"Barışta ve savaşta, karada, denizde ve havada her zaman ve her yerde milletime ve cumhuriyetime doğruluk ve muhabbetle, hizmet ve kanunlara ve nizamlara ve amirlerime itaat edeceğime ve askerliğin namusunu Türk Sancağının şanını canımdan aziz bilip icabında vatan, cumhuriyet ve vazife uğrunda seve seve hayatımı feda eyleyeceğime namusum üzerine and içerim."
Askerlik Yemini[1]
15 Temmuz’da yaşadığımız içinde darbe girişimi, terör, suikast girişimi ve geniş halk kitlelerine orantısız askeri güç kullanımı olan o 9 saatlik ‘şiddet paketi’ nedeniyle yüzlerce sivil ve asker canımız gitti.
Şüphesiz ki bu şiddet dalgasının siyasi bir amacı vardı. O nedenle bu darbe girişiminin temel ÇEKEN faktörü Fethullahçı Terör Örgütü (FETÖ) oldu. Bir önceki yazımda da vurguladığım gibi, şayet Genelkurmay, Akıncı Üssü, Jandarma karargâhı gibi kritik karargâhlarla Özel Kuvvetler, SAT-SAS ve MAK gibi elit birliklerde FETÖ’cü motivasyonu (asabiye) yüksek olmasa idi böyle bir darbe girişimi belki de hiç yaşanmayacaktı.
Ama ’Niçin 15 Temmuz oldu?’ sorusuna cevap olarak saatlerce ekranlarda tek faktör olarak FETÖ’cü motivasyonu konuşmamız bizi iki kritik hataya düşürüyor. Bunlardan ilki, biz FETÖ’cü motivasyonu iyice şeytanlaştırdıkça, ona bir cezbe hâli, akıl tutulması veya beyni ele geçiren bir ‘virüs’ muamelesi yaptıkça, onu bir ‘dermansız hastalık’ gibi kafamızda kavramsallaştırıyoruz. Yani bir subay FETÖ’cü ise o artık ‘enfekte’ olmuş bir subaydır. O hâlde en merhametlimize göre ordudan atılmalı, en merhametsizimize göre ise yok edilmelidir (belki asılarak, belki kurşuna dizilerek belki de yakılarak).
Tekrar ‘15 Temmuz neden oldu?’ sorusuna dönersek tamam FETÖ’cü motivasyon bir asker için aklı yok edebilecek kadar güçlü bir virüs ama sizce TSK’nın bu virüse yönelik bağışıklık sisteminin çok güçsüz olması da bizi 15 Temmuz’u yaşamak zorunda bırakan bir İTEN faktör olabilir mi? Açayım: Örneğin FETÖ örgütü acaba farklı bir stratejik kültürü olan ABD ordusunda TSK kadar iyi ve kendini gizleyerek yapılanabilir miydi? Veya genelde ülke içindeki polisiye görevlerde kullanılan Meksika ordusunda FETÖ tutunabilir miydi? Acaba FETÖ, militarist refleksleri güçlü bir toplumda ‘dini’ yanları ağır basan bir ordu olan İsrail ordusunda mı, yoksa toplumu askerliğe yabancı ve bir laik ‘çiçek-böcek’ (barış destekçi) ordusu olan Kanada ordusunda mı daha kolayca yapılanabilirdi? FETÖ sert-kültürlü, sıkı hiyerarşik ilişkilerin ve disiplinin aşırı abartıldığı, emirin hukuku/demokrasiyi kestiği, kendi yargısı olan, gizemli ve hesap vermekten uzak bir kurumsal kültürü olan ‘SERT’ ordularda mı, yoksa tam tersine şeffaf, sivil yargıya tabi, hukuka/demokrasiye saygılı, makamın rütbenin önüne geçtiği ve en önde de seçilmiş sivilin durduğu ‘YUMUŞAK’ ordularda mı etkin olur? Acaba FETÖ TSK’nin geleneksel kültürü (özellikle önce kurmay, sonra general kültürü) arasında ne gibi hassasiyetler gözlemledi, onların üstüne senelerce çalıştı ve bu virüs TSK’nın bağışıklık sistemini aşarak beyne yerleşebildi? Eminim bu soruların cevaplarına dair ileride çok güzel analizler okuyacağız. Zor sorular
