Herkesin magazin, gezi, yemek yazdığı pazar günü için sindirimi güç bir yazı bu okuyacağınız. Ama ne yapayım kendimi tutamadım. ‘İlgilenmiyorum’ diyebilirsiniz ve okumamayı tercih edebilirsiniz: ama unutmayın savaş (yani silahlı çatışma) sizinle ilgileniyor. Hele bu coğrafyada ve bu manyak zamanda. Amacım şimdilerde ABD’de başlayan bir tartışmayı Türkiye’ye taşımak. 21.yy’ın yeni yükselen değeri Robot Çağı Jeopolitiği ve Robotik Askeri Devrim.
Robotları bugüne kadar iki şekilde ele aldık; distopik bilim kurgu hikayelerindeki siber savaşçılar veya endüstride insan gücünün yerini alan modern köle-makinalar. Ama artık söz konusu olan şey yapay zeka ve robotlar olunca onların askeri alanda nasıl kullanılacaklarını, askeri strateji ile çatışmanın doğasını ve mekanını nasıl değiştireceklerini tartışıyoruz. Artık insan ötesi jeopolitik çağda yaşıyoruz. Unutmayın: siz robotlarla ve yapay zeka ile ilgilenmeyebilirsiniz ama onlar sizinle çok yakından ilgileniyor. Acı ama gerçek: Lütfen çocuklarınıza veya torunlarınıza bakın ve şunu düşünün: onların 20-30 yıl sonra bir robot tarafından öldürülme ihtimali (kasten veya kazayla) doğrudan bir insan tarafından öldürülme ihtimalinden daha fazla. Silahlı çatışmalarda insanın rolü giderek azalıyor. Bana bu ürpertici gerçeği dünyada en iyi anlayan ve kendini onu göre hazırlayan kurum hangisi derseniz ABD’nin 700 milyar dolarlık savaş makinası, yani ABD ordusu. Asıl şimdi daha da ürpermelisiniz çünkü ABD beğensek de beğenmesek de küresel güvenlik ortamındaki cesametiyle ordusu ‘gelecekteki savaşı öngörebilen, hatta dizayn eden’ entelektüel bir ordu. Yani ‘gelecekte nasıl savaşlar olacak?’ sorusuna cevabı büyük oranda ABD ordusunun düşünüş (konsept ve doktrin geliştirme) ve iş tutuş (geliştirilen konsept ve doktrinleri operatif düzeyde ve sahada uygulayabilme) tarzları belirliyor.
Türkiye’de robotik askeri devrim konusundaki tartışmanın seviyesi ne peki? Tartışma olmadığından seviye sorunumuz da yok. Şu anda ‘Acaba Türk Silahlı Kuvvetlerinde (TSK) da robotik askeri devrim olur da bedelli çıkar mı, ya da zorunlu askerlik kalkar mı?’ sorularını duyar gibiyim. Bir de tabi ‘teknoloji manyaklarımız’ var. Acaba bir ordunun giderek daha kolay öldürebilmesi o ‘savaş makinasına’ Allah’ın bir lütfu mu yoksa bir ‘lanet’ mi? Sanırım bu sorunun cevabı üzerine giderek drone-laşan Türkiye-PKK silah çatışması hakkında yazılan analizler ve akademik çalışmalar 3-5 yıla cevaplar üretir. Geçen hafta Viyana’da katıldığım bir çalıştayda ‘Türkiye-PKK çatışmasının giderek drone-laşması devlet- silahlı devlet dışı aktör tokuşmalarında çok ilginç bir çalışma alanı olacak’ diyordu ellerini sıvazlayan İtalyan akademisyen başlayacak olan filmi elinde mısır patlağı ve kola ile bekleyen sinemasever edasıyla. İçimden ‘tabi tuzunuz kuru’ dedim ve İtalyan akademisyenin rahatsızlığına kızdığım için Ankara’daki büyüklerimizin çok hoşlanacağı ‘devletçi/milliyetçi’ bir cevabı çok ama çok hafif bir eleştirisel duruşla suratına yapıştırdım. Gülmeyin benim işim de zor: eski asker kimliği ile teknik-eleştirisel duruşu tek bedende toplamaya, hele hele bu ülkede ve de böyle bir zamanda kalkışınca ister istemez zorlanıyorsunuz. En çok da benim gibiler için zor zamanlar.
