Bir açıdan bakıldığında, Türkiye’nin 1923’ten bu yana tarihi, Ankara’nın Kürtleri ve Alevileri asimile etme, dışlama, ezme, ikinci sınıflaştırma politikasının kronolojisidir.
Bu konuda bir araştırma yok, ama Alevi ve Kürtlerin milli gelirden aldığı payın Sünnilerinkinden çok daha küçük olduğuna eminim. Hayat standardını belirleyen diğer istatistiklerde de bu gruplarının daha geri olduğu kesin.
Sorun, Türkiye’de rejimin Sünni çoğunluğun hakimiyetinde olması, Sünnilerin Alevi ve Kürtleri eşit görmemesidir.
TC, kurulduğundan beri, Alevi ve Kürtlerini vatandaş olmaktan çok sorun olarak gördü.
Atatürk’ün CHP’sinden bu güne bütün partilere bu anlayış hakim oldu.
Yılların geçişinde, özellikle AKP döneminde, sertlik ve yumuşaklık arasında epey gel git oldu ama temelde Türkiye’de yaşayan insanların üçte birden fazlasını kötü etkileyen bu politika hiç değişmedi.
Değişmeyen bir başka şey bu politikanın kan ve ıstıraptan başka sonuç getirmemesidir.
Gözü kör, kulağı sağır, kalbi mühürlü olmayanın bu gerçekleri görmemesi mümkün değildir. Ama ne yazık ki Türkiye’de, birçok yönetici dahil, gözü kör, kulağı sağır, kalbi mühürlü çok insan var.
Eşitlik (Sybille Bedford’un (1911 – 2006) Tanrıların Sevgilisi kitabında yazdığı gibi), herkesin aynı olması değildir. Herkese eşit davranılmasıdır.
Atatürk’ten başlayarak, muhtemelen, kendini Türklerin esas atası saydığı için Atatürk’ün adını almaktan kaçınan Erdoğan’a kadar, hiçbir lider bu gerçeği görmek istemedi.
Türk-Kürt, Sünni-Alevi eşitliğini kabul eden ve yerleştirmeye çalışan bir siyasi parti, bir siyasi lider yoktur. HDP ve başkanlarını saymazsak.
TC’nin güçlüleri bu gerçeği kabul etmezse Türkiye medenileşemez ve kalkınamaz. Barış ve huzur içinde yaşayamaz. Tökezler durur. Hatta bölünür.
Bu nedenle Türkiye’nin yeni bir sosyal kontrata ihtiyacı var.
Sosyal kontrat toplumun bütün üyelerinin barış, güven ve refah içinde yaşaması için üzerinde anlaşmaya varılmış yazılı veya yazısız bir anlaşmadır.
Erdoğan bunu yapabilecek güçteydi. Ama ne yazık ki, böyle bir sosyal kontratı halka kabul ettirmeye çalışmak yerine, Alevileri ve Kürtleri en çok dışlayan lider oldu. Ayrımcılığı had safhaya getirdi. Ülkeyi düşman kamplara böldü. Türkiye’yi iç savaşın eşiğine getirdi.
*
Dün İzmir’de oturan bir arkadaşımdan şu mesajı aldım:
İç savaş veba gibi. Her saat başı bir ölüm haberi yaşam şevkimizi aşağıya çekiyor. Mutfakta şarkı söylemeyi unuttum. Yaşamaya en çok hakkı olanların kanları damlıyor erk sahiplerinin ellerinden. Beni en rahatsız eden şey, önümü görememektir. Şimdi ışık hızıyla yayılan bir sis var.
Sicilya’da tatilde olan bir arkadaşım ise şöyle yazdı:
O saçma olayların olduğu, saçma işler yaptığım ülkeye hiç mi hiç dönmek istemiyorummm. Ada insanları hep daha sıcak kanlı , daha huzurlu ve daha mutlu mu oluyor?
*
Geçenlerde İngilizce bir kitapta Hz. Muhammed’e atfedilen şu cümleyi okudum.
İyilik inancın nişanesidir ve kim ki iyi değildir, inançlı değildir.
Kaç AKP’li peygamberin bu tarifine giriyor?
Erdoğan, her dediğine kafa sallayarak ona iyilik yaptıklarını sanan danışmanları, evet efendimci gazeteciler, kendini başbakan sanan adam, kabinedeki uysal adamlar, ülkeyi ne hale getirdiklerinin farkındalar mı?