Kanuni Sultan Süleyman ve Hürrem Sultan'ın oğlu olan II. Selim (1524-1574) çiçek delisi imiş.
Ünlü İngiliz botanist Anna Pavord’un Lale adlı kitabında* yazdığına göre, II.Selim 1574’te, şimdi Suriye’de bulunan Aziz bölgesinin yöneticisine bir ferman yollayarak İstanbul’daki saray bahçesine 50 bin lale yollamasını emretmiş.
Buna benzer bir emirle Sultan, Ukrayna’daki Kefe bölgesinin yöneticisinden de 300 bin çiçek soğanı istemiş.
Bunlar bahçe değil, dağlardan ve ovalardan toplanan çiçek soğanlarıymış.
"Ne yazık ki, bu yer, Osmanlı’nın Türkiye’ye bıraktığı mirasın içinde görünmüyor."
II.Selim’den sonra tahta çıkan III. Murat (1574-1595) da Maraş’a emir buyurmuş:
“Saray Bahçesi’nde sümbül soğanı bulunmadığından, tez Maraş’ın dağlarında ve yüksek yerlerinde yetişmekte olan sümbüllerden 50 bini beyaz, 50 bini gök mavisi sümbül toplansın.”
Sultan işin “aciliyeti” olduğunu belirttikten sonra sümbüllerin nasıl sökülüp yollanacağına dair ayrıntılı talimat vermiş.
Bugün bu sayılarda çiçek soğanını, bu işi dev bir endüstri haline getirmiş olan Hollanda’dan bile ısmarlamak kolay değil.
Elli bin lalesi veya başka soğanlı bitkisi bulunan bir doğa parçası bulmak herhalde imkânsız.
Herhangi bir cins yüzbinlerce çiçeği bulunan yerleri artık hayal edebiliriz.
*
Geçen sene Beşparmaklar’da yürürken bir ara dinlenmek için durduğumda kayaların arasında dört beş nergis görmüştüm. Ada’ya has nergislerdi bunlar (Narcissus tazetta). Yıllardır doğada görmemiştim. Dükkânlarda da satılmıyorlardı. Eğilip kokladım. Avcıların bile ender uğradığı ücralıkta bir yerdeydim. Bu yüzden oradaydılar. Yoksa çoktan sökülüp götürülmüş olurlardı.
*
Bir arkadaşımın annesinin bahçesinden söktüğüm nergisleri ekerken aklıma geldi bunlar.
Çocukluğumda ... Altmış sene öncesinden bahsediyorum... Dünya 4.5 milyar yıldır var olduğuna göre, uzun bir zaman sayılmaz... Çocukluğumda dağlar, ovalar çiçek doluydu. Şimdi, bırakın nergisi, gelinciğe rastlamak bile zor.
Dünyanın en çiçek zengini ülkelerinden biri olan Türkiye’de bile çiçek örtüsü baş döndürücü bir hızla fakirleşiyor.
Pavord, Fatih Sultan Mehmet İstanbul’u ele geçirdikten sonra Topkapı Sarayı’nda ve şehrin bir başka yerlerinde “keyif bahçeleri” kurdurduğunu yazıyor.
Sultan’ın meyve, mutfak ve “keyif” bahçelerinde 920 bahçıvan çalışır, ürün fazlaları şehrin pazarlarında satılırmış.
Fatih’in minyatür portresini yaptırırken gül kokluyor olması tesadüf olmamalı.
Pavord’a göre lale, Osmanlı’nın hanedan çiçeğidir. Osmanlı’dan kalan birçok eserde, çinilerde, dokumalarda, minyatürlerde, elyazmalarında, duvar resimlerinde, mezar taşlarında, seccadelerde, tabaklarda, lale motifinin bulunması bu çiçeğin Osmanlı hayatında özel bir yeri olduğunu gösterir.
Lale, İznik seramiklerinde 1535-1540 dolaylarında görünmeye başlanmış. Çiçek bazen bahçede göründüğü haliyle, bazen bir vazoda resmediliyordu. Pavord’a göre, meşhur İznik kırmızısı laleleri resmetmek için keşfedilmiş olabilir.
"Erdoğan kendine, Fatih’in Topkapısı'ndan büyük bir saray yaptırdı, ama Fatih’in bahçelerine benzer bahçe yaptırdı mı, emin değilim."
Pavord, Batılıların, en seçme laleleri tek başına dar ağızlı lâledan adı verilen vazolarda teşhir etme âdetini Osmanlılardan öğrendiğini yazıyor.
Çiçeklerin, özellikle lale, sümbül, yasemin, çiğdem ve neredeyse ortadan kaybolmuş olan şakayıkın Osmanlı hayatında özel bir yeri vardı.
Ne yazık ki, bu yer, Osmanlı’nın Türkiye’ye bıraktığı mirasın içinde görünmüyor.
Erdoğan kendine, Fatih’in Topkapısı’ndan büyük bir saray yaptırdı, ama Fatih’in bahçelerine benzer bahçe yaptırdı mı, emin değilim.
* The Tulip, Anna Pavord, Bloomsbury (Türkçesi yok)