Bu yazının konusu ABD ordusunun içine girdiği robotik askeri devrim ve bu devrimin bir sonucu olarak ABD askeri bürokrasisinde giderek yükseldiğini gözlemlediğim ABD’nin yeni imparatorluk vizyonu.
Bu yazımda[i] üç soruya cevap arayacağım:
Gerçekten de ABD’li askeri filozoflar ve stratejistler arasında bu günlerde en çıtır konu “robotik gelecek” hakkında makale yazmak. Ünlü Amerikalı asker filozof Peter W. Singer’e göre (2009), insanların savaş üzerindeki 5.000 yıllık hegemonyası artık son buldu. Stratejist Robert O. Work’e göre (2014), ABD ordusu, robotiklerin çağındaki savaşa hazırlanmak için gerekli olan zaman, düşünce ve yatırımları asla ertelememeli ve değişimi yönetmeli.
Robotik askeri devrimin ilk etkisi mevcut jeopolitik algılarımızı değiştirmesi olacak. Artık insan ötesi jeopolitik zamanı. Geleneksel anlamda siyaset, coğrafya ve uluslararası ilişkiler alanında çalışanlar maddesellik ve devlet gücünü incelerken ‘mekanı’ ve siyasi sınırları birer sabit kabul eder. Maddeselliğe olan bu algı, ırk, din, cinsiyet, milliyet ve politik etkiden ilham alan insanların bir arada varoluşunun mekansallığını vurgular. Klasik jeopolitikçiler, gezegenimizin fiziki topografyasının dış politikaya nasıl etki ettiğini araştırırlar. Geleneksel yaklaşımda insan olmayan alan nötr, objektif ve insan amaçlılığı açısından araçsal olarak görülür. Kısaca klasik yaklaşımda insanlar mekanın hakimleridir. Ama şimdi teknoloji sadece pasif bir araç olmaktan çıkıp mekanla olan ilişkimizi yeniden tanımlıyor.
İnsan ötesi jeopolitik, insanları ve insan olmayanları mekanı dönüştürmede eşit aktörler kabul edip insanlar kadar robot, algoritma, bilgisayar virüsleri gibi insan olmayan aktörlerin de kriz, ve silahlı çatışmalarda merkezi rol üstlendiklerini kabul eder. Gücün aktörleri artık sadece insanlar veya insan kümeleri (tüzel kişilikler) değil, tekno-politik unsurun objeleri ve onların kümelenmeleridir. İnsan ötesi jeopolitikte artık kontrol (mekan hakimiyeti) insanda değildir, tam tersine insan olmayanlar (robotlar) sürekli olarak beklenmedik mekanlara neden olabilir. Böylece, robotlar pasif araçlar değildir, onlar insanların bir arada var olma dünyalarını yeniden programlayabilen ontolojik aktörlerdir.
Öncelikle tanımlardan başlayalım: İlginç şekilde hala ‘robot’ kavramını neyi oluşturduğuna ilişkin kesin bir tanım bulunmamakta. Robotlar, bilgisayarla programlanabilen otomatik fonksiyonları yerine getirebilen makinelerdir. Bunlar bazı yüzeysel aygıtları içerir; uçan robotlar (Predatör insansız hava aracı), insansı robotlar (Honda’nın Asimo’su ve Boston Dynamics’in Atlas’ı gibi), akıllı araçlar (San Francisco’daki gibi) veya fabrikadaki endüstriyel robotların fonksiyonları ve görünüşleri farklı olmasına rağmen hepsine robot diyoruz.
Isaac Asimov bilim kurgu romanı “Ben, Robot (1950)’ robotlara ilişkin üç önemli yasadan bahseder. Bunlar, robotlu yaratıklara karşı insanlığı korumak üzere tasarlanmıştır. En önemli yasası ise şudur: “Bir robot insanı yaralayamaz öldüremez”. Ancak, aradan geçen 60 yıldan bu yana artık Asimov’un bu etik yasası çoktan çiğnendi. Çeşitli şekillerde ve büyüklüklerdeki robotlar (Örneğin, Predator veya Reaper insansız hava aracı gibi robotlar) dünyanın çeşitli yerlerinde her gün insan öldürüyor. Temmuz 2016’da yazdığım ‘Öldürücü robotlar çağı başladı mı?’ başlıklı yazımda[ii] bu konuyu irdelemiştim. Öldürmeyi daha da kolaylaştıran robot savaşları sayesinde dünya pis, duygusuz, acımasız ve ölüm kokan bir gezegene dönüşüyor.