Artık 15 Temmuz sonrası dönemde yavaş yavaş Türkiye’de sivil-asker ilişkileri, ordu yanında polis ve istihbaratı da içine alan güvenlik sektörü reformları, Türkiye’nin güvenlik mimarisi ve nasıl bir ordumuzun olması gerektiği ile ilgili tartışmaların basında yer almaya başladığı görülüyor. O hâlde benim de bu yazıyı yazma vaktim geldi. Her şeye basit ve kolay cevaplar bulmaya alıştığımız, tam da bu nedenle zor sorular sormayı unuttuğumuz şu güzel ülkede size bazı ZOR sorular:
- Bu yazının girişinde ekranlarda sık sık FETÖ’cülerin çiğnediği vurgulanan ‘Askerlik Yemini’ var. Şimdi her subayın harp okullarının girişindeki ilk Menteş kampında elini sadece silaha koyarak (belki de bazılarına göre Kuran-ı Kerim’e de yemin etselerdi 15 Temmuz’da elleri daha zor tetiğe giderdi) ettikleri yemin bu. Yeminde ‘millete ve cumhuriyetime doğruluk ve muhabbetle hizmet’ ile ‘kanunlara ve nizamlara ve amirlerime itaat’ birbirlerini tamamlayan ve teoride birbiri ile hiç çatışmayacak bir üslupla ele alınıyor. Bu yeminde ‘Askerliğin namusu’ her şeyden aziz ve üstün olacak, deniyor ama ne yazık ki bu kavram yeminde tanımlanmadığı için ne olduğunu öğrenemiyoruz. Yine yeminde ‘vatan’, ‘cumhuriyet’ ve ‘vazife’ kavramları da sanki birbirleri ile çelişmeyecekmiş gibi arka arkaya sıralanıp askerin namusu üzerine ant içmesi isteniyor.
- Şimdi ilk zor sorum: Sizce ‘askerliğin namusu’ hangi kavramla özdeşleştirilmelidir? Yani bir asker/subay hangi kavramı rencide ederse askerliğin namusuna halel getirmiş olur? 28 Şubat döneminde dillere pelesenk olmuş, karargâhların girişlerine yazılmış efsane bir cümle vardı: ‘Orduya Sadakat Şerefimizdir.’
Aslında bir kendi kendine tapınma kültü doğuran bu sorunlu cümleyi esas alırsanız ‘askerliğin namusu’ orduya sadakat demek. Orduya ve onun değerlerine bağlı kalmazsanız askerliğin namusunu da çiğnemiş oluyorsunuz. Belki de bu indoktrinasyon TSK içindeki FETÖ’cüler tarafından orduyu çıkartıp yerine FETÖ’yü koyarak ‘FETÖ’ye sadakat şerefimizdir’ şeklinde yorumlanmış olabilir. Sizce artık TSK’nın neye/kime sadakati şerefi olmalı? Örneğin askerliğin namusu ordunun bizatihi kendisi ve temsil ettiği değerler, anayasa, devlet, millet/toplum, demokratik/sivil kontrolle mi (seçilmiş sivile saygı) ilişkili olmalı? Anlaşılan o ki TSK içindeki FETÖ’cüler ‘askerliğin namusunu’ kendilerince ‘devlet’ le ilişkilendirmiş ve onu ‘ötekinden’ kotarmak için bilenmişler. Belki de zaten TSK içinde ‘millete’ rağmen devleti ötekinden kotarma zaten geleneksel bir refleks olduğu için bunu kafalarında kolaylıkla hazmedebilmişler. Keşke TSK içinde tüm subaylar askerliğin namusunu demokrasiye inanç, millete saygı ve seçilmiş sivile itaat olarak kodlayabilseydi. O zaman ne olurdu biliyor musunuz? Bu gözaltına altına alınan/tutuklanan cuntacılar 15 Temmuz dehşetini bize yaşatmak yerine ‘demokratik bir tepki’ olarak istifa ederler, sivil siyasete atılmak isterlerse ‘Yurtta Sulh Partisi’, sivil toplumda kalmak isterlerse ‘Yurtta Sulh Düşünce Kuruluşu’ veya derneği kurarlardı. 15 Temmuz şerrinden bir hayır çıkarmak için askerlik yeminindeki ‘Askerliğin namusu’ kavramının şimdi içini yeniden doldurmak gerekiyor. Bu konu üzerine şimdiden düşünmeye başlayın derim.
