30 Mart’ta yapılan yerel seçimlerde alacağı sonuç en çok merak edilen partilerden biri de şüphesiz BDP idi. BDP’nin bölgede alacağı oy kadar merak edilen diğer konu ise, Batı’da sol/sosyalist blokla kurulmuş ve Kürt siyasi hareketini Türkiyelileştirmeyi hedefleyen HDP’nin alacağı sonuçlar idi.
BDP, bölgede 2009’a göre bazı yerlerde oyunu arttırdı, bazı yerlerde azalttı. Mardin, Tunceli, Bitlis –ve iptal edilse de Ağrı’da- elde ettiği başarılar önemlidir.
BDP’nin bölgede, HDP’nin Batı’da aldığı sonuçları önemli kılan nokta; çözüm sürecinde beklenen adımlar atılmaması durumunda BDP’den gelen de facto özerklik ilanının yaratması muhtemel komplikasyonlardır. Burada hemen ifade edelim ki, özerklik derken açık bir ilan şart değil. Yerel yönetimlerde de facto uygulanacak olan bazı düzenlemer resmi olmasa da bir tür özeklik ilanı olarak okunabilir.
Ki seçim sonrasında kimi BDP’li yöneticilerin "halk özerkliğe onay verdi", KCK'nın AK Parti'den gelen, "müzakereleri yasal zemine oturtma konusunda yapacağımız bir şey yok" açıklamasına verdiği tepki, çözüm süreci açısından olumlu sinyaller değil.
Burada Kürt siyasi hareketi açısından temel açmaz şudur; Bir tarafta Öcalan’ın hapis koşulları, bir tarafta vaat edildiği halde atılmayan demokratik adımlar, bir tarafta Kandil'in AK Parti'ye güvensizliği ve bir tarafta da BDP'nin siyasi sıkışmışlık halinin varlığıdır.
AK Parti çözüm süreci konusunda büyük siyasi risk alarak adım attı. Ancak, attığı ilk adımın büyüklüğü karşısında küçük olan adımları atmayarak çözüm sürecini yavaşlattı. Sadece yavaşlatmadı, özellikle 17 Aralık'tan sonra yaptığı yasal düzenlemelerle sadece Türklerin değil vatandaş olarak Kürtlerin de hak ve özgürlükelerini daralttı.
Ve şu anda AK Parti’nin siyasal tercihi, Kürt sorununu da çözecek demokratikleşmeden değil tam tersine kendi alanını korumak yönündedir. Bu yüzden Kürt sorunu ve çözüm süreci konusunda adım atabilmesi çok kolay değil.
AK Parti bu açıdan en açık sınavı Ağrı ve Ceylanpınar seçimlerinde verdi. Buralarda devlet güçlerinin pozisyonu esas olarak AK Parti'nin sürece nasıl baktığı konusunda açık bir işarettir.
Çözüm sürecinin ilerlemesinde kritik nokta, Erdoğan’ın cumhurbaşkanı adayı olma durumunda ortaya çıkacaktır. Erdoğan Cumhurbaşkanı olmak için Kürtlerin oyunu almak durumundadır. Böyle bir gelişmede doğal olarak Kürtler de, Erdoğan ile kaçınılmaz olarak pazarlık çıtasını yükselteceklerdir. Bu pazarlığın konusu ve sonucu ne olursa olsun bu iki taraf açısından da ilkesel değil pragmatik bir tercih olacaktır. Ve sonucunun demokratik olma olasılığı da hayli düşüktür.
Kürt siyasi hareketinden daha çok Kürtler, Başbakan Erdoğan'ı çözüm sürecinin en güçlü aktörü olarak görüyor. Ancak gerek Gezi gerekse 17 Aralık sonrasında Başbakan Erdoğan'ın islediği politika, çözüm süreci için umut değil tersine umutsuzluk veriyor.
Kürt siyasi hareketi Gezi sürecinde çözüm sürecini tehlikeye atmamak, 17 Aralık sürecine ise cemaatin var olduğunu düşündüğü Kürt sorununa bakışı nedeniyle AK Parti'ye mesafe alamadı.
Ancak Kürt siyasi hareketi her iki gelişmede AK Parti’yi daha demokrat olmaya zorlayacak bir pozisyon alsa idi, sürecin gelişmesi açısından da kazanım elde etmiş olacaktı.
Kürt siyasi hareketi şunu unutmamalı: Kürt sorunu ancak güçlü bir demokrasinin olduğu Türkiye'de çözülebilir.
Ve şu anda Türkiye demokrasisinin güçlendğine dair elimizde güçlü bir işaret yoktur.
Bu yüzden -bunu yapabilecek en güçlü parti olarak- CHP’nin Kürt sorunun çözülmesi ve çözüm sürecinin derinleştirlmesi konusunda bir yol haritası hazırlamalı ve bunu kamuoyuna teklare etmelidir. Bunu sadece Cumhurbaşkanlığı seçiminde bir manevra olarak değil, Türkiye’nin hızla savrulduğu anti-demokratik iklimi normalleştirmek için yapmalıdır.
Aynı şekilde Batı’da HDP, ne yazık ki istenen başarıyı elde edememiştir. Alınan oy, BDP’nin Türkiyelileşme sürecinin zorluğuna işaret ediyor. Bunun temel nedeni de, ana gövdesinin Kürtler ve baskın