Robotlar, aslında uzun zamandan beri insanların bir arada var olmasındaki sosyal ve ekonomik mekanlarını bozuyor. 1961 yılında General Motors ilk endüstri robotunu (Unimate) kurmuştur. O günden bugüne robotlar sosyal hayatta bir çok alanda kullanılmakta. dünyada 2016 yılı itibarı ile 8.4 milyon robot olduğu raporlanmıştır. Bunların toplam değeri ise 15 milyar dolar civarında. İntel’in kurucusu Gordon Moore’un Yasasınca[iii] öngörülen mikro-işlemci güçteki hızlı artışlarla dünyadaki robotik hayatın “kambriyen patlama” sının eşiğinde bulunuyoruz. Artık atmosferde, havada, karada, yer altında, su altında görev yapan askeri robotları insanların şiddet hegemonyasını sarsmakta. Pek çok askeri filozof ve stratejiste göre modern dünya orduları zaten bir robotik askeri devrime girdi. Ben TSK için robotik askeri devrime giriş tarihi olarak silahlı İHA’ların terörle mücadele operasyonlarında aktif olarak ilk kullanılmaya başlandığı 8 Eylül 2016’yı milat alıyorum.
ABD’de stratejistlerin geliştirmeye çalıştığı yeni güvenlik konseptinin temel esası: küresel düzeyde sermayeyi yöneterek barışı (tabi ki bu barış Pax-Americana), askeri tekniği (yani robotları ve yapay zekayı) kullanarak da güvenliği yönetmek. Bu sayede küresel veya bölgesel bir devletlerarası savaşa sebebiyet vermeden geleceği yönetmek. Bu yaklaşımı “savaşın yıkıcılığından kaçınmak için sermaye yoluyla küresel barış, askeri teknik (robotlar ve yapay zeka) yoluyla güvenlik” şeklinde özetlemek mümkün.
Örneğin ABD’nin 2003’deki Irak işgalinin en başında harekat alanında hiç robotik askeri sistem yokken bu rakam 2008 yılı sonu itibariyle bu sayı (iRobot PackBot dahil) 12.000’ i bulmuştur. Robotik sistemler hala mekanları, nesneleri ve Amerikan tarzı silahlı çatışmanın jeopolitiğini bozmaya devam etmektedir. 2014’de dönemin Savunma Bakanı Chuck Hagel savunma yenilik inisiyatifini veya 3. dengeleme stratejisini ilan etti. Bu strateji, ABD ordusunun teknolojik hakimiyetini (robotikler, siber savaş, otonomi, 3D baskı, elektrikli silahlar, minyatürleştirme, siber savaş, algoritma hakimiyeti) 21’nci yüzyılda da sürdürmek kararlılığını vurgular.
Ne yazık ki robot savaşları ile ilgili Amerikalıların yazdığı literatürü incelediğimde ABD ordusunun, çok boyutlu ve çok uluslu bu robotik çağda ABD’yi ‘Robotik İmparatorluk’ olarak tanımladığını görüyor ve endişe duyuyorum. İmparatorluk kelimesi ABD için robotik geleceği tanımlamada önemli bir kavram, çünkü çok daha geniş bir jeo-tarih içinde geleceğin robotik savaş araçlarını, altyapılarını ve silahlarını barındırmakta.
Noel Parker’e göre (2010), imparatorluk hala küresel jeopolitikteki “büyük oyun”. İmparatorluk uluslararası ilişkilerde dikkat çekmeye devam etmekte. Zaten ABD’nin 2’nci Dünya Savaşından beridir bir imparatorluk olup olmadığını tartışması ABD’de çok meşhurdur. Michael Ignatieff (2003)’in yazdığı gibi, ‘teknolojik imparatorluk’ kelimesi aslında bana göre ABD’nin dönüştüğü şeyi çok iyi tanımlamakta.
