Türkiye’de başlayıp Batı’ya yayılan bir trend var:
Kenara itilmişlerin, hor görülenlerin, şikayetleri kulak ardı edilenlerin, pastadan pay alamayanların, globalleşmeden zarar görenlerin kurulu düzeni, bedeli ne olursa olsun, alaşağı etme eğilimidir bu.
Her ülkenin koşulları değişiktir.
Ama Türkiye’de AKP’yi iktidara getiren akım, İngiltere’deki referandumu Avrupa Birliği düşmanlarına kazandıran dalga ve Donald Trump’ın başkan seçilmesine yol açan akış, benzer bir değişimin sonucudur.
Yunanistan’da, Macaristan’da ve Polonya’da yaşanan iktidar değişiklikleri de buna benzer gelişmelerle ortaya çıktı.
Oylarıyla bu köklü değişiklikleri meydana getirenler, hayatlarından memnun olmayan, çoğunlukla muhafazakâr alt tabakadır.
Donald Trump ilk günden seçim gecesine kadar ciddiye alınmadı.
Yönetim deneyimi olmaması, faşizan eğilimleri, aşırı zenginliği, vergi kaçırması, cahilliği, yalancılığı, bölücü retoriği, yabancı düşmanlığı, kadınları sadece seks objesi olarak görmesi, seçilmesini önler sanıldı.
Trump’ı, adayı olduğu Cumhuriyetçi Parti bile tam desteklemedi.
Son ana kadar, işleri geleceği tahmin etmek olan şirketler ve yorumcular Trump’ın rakibine, Hillary Clinton’a, şans verdiler.
Ama aynen İngiltere’de olduğu gibi beklenmeyen - hatta hayal edilmek bile istenmeyen – oldu ve Trump kazandı.
Hükümetlerin bankalara ve aşırı zenginlere arka çıkmasından, seçkinlerin kurulu düzeni hortumlamasından, milyarderlerin şımarıklıklarından bezenler, robotlardan ve yabancılardan korkanlar ve Çin’in istihdam olanaklarını yutmasından bıkanlar oylarını akımın dışından gelen adaya verdiler.
Donald Trump ilk günden seçim gecesine kadar ciddiye alınmadı
Sıra dışı bir aday olan Trump, sıra dışı bir kampanya ile başkan seçildi ve sıra dışı bir lider olacak. Amerika içeride ve dışarıda sıra dışı bir biçimde davranmaya başlayacak.
Nasıl 2000’li yılların başında Erdoğan’ın bugünkü Erdoğan, Türkiye’nin bugünkü
Türkiye olacağını bilmek imkânsız idi ise Trump’ın ABD’yi nereye götüreceğini tahmin etmek de imkânsızdır.
Yalanla, demagojiyle, palavrayla, parayla ve cahillikle seçim başarısı kazanılabilir. Ama ülke yönetilebilir mi?
Memnuniyetsiz çoğunluğun sızlanmalarını oya çevirmekle o memnuniyetsizleri memnun etmek aynı şeyler değildir.
İngiltere’de çoğunluk, yalancılara ve demagoglara kanıp Avrupa Birliği’nden ayrılma kararı vermenin bedelini yoksullaşarak ve uluslararası arenada önemsizleşerek ödeyecek.
Amerika’nın ödeyeceği bedel bundan az olmayacak.
Piyasaların, savaş çıkmış gibi baş aşağı gitmesi bunun ilk belirtisidir.