- Bizi dış tehditlere karşı korusun diye eline silah verdiğimiz askerin bu silahı bize çevirmesini nasıl ve hangi mekanizmalarla engelleyebiliriz? Bu mekanizmaların hukuki mevzuat, siyasi çerçeve ve kültür boyutundaki parametreleri ne olmalı? Mesela asker askerlik yeminini ederken silahla birlikte anayasaya mı el bassa yeminine daha çok sadık olur yoksa Kuran-ı Kerime mi? (Eğer gayrimüslim askerimiz olacaksa inandığı kutsal kitaba mı?) Özel Kuvvetler’de evlenen personele düğünlerinde Kuran-ı Kerim ve bayrak hediye edilmesi gelenektir. Bu adet Marmaris’e Sayın Cumhurbaşkanı’nı yakalamaya giden, ‘devrem’ demeye utandığım cuntacı Şükrü Seymen’i engelleyememiş. Acaba biz Şükrü Seymen’e düğününde Kuran-ı Kerim yerine anayasa hediye etseydik onu bu davranışa iten motivasyondan kurtulmasına vesile olabilir miydik?
- 15 Temmuz sizce TSK'nın toplumdan aşırı kopukluğundan mı yaşandı, yoksa profesyonelleşme eksikliğinden mi?
- Bundan sonra TSK içindeki üniformalıların kendi halkına silah kullanmamasını nasıl bir ahlak (etik) tasarımı ve kurumsallaşma ile mümkün kılarız? Unutmayın TSK -elindeki imkânlarla- bir ‘ŞİDDET CANAVARI’ ve askeri teknolojideki gelişmelere paralel olarak yıkıcılığı da artıyor. 15 Temmuz belası bir tokadı da yüzümüze çarptı. Biz daha çok teknoloji ile ‘yıkıcılığını’ arttırdığımız bu canavarı aynı zamanda ahlaki (etik), felsefik ve sosyolojik bir ‘KAFES’ içine de almalıyız. Yoksa 15 Temmuz bize gösterdi ki, Savunma Sanayii Müsteşarlığımızın gurur duyduğu yüksek teknolojik silah sistemleri ve mühimmatla vatandaşımız ölebiliyor. Hatırlayın; bu yeni dönemde en büyük gururumuz ‘milli’ silahlı İnsansız Hava Aracı (İHA) sistemleri idi. Allah muhafaza ya biraz aşama kaydetse idik ve bu silahlı İHA’lar 15 Temmuz gecesi onlarca kilometre uzaktan ‘yüksek nitelikli hedefleri’, pardon ‘sivil elitlerimizi’ vurmak için kullanılsaydı? Düşünmesi bile korkunç.
- Belki de Türkiye’de TSK’yı tamamen lağvederek ‘şiddet tekelini’ özelleştirmek darbeleri bitirmek için en etkin çözüm. Acaba TSK bize 15 Temmuz’dan önce ne anlam ifade ediyordu, şimdi ne anlam ifade ediyor? 15 Temmuz sonrasında TSK’nın bizim için ‘güvenlik üretmek’ dışında sembolik (kültürel/tarihi) bir anlamı var mı? Eğer 15 Temmuz sonrasında bile TSK’nın kalbimize ve beynimize hitap eden sembolik bir yanı varsa onun bu yanından yeniden içerde nasıl bir meşruiyet ve itibar, uluslararası alanda nasıl bir caydırıcılık inşa edebiliriz?