2’nci Dünya Savaşı’ndan bu yana devletler arasındaki küresel ve bölgesel savaşları tanımlayan ‘total savaş pratiği’ yerini yerel aktörler üzerinden çıkar çatışmasını esas alan ‘vesayet savaşlarına’ bırakmıştı. Bunun kötü bir örneğini, Afganistan’daki Mücahitlerin 1980’lerde CIA tarafından desteklenmesi veya şu anda Suriye’de görüyoruz. Ama artık robotik askeri devrim karada (satıhta) insan odaklı silahlı çatışma dinamiğini anlamsızlaştırarak vesayet savaşlarının da sonunu getiriyor olabilir.
ABD sadece robotlardan kurulu bir orduya kafa yoruyor. Kısaca, robotik bir Amerikan savaş makinası düşük maliyetle, çok etkin çözüm önerileri sunarak total savaş ve vekalet savaşların getirdiği risk ve maliyetleri ortadan kaldırabilir.
İHA’lar robotik askeri devrimin henüz başlangıç safhası. Gelecekte atmosferde, havada, suda, hatta yer altında bile gidebilecek İHA’lar bir yandan daha da küçülerek otonom ve kümeler halinde etkileşime geçip çatışmalara katılırken diğer yandan da daha da büyüyüp enerji sorununu çözerek küresel mobilite kazanacak. Böylece insanoğlunun savaşma biçimini kökten değiştirecekler.
Otonom gelecekler:
Otonomi, ABD jeopolitiğinin geleceği açısından merkezi rolde. Amerikalı stratejistlere göre ABD askeri avantajını sürdürmek istiyorsa, otonominin savaşçı becerilere hızlı dönüşümüne kafa yormalı. Netice olarak, otonom sistemler insanların bir arada işleyemeyeceği büyüklükte, karmaşık, hız ve devamlılıktaki gerçek-zamanlı birçok veriyi analiz edebilmektedir. Bu durumda, otonomi, robotlara kompleks kararları verebilme ve uygulama imkanı sağlamaktadır. Böylece askeri karar alıcılar için, işin içinde olmak değil, işin üzerinde çalışmak yeterli hale gelmektedir. Mürettebatsız sistemlerin otonomisi geleceğin çatışmaları açısından kritik önemde. Çünkü, geleceğin tehditleri ve harekat mekanı insanların tepki veremeyeceği kadar yüksek tempolu ve bir o kadar da karmaşık olacak. Bu nedenle geleceğin savaşlarında insanı karar alma süreçlerinden çekmek, daha çok hız, daha çok tempo ve daha çok mekan hakimiyeti için bir zorunluluk. Uzaktan kumandalı robotlar yavaş yavaş yerlerini otonom robotlara, yani verilen bir görevi insan müdahalesine/onayına gerek kalmadan kendi kendine gerçekleştiren yapay zekalı robotlara bırakacaktır. Ama unutmayın otonomi sadece yapay zeka demek değil, bilakis ontolojik bir durum. Robotlar, diğer teknolojilerde olduğu gibi, belirgin tekno-coğrafyalar ve tekno-politikalar gerçekleştirir. İnsan aklının köleci araçları olmaktan ziyade, robotlar, gelecekteki silahlı şiddet için devletin askeri gücünün dönüştüren ve tekrar icat eden jeopolitik aktörlere dönüşecekler. Kısaca, askeri robotlar her zaman mutlaka ontolojik otonomiye sahip olacaktır, zira insan ötesi savaşın koşullarını onlar belirleyecek.
ABD ordusu robot savaşlarını üç başlık altında inceliyor:
a) Küme Savaşları (Swarming Warfare): Minyatürleştirilmiş insansız hava araçlarının kümelenme tekniklerinin askeri strateji yapımına etkisi.
b) ABD Robot Dünyası: Robotların ABD’nin askeri temel stratejisini nasıl değiştirdiğini ve şiddete dair yeni topolojik mekanların üretimini nasıl değiştirdiği.
c) Otojenik Savaş Alanı (Autogenic Battle Site): Otonom robotların savaşları dönüştürmek suretiyle, yeni ortaya çıkan, teknolojik çatışma alanlarını nasıl üreteceği.
