yapılarıyla kırılgan bir istikrara doğru gidip, “devrimler” demokrasi arayışı için ikinci safhaya geçerken Libya’da her şeye sıfırdan başlanmak zorunda. Çünkü parti, sivil toplum, parlamento, ordu, anayasa gibi temel kurumlar yeni baştan değil sıfırdan oluşturulacak. Kaddafi’nin kendinden menkul, ne idüğü belirsiz, İslami sosyalizmi, halkı “sıçan” gibi gören sistemi insanların herhangi bir biçimde kendini geliştirmesine izin vermiyor. Kendini neredeyse Libya’nın “tanrısı” sanan Kaddafi için demokrasi, özgürlük, eşitlik, parlamento vb. kavramlar saçma, çünkü zaten ülkede demokrasi var. Libyalılar bu beyin yıkama makinesine inanmıyor. 5 milyon nüfuslu, günde 150 milyon dolarlık satışıyla dünyanın dokuzuncu petrol üreticisi olan bu ülkenin yoksulluktan çok özgürlük için ayaklandığı ortada. Yeniden kurulan Libya Arnavutluk bir zamanlar belli bir tarih diliminde dondurulmuş bir ülke gibiydi. Enver Hoca’nın sürekli tehdit algısıyla ülkenin işgal edileceği korkusunu yayarak yaşatılmıştı insanlar. Libya da benzer bir ülke; petrol zengini ama diğer zengin ülkelerin aksine Kaddafi’nin tuhaf projelerine kurban gitmiş, onun hastalıklı egosunun sonucu ortaya çıkan Arap dünyası ile Afrika arasında gidip gelen liderlik maceraları, halkı adına tek başına “en iyi karar”ı verdiğini düşünen, bu yolda ülkeyi zenginleştirmek bir yana zihinsel olarak da kötürümleştirip her şeyi kendine tabi kılan bir lider ülkesi. Ayaklanmanın ilk günlerinde “Ülkede zaten demokrasi var ne istiyorlar” diye soracak kadar kendi sistemine inanmış, “Halk ordusu ayaklansın, isyancıları püskürtsün” diyecek kadar hayal dünyasında yaşayan bir liderin geriye bıraktığı enkazın üzerinden yükselecek yeni sistem hiç kolay olmayacak. Polis, istihbarat ve vatandaşlar içinden kurulan ispiyon ağıyla yıllardır nefes aldırmayan sistemin ardından demokrasi, parlamento, sivil toplum gibi mekanizmaların bir anda kurulması mümkün değil. Şimdilerde özgürlük, sokaklarda serbestçe konuşarak, duvarlarda özgürlük sloganları yazarak, Kaddafi’yi olabildiğince aşağılayan grafitiler çizerek ve ülkede her yere hakim olan yeşil rengin yerini yeni bayrağın rengi yeşil-siyah-kırmızı ile değiştirerek yaşanıyor. Bir de silahlanarak. Libya’da geleneksel bir direniş var: Milliyetçi, dindar, sömürge karşıtı bir ayaklanma havası. Peki ya NATO? Arap ayaklanmaları safhasında bir ayrık otu gibi duran Libya’da muhalifler Kaddafi’nin kısa sürede yıkılmasını NATO’ya borçlu. NATO olmasaydı Kaddafi’yi göndermeleri mümkün değildi. Bunu Libya halkı da biliyor, kabul ediyor. Karşılığını da vermeye hazırlanıyor. Sürecin sonundaki paylaşım mücadelesine hazırlar ama bir yere kadar. Zaten, ülkenin yıkılan bölümlerinin yeniden inşası bile çoğu kişinin iştahını kabartacak türde. Yıkım olmasa bile Kaddafi’nin geride bıraktığı ülke kendini her anlamda yeniden kurmak zorunda. Yani “ellerini ovuşturan” herkese bu pastadan bir pay var. Şimdilik bu konu tartışılmasa bile kısa süre sonra en temel sorunlardan biri olacak. Kaddafi’den sonra Ulusal Geçiş Konseyi (UGK) yeni bir hükümet kurmak ve sekiz ay içinde kurucu meclis için seçime gitmek zorunda; ardından da bildik anlamda çok partili bir genel seçim var sırada. Bunun hayata geçmesi kolay değil. Ülkenin her yerinde ayaklanmadan daha fazla pay kapmak isteyenler var: Ayaklanmanın lideri Bingazi, siyasi olarak daha fazla pay istiyor; Trablus’la çekişiyor. Zaten bu bölünme yeni değil, temeli Kaddafi dönemine ve aşiretlere dayanıyor. Aşiretler yeni döneme göre konumlanacak bu kez. Bazı kentler Kaddafi döneminde daha fazla baskıya maruz kaldıkları gerekçesiyle kendi yönetimlerini kurmak istiyorlar. Bu talepler petrol gelirlerinin paylaşımı sırasında daha fazla öne çıkacak gibi. Ulusal Geçiş Konseyi her şehrin eşit biçimde temsil edileceği sözünü verse de bölgeler, aşiretler ve etnik gruplar arasındaki çekişmeler ufukta görünüyor. Berberiler şimdiden Libya bayrağı ile kendi bayraklarını birlikte kullanıyorlar; dillerini resmi olarak kullanmak istiyorlar, etnik kimlikler öne çıkıyor. Kaddafi döneminde yurtdışına çıkmak zorunda kalanlarla içeridekiler arasında çekişme söz konusu. Dışarıdan gelenler eğitimli ama dışarlıklı. Libya’nın çıkarlarını değil yabancı ülkelerin çıkarlarını savunacakları iddia ediliyor. Kaddafi yanlılarıysa, şimdilerde muhaliflerden yana görünseler de en küçük bir denge değişiminde yine ortaya çıkabilirler. Gerçi bu ihtimal zor görünüyor ama her anlamıyla kontrolün kaybolduğu bir Libya cihatçı gruplara açık bir alan, mümbit bir coğrafya. Bu gruplarla aşiretlerin çıkar ilişkisi de mümkün. Silahlanan muhaliflerin görüntüleri bir film platosunu aratmayacak nitelikte; sanki herkes en çok kullanmak istediği silah ile dolaşıyor, denetim yok. Yakında silahların toplanmaması halinde her kent, her grup kendi özerkliğini ilan edebilme kapasitesine sahip. Çünkü bu tür ülkelerde diktatör gittikten sonra onlarca minik diktatörün ortaya çıktığı biliniyor. Kimsenin Kaddafi’yi savunacak hali yok. Ayaklanma süreci ve sonrasıysa tartışılır.