İsrail’in Gazze’ye yönelik günlerdir süren hava saldırısı ve kara harekatının yol açtığı insanlık dramına dünyanın tepkisi ne yazık ki sınırlı. Yaşanan onca acıya, şiddete ve ölüme rağmen dünya neredeyse sessiz.
Türkiye’de herkes tepkili. Türkiye’nin aralarında bulunduğu ülkeler, İsrail’i ve yaşananları kınasalar da sonuç değişmedi.
Yine Batılı ülkelerin toplumlarından, sivil toplum kuruluşlarından, kanaat önderlerinden, aydınlarından İsrail’e tepki gelse de, bu, hükümetleri harekete geçirmeye yetecek güç ve etkide değil.
Peki Batılı ülkeler İsrail’in uyguladığı insanlık dışı şiddete gelen tepkilere rağmen neden yeterli tepkiyi vermiyor?
Bu tepkisizlik, İsrail’in haklı olmasından mı yoksa Batı, bölgede yaşanan karmaşadan ve radikal İslam’ın yükselişi karşısında İsrail’in yanında mı saf tutuyor?
Birbirine bağlı bu iki sorunun cevabı, Ortadoğu’da 2010’un sonunda başlayan Arap Uyanışı, bunun evrildiği yön ve ortaya çıkan sonuçlarıyla doğrudan bağlantılıdır.
Aralık 2010’da Tunus’ta bir gencin kendisi yakmasıyla başlayan süreç Arap dünyasında toplumsal teleplerin kendini ifade edebilmesinin yolunu açtı. Bu süreç Tunus, Mısır ve Libya’da liderlerin iktidardan gitmesiyle sonuçlanırken, Suriye’de Esad 3.5 yıllık iç savaşa rağmen hala koltuğunda.
Arap Uyanışı’nın en çok etkilendiği ülkelerden birisi kuşkusuz İsrail. Tarihsel Arap-İsrail ihtilafları bu süreçte en çok İsrail’i etkiledi. İsrail’in Arap Uyanışı karşısında izlediği politika önce bekle-gör, sonra eski politiklara dönüş şeklinde oldu.
İsrail’i bekle-gör politikasına iten Arap Uyanışı’nın yarattığı belirsizlik oldu. “One minute” ve Mavi Marmara krizi nedeniyle Türkiye’yle ilişkileri asgari düzeye inen İsrail, Mısır’da yakın müttefiki Mübarek’i de kaybedince bölgede iyice yalnızlaştı.
Bölgede yalnızlaşan İsrail, Türkiye’yle ilişkilerin normalleşmesi konusunda girişimlerde bulunduğu gibi Filistin politikası olmak üzere izlediği politikalarda daha dikkatli oldu.
Ancak bu süre çok uzun sürmedi. İsrail politikası belirsizlik şartlarından eski hale döndü. Bunda Suriye’de Esad’ın muhaliflere rağmen ayakta kalması, radikal İslamcı grupların güçlenmesi ile Mısır’da demokratik seçimle gelen iktidarın İslamcı kimliği baskın bir siyasallaşmayı tercih etmesi etkili oldu. Buna Libya’daki karmaşayı da ekleyebiliriz. Bütün bu gelişmeler hem dünya hem de İsrail için Arap Uyanışı’nın terse dönmesi olarak okundu.
Daha çok adalet, daha çok özgürlük için başlayan süreç ne yazık ki, belli bir toplumsal kesimin diğerlerini baskı altına alması, onları dönüştürmesi gayreti olarak işledi.
İsrail’in son Gazze saldırısında kendine güvenin arkasında Batı’nın kendisinden vazgeçemeyeceği düşüncesi hakim. Bu özgüvenin temelinde ise Batı’nın bölgedeki en güçlü müttefiki olma yanında, Ortadoğu’da son iki yılda radikal İslamcı terörist yapıların güçlenmesi gerçeği var.
Batı Mısır örneğinde bunu gördü. Batı’nın darbeye darbe dememesinin arkasında da bu vardı. Batı için ikinci kötü hafıza kuşkusuz Suriye ve son olrak Irak’ta yaşanan IŞİD gerçeği. Başta Türkiye olmak üzere kimi ülkelerde Esad’ın kısa sürede (2011 sonuna kalmadan) iktidardan gideceği beklentisi vardı. Bu olmadı. Bunda, Rusya, Çin ve İran’ın Esad’a desteği kadar Batı’nın Esad sonrasının öngörememesinin de önemli payı olduğuna kuşku yok.
Meşru muhalefet Özgür Suriye Ordusu’ndan çok Esad’a karşı mücadele eden radikal İslamcı örgütler El Nusra ve IŞİD’in güçlenmesi Batı’nın endişe ve korkusunu körükledi ve Esad, ehveni şer bir tercih olarak iktidarını korudu.
Sonuç olarak bugün sadece Suriye’de değil, Irak’ta da radikal islamcı örgütler ve onların gerçekleştirdiği şiddet, sadece Batı’yı değil tüm dünyada endişeyle izlenmektedir.
Bugün eğer Batı, İsrail’in uyguladığı insanlık dışı şiddete tepkisizse bunun temel nedeni, Ortadoğu’da yükselen radikal İslamcı teröre karşı İsrail’i -eskisinden daha fazla- kendisi için güçlü bir sigorta görmesidir. İsrail’i Batı için eskisinden daha önemli hale getiren de Türkiye’nin izlediği dış politikadır.
Elbette bugün Gazze’de yaşanan insanlık dramını hiç bir gerekçe meşrulaştıramaz. İsrail şiddeti bir an önce sona ermeli ve Gazze’ye uygulanan abluka sona erdirilmelidir. Ama bunu sağlayacak olan sadece insani ve vicdani haklılık değil siyasi olarak da bunu sağlayacak bir güce sahip olmaktır.
Türkiye’nin düşünmesi gereken bu insani ve vicdani haklılığın neden sonuçsuz kaldığıdır.
@murataksoy