Şimdi kısaca bu alanları inceleyelim:
Otonomi, Amerikan tarzı savaşta yeni bir değişiklik getiriyor: kümelenme (swarming). Ortaçağda askeri tempo günler, 19.yy başında saatler, 2’nci dünya savaşında dakikalarla ifade edilirken kümelenmede askeri tempo mikro-saniyelerle ifade edilecek. Otonomi sayesinde kümelenmeyi savaş doktrinlerine yedirip operasyonel yeteneklere dönüştürebilmiş bir düşman daha siz durum muhakamesi yapıp, hal tarzını belirleyip karar veresiye kadar kararını çoktan vermiş ve bir çekirge sürüsü gibi başınıza üşüşmüş olacak. Kara savaşlarında bana son 5 yılda kümelenmeyi en iyi başarabilen aktör kim diye sorsanız size ‘IŞID’ derim. İlginç şekilde yaratıcı fikirli ve inisiyatif sahibi siviller askerlerden daha iyi kümelenebiliyor. Ama yeni nesil savaşta artık, belirli platformlardan dağınık ve otonom kümelenmelere doğru bir dönüşüm var. ABD ordusunun kümelenme tanımı basit: “otonom ama bir networkün parçası olarak çok hızlı hareket eden küçük mürettebatsız uçan sistemlerin sinerjik hareketi ”
Bu şu ankilerden daha küçük, daha minyatürleştirilmiş insansız hava araçları ve daha küçük üniteler ve yükler demek. O nedenle bana göre İHA’ların giderek küçülmesi giderek büyümelerinden daha tehlikeli. ABD otonomi ve kümelenme sayesinde geleceğin savaş araçlarını küçültmekle milyarlarca dolar tasarruf sağlamayı amaçlıyor.
21. yüzyılda moleküler ve nano boyutta otonom robotik kitlelerin (veya hatta kütlelerin) savaşlarına şahit olacağız. Çatışmanın mekanı da karadan (satıhtan) hava gücünün gökyüzünden robot gücünün kümelenme mekanlarına doğru evrilmiştir (ben buna ‘silahlı şiddetin çok boyutlu geometrisinin genişlemesi’ diyorum).
2015 yılı rakamları ile ABD’nin dünyanın yaklaşık 80 farklı ülkesinde toplam yıllık maliyeti 165 milyar dolar olan 800 askeri üssü bulunmakta. Artık Predator ve Reaper tarzı İHA’lar sayesinde ABD’nin yabancı ülkelerde sabit askeri üs bulundurma ihtiyacı azalıyor. 2016’da ABD’nin Predator, Reaper ve Gray Eagle gibi insansız hava araçları 4 milyon uçuş saatiyle 291.331 görevi başarıyla gerçekleştirdi. 2011’de Afganistan’daki insansız hava araçlarının toplam silah sistemleri içindeki oranı %5 iken (ABD ordusu 2014’te Afganistan’dan çekilmesine rağmen) 2015 yılında bu oran %56 olarak gerçekleşmiştir. 2014 Ağustos- 2017 Nisan arasındaki periyotta, Irak’ta IŞİD’a yönelik 19.600 koalisyon hava saldırısını İHA’lar gerçekleştirdi. Artık ABD İHA’lar sayesinde yer kürenin tamamının etki sahası içinde olduğu yatay yapay topolojik bir döneme geçiş yaptı. Siyasi sınırları önemseyen klasik topografiksel mekansallığın aksine ABD’nin robotik askeri sistemleri dünyasının topolojik mekanlarını, ülkelerin bağımsızlığı ile sınırları arasındaki bağlantıyı bozmuştur. Bu sayede Weber’in klasik devlet anlayışını “tekrar” şöyle yorumlayabiliriz: artık devletler topografik bir güç olarak sınırları belirli bir toprak parçası içinde güç kullanımından ziyade, topolojik bir güç olarak mekanlar arası mesafenin (boşluğun) kontrolü için güç kullanmaya odaklanmaktadır. Her ne kadar Çin, Rusya, Avrupa ülkeleri, İsrail, Türkiye, İran gibi ülkeler İHA alanında teknoloji geliştirmeye çalışsa da ABD’nin bu robotik emperyalizmi hala tek-yönlü bir bağlantıya sahiptir. Yarattığı askeri-teknolojik asimetri nedeniyle ABD hala bu alanda monopol.