- Acaba subaylara verdiğimiz askeri eğitim ve ahlak, Mehmetçiğe kıtalarda yıllarca yaptırılan YURT SEVGİSİ EĞİTİMİ niçin FETÖ'nün emirlerini etkisizleştiremedi? TSK’nın bir kısmı nasıl oldu da FETÖ virüsüne yakalandı? Bu zafiyetin ne kadarı virüsün sonucu, ne kadarı TSK’nın duygusal ve zihinsel bağışıklık sisteminin?
- SK’nın 2005’ten bu yana yaşadığı bunca hukuki süreç ve travmaya rağmen 15 Temmuz akşamı bir kısım askerde niçin hâlâ EMRE MUTLAK İTAAT motivasyonu DEMOKRASİYE SAYGI/MİLLETİ KORUMA motivasyonunu biçebiliyor?
- Sizce 15 Temmuz TSK'nın hangi öncelikli sorununu öne çıkarmıştır? a. Nitelikli komutan b. Nitelikli icracı personel c. Teknoloji d. TSK’nın stratejik kültürü FETÖ’den sonra ne olacak, TSK’nın anahtarı kime teslim edilmeli?
- Tamam FETÖ’cü virüsleri TSK’dan temizledik diyelim. Peki ya sonra? İşte sonrası için 15 Temmuz’un bir hasar tespitinin yapılması kritik. Bu hasar tespitinde de yukarıdaki soruya verilen cevap ve yukarıdaki şıklardan hangisine öncelik verileceği kritik önemde.
- 15 Temmuz şiddet paketi gösteriyor ki, TSK ‘devlet adına şiddet tekelini yönetmede’ artık başarısız. Bu konuda kendi başına bırakılamaz. O zaman sizce TSK’nın anahtarı artık kime teslim edilmeli? a. Parlamentoya b. Doğrudan Cumhurbaşkanına c. Hükümete (Milli Savunma Bakanlığı’na)
TSK’nın anahtarı teslim edilirken nasıl bir dengeleme/denetleme mekanizması kurulacak, anahtarı alan devlet kurumu sivil topluma nasıl şeffaf süreç ve mekanizmalarla hesap verecek? Çünkü en nihayetinde 15 Temmuz bize gösterdi ki, bu ‘canavar’ın silahları halka dönebiliyor.
- Zorunlu askerlik sistemi sizce 15 Temmuz'da sorunun mu, çözümün mü bir parçası idi? Profesyonel askerlik olsaydı 15 Temmuz yaşanmaz mıydı? 15 Temmuz akşamı robot gibi komutanlarının emri ile halka ateş eden Mehmetçik de gördük, belki de Güneydoğu’da girdiği çatışmaların verdiği tecrübe ile onun karşısına çıkan ‘sivil erkek’, yani terhis olmuş asker de gördük. 15 Temmuz gecesi yollarda kalan çoğu tankı ve zırhlı muharebe araçlarını onları kullanmasını bilen siviller birliklerine götürdü veya bulundukları yerde emniyete aldı. Zorunlu askerlik sistemini kaldırırsak 15 Temmuz’da bence askerin linç edilmesini önleyen en büyük mekanizma olan ‘Mehmetçik sempatisini’ de yok etmiş olmaz mıyız? Bu nedenle zorunlu askerlik sisteminin geleceğine dair karar gelecekte bir daha 15 Temmuz yaşanıp yaşanmayacağını doğrudan etkileyecek.
- Acaba subay için ‘demokrasi’ sivil seçilmişlerin seçimden seçime sürücü koltuğuna oturduğu ve ülkeyi istediği yere götürdükleri bir otobüsün adı mıdır, yoksa belki de ‘askeri yönetimlerle’ ulaşılması zorunlu olabilen bir hedef mi?
Aslında yukarıdaki bu soru benim ‘Askerler Mars’tan, siviller Venüs’ten’ tezimi doğrulayan bir soru. Hâlâ ben demokrasi kavramının askerlerin kafasında sivillerden farklı yorumlandığını düşünüyorum. Nasıl ve hangi mekanizmalarla askerin demokrasi anlayışı sivil siyasetinki ile uyumlulaştırılabilir?
