Çözüm olmasını ve adanın yeniden birleşmesini istemiyor görünebilirim, ama bu izlenim yanlıştır.
Rumlarla Türklerin iç içe yaşadığı son nesildenim.
Çocukluğumda, dört-beş yaşlarında iken, Rumcam Türkçemden iyi idi.
Lefkoşa’nın Yeni Cami Sokağı’nda, Rum çocukları ile birlikte oynadım. Ayluga Kilisesi’nin bahçesindeki panayırdan pastelli satın aldım. Türk-Rum karışık bir okulda okudum. Arapköy’de Rum komşumuzun Paskalya’da fırınında pişirdiği pilavunalardan yedim. Şimdi araba parkı olan stadyumda – Rum tarafında kaldı – Cipsi’nin Rumlara attığı golleri izledim. Cikletten çıkan, Türk-Rum futbolcuların fotoğraflarını topladım. Andız ve Galfa ile Athineum Sineması’nda ilk-gösterim Hitchcock filmleri izledim. Fiesta’da brandy sour içtim.
O ortak hayat, 1955’te Kıbrıs’ın Yunanistan’a bağlanması amacıyla İngiliz sömürge idaresine karşı başlatılan EOKA hareketi ile çatladı.
Rumların 1963’te Türklere karşı uygulamaya koyduğu etnik temizlikle bin parçaya bölündü.
Ve 1974’te Türk askerinin adaya çıkıp Kıbrıs’ı ikiye bölmesiyle sona erdi.
Aradan geçen kırk küsur yılda, adaya olan bağlılıkları dışında, Türklerle Rumların bir zamanlar paylaştıkları ortak özelliklerden hemen hemen hiçbir şey kalmadı.
Şimdi Rum tarafına gittiğimde kendimi, yabancı ve pek dostane olmayan bir ülkede tedirgin bir turist gibi hissediyorum.
Lefkoşa’nın içinde “suda-balık” olduğum sokakları artık yabancı.
Çocukluğumun ve ilk gençliğimin anıları oralardan sürgün oldu.
Kullanmaya kullanmaya Rumcamı neredeyse tamamen unuttum.
Bazı şeyler kırıldı mı onları tamir etmek mümkün değil.
Bütün olup bitenlerden sonra Ermenilerin Anadolu’ya geri dönmesi, eski evlerinde Türklerle bir arada yaşaması mümkün mü? Yahudiler Almanya’ya geri dönebilir mi? Amerika yeniden Kızılderililerin olabilir mi?
Türklerle Rumlar 1974’ten sonra ayrı yöne gittiler. Aralarında, her zaman Rumların lehine olan fark iyice açıldı.
İsviçre’de sürmekte olan görüşmelerden anlaşma çıkmasını beklemek, bir arkadaşımın deyimi ile "ölü gözünden yaş" beklemeye benzer.
Rumların aklındaki federasyonu Türkler asla kabul etmeyecek, Türklerin aklındaki federasyonu da Rumlar asla kabul etmeyecek. Kıbrıslı Türkler, Türkiye’ye sarılmaktan asla vazgeçmeyecek, Rumlar da Kıbrıs Cumhuriyeti’ne sarılmaktan.
Kıbrıslı Türkler şeytandan ruhlarını geri almalıdır
O zaman, mission impossible bu toplumlararası görüşmelerin amacı ne?
Çünkü Kıbrıs sorununda bitmemiş bir şey var. Ermenilerin, Yahudilerin ve Kızılderililerin kıyım ve talan hikâyeleri sona erdi. Ama Kıbrıs’ta defter dürülmedi. Bitmemiş, tamamlanmamış bir şey var.
Bu da Kıbrıslı Türklerin şimdi üzerinde yaşadıkları toprakların yüzde doksanına yakınının Rum mülkü olmasıdır. Bu mülkün sahipleri, onların eşleri ve akrabaları büyük oranda hayattadır. Mallarını geri istiyorlar.
Ve Rumların çoğu eskiden olduğu gibi adaya egemen olma hayali ile yaşıyor.
Bir arada yaşamayı isteyen Rumlar ve Türkler var ama bunlar, bu hayali gerçekleştiremeyecek kadar azınlık.
Rumların malları ya onlara geri verilmeli ya da değerinden satın alınmalı. Bunu Türkler, Rumlardan çok kendileri için yapmalıdır.
Kıbrıslı Türkler 1974’te yok olmaktan kurtuldu ama ödedikleri bedel, ahlaki çöküntü oldu. Rumların bıraktıkları malların paylaşımı, daha doğrusu ganimetlenmesi ve gasp edilmesi, toplumun ruhunu kirletti. Ve kirletmeye devam ediyor. Hükümetteki bazı bakanlar artık gizlemeye gerek duymadan, rüşvet ve yolsuzlukla haşır neşir. Hırsızlık, beceriksizlik, umursamazlık ve vurdumduymazlık KKTC’nin alametifarikası oldu.
Ama Kıbrıslı Türkler, bu değildir.
Kıbrıslı Türkler şeytandan ruhlarını geri almalıdır.
Bunun yolu, başarısız olmaya mahkûm toplumlararası görüşmeler değil; DP, UBP gibi küflenmiş partilerden kurtulup eski görüşmeci, akademisyen Kudret Özersay gibi yeni nesil politikacıları iktidara getirmektir.