Otojenik kelimesi Yunanca “kendi kendine üreten” kelimesinden ya da “kendi içinden” kelimesinden gelmekte. Robotlar otonom olarak kendi teknik yapılarından “hedefler” üretecek, bunlara insan direktifine ihtiyaç duymadan kendi kendilerine angaje olabileceklerdir. Bu da, şiddet kullanmada insan iradesinin devlet gücünün tek belirleyicisi olma niteliğini sarsacaktır. Yani Weber’in klasik ‘şiddet kullanma tekeli’ bölümünü ‘devlet’ tanımından atmanın zamanı geldi. Örneğin İHA’lar insan pilotlarla uzak hedefler arasında köprü kuran uzaktan kontrollü güç topolojilerini geliştirmiştir. Ancak, gelecekteki otonom İHA’lar hedefleri robotik topolojiler dahilinde, yani insanların karar alma süreçleri dışında olduğu çatışmalar gerçekleştirecek, yok edecek veya yok olacaklardır. Bunlar, robotik gücün otonom ve uyum sağlayan sistemiyle yönetilecektir. Bu durumda, robotik askeri sistemlerin çatışma alanlarında görülmesi ile değişim sadece topografik mekansallıktan topolojik mekana doğru olmayacak, ayrıca uzak noktadan askeri güç kullanımının otojenik mekanlarına doğru kayacaktır.
Robotik askeri sistemler sayesinde artık Derek Gregory’nin (2011) dediği gibi, ‘her yer savaş alanıdır ve bunun nerede başlayıp sona ereceği hiç belli değildir.’
Kısaca artık savaşı hala insani bir olgu olarak görmek büyük bir hatadır. Savaş alanları da artık insanın ve insan olmayanın etkileşiminin vücut bulduğu topolojik ve otojenik mekanlara dönüşüyor.
Diğer yandan ABD ordusu insan sayısının önemli olduğu savaş rejiminden robotik otonom emperyalizme doğru evrilmekte. Otonom robot kümeleri devletlerin uygulayabildiği askeri şiddetin mekanlarını, mantıklarını ve yöntemlerini dönüştürmektedir.
Pazar pazar sizi gerip ürperttiğimin farkındayım. Ama ne yazık ki tartışma bu. Peki modern dünya ordularının ve savunma sanayilerinin ‘teknoloji manyaklığı’ nasıl ehlîleştirilip, terbiye edilebilir. Elimizde sadece üç farklı araç var: siyaset, hukuk ve moral/etik.
Şayet robot çağı jeopolitiği ve robotik askeri devrim konusunda ‘robotik olanın’ ‘insani olana’ galebe gelmemesini istiyorsak elimizdeki bu üç araçtan;
[i] Bu yazı büyük oranda Ian G.R. Shaw’ın Security Diolague dergisindeki ‘Robot Wars: US Empire and geopolitics in the robotic age‘ (2017) başlıklı yazısından çeviriler içermektedir. Silahlı Çatışma ve savaşların robotlaşmasına ilgi duyanlar yazıda da görüşlerine yer verdiğim kişilerin aşağıdaki çalışmalarına da göz atabilirler.
- Mike Bourne (2012) Guns don’t kill people, cyborgs do: A Latourian provocation for transformatory arms control and disarmament. Global Change, Peace & Security 24(1): 141–163.
- Mark Coeckelbergh (2011) From killer machines to doctrines and swarms, or why ethics of military robotics is not (necessarily) about robots. Philosophy and Technology 24(3): 269–278.
- Michel Foucault (2003) ‘Society Must Be Defended’: Lectures at the Collège de France, 1975–1976. Trans. Macey D. New York: Penguin.
- Michael Ignatieff (2003) The American empire, the burden. New York Times Magazine, 5 January. Bakınız: http://www.nytimes.com/2003/01/05/magazine/the-american-empire-the-burden.html?pagewanted=all (erişim: 28 September 2017).
- Bruno Latour (2005) Reassembling the Social: An Introduction to Actor-Network Theory. Oxford: Oxford University Press.
- Ian G.R. Shaw (2016) Predator Empire: Drone Warfare and Full Spectrum Dominance. Minneapolis, MN: University of Minnesota Press.
- Peter W. Singer (2009) Wired for War: The Robotics Revolution and Conflict in the Twenty-First Century. New York: Penguin.
[ii] Yazı için lütfen bakınız: http://t24.com.tr/yazarlar/metin-gurcan/oldurucu-robotlar-cagi-basladi-mi,15014 (erişim Eylül 28, 2017).
[iii] Gordon Moore’un 1965’te dillendirdiği çiplerdeki transistör sayısının her 2 yılda 2 kat artacağı öngörüsünün artık sonuna geldik.