- Subaylık sizce bir MESLEK midir, yoksa bir YAŞAM TARZI mı? Subay hayatın her aşamasında durumdan vazife çıkartması gereken ve öncü rol oynaması gereken bir toplum eliti midir, yoksa herhangi bir devlet memuru mu?
- Cunta içerisinde yüksek lisanslı, doktoralı, akademik unvanlı, yabancı dili olan, yurt dışı görevi yapmış çok sayıda subay var. Acaba alaylı subaylar, yani kendini kıtada ve sahada ispatlamış subaylar mı, yoksa ‘okumuş subaylar’ mı 15 Temmuz sonrası TSK’nın yeniden inşasında söz sahibi olmalı? 15 Temmuz sonrasında TSK daha entelektüel bir ordu haline gelmeye çalışarak mı darbeci reflekslerinden kurtulmalı, yoksa tam tersine sırtındaki ‘entelektüel’ bagajlarından kurtularak mı? Sizce yüksek lisans, doktora yapan, yabancı dil öğrenen bir subay darbeci olma yolunda mı, yoksa darbeyi önleme yolunda mı hızla ilerliyor?
- Sizce 15 Temmuz gibi bir olayın bir daha yaşanmaması için TSK’nın laik karakteri yumuşatılmalı mıdır, yoksa daha da sertleştirilmeli mi? Biz FETÖ’yü öncelikle laik TSK’ya önce sızıp daha sonra Atatürkçü-Laik subayları tasfiye ederek etkisini güçlendirmiş dinci bir örgüt, yoksa ABD ile iş tutan bir ‘sivil’ istihbarat örgütü olarak mı düşünmeliyiz? Örneğin kademeli olarak önce astsubay hazırlama meslek yüksek okullarının, sonra harp okullarının imam-hatiplere açılması bir daha 15 Temmuz yaşanmamasını önler mi, yoksa tam tersi bir etki mi yapar?
- Cumhuriyetin kuruluşundan beri TSK’nın yüzü hep Batı’ya, Batılı güvenlik sistemine dönük olmuştu. Bu nedenle NATO başta olmak üzere TSK hep Batı güvenlik sisteminde önemli bir aktör oldu, ABD’nin de devlet içinde en yakın çalıştığı kurumlardan biri oldu? Sizce 15 Temmuz NATO’nun TSK için bir ‘çapa’ mı, yoksa ‘pranga’ mı olduğunu gösterdi? 15 Temmuz sonrası TSK Batı’ya döndüğü yüzünü belki bir Avrasyacı tavırla doğuya mı dönmeli, yoksa daha mı bağımsızlıkçı gitmeli? Acaba ‘Milli ordu’ kavramı içindeki milliliği nasıl tanımlıyoruz? TSK hangi doğaya, kültüre ve özelliklere sahip olur ve hangi prensipleri benimserse milli bir ordu olur? Günün sonunda bu milliliği din mi, milliyetçilik mi, laiklik mi, anti-Batıcılık mı tanımlar? FETÖ TSK’da neyi çözmüş görünüyor?
Umarım 15 Temmuz sonrası tartışmalar yukarıdaki soruları da kapsayacak bir genişliğe kavuşur da ’15 Temmuz’u TSK içindeki FETÖ yaptı-FETÖ bir virüstür- Enfekte olanları, FETÖ’cüleri TSK’dan temizle ve virüsten kurtul-Mutlu yarınlar seni bekliyor’ kolaycılığından kurtuluruz.
Daha basitçe söyleyeyim: Biz TSK gibi yüzlerce yıllık bir geçmişi olan, 600 bin mevcutlu bir kurum ve onun stratejik kültüründen bahsediyoruz. TSK’nın stratejik kültürünün bir ‘hafızası’ ve çalışma matematiği vardır. Görünen o ki FETÖ bunu çözmüş ve çok iyi istismar etmiş.
[1] Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) İç Hizmet Yönetmeliği’nin 1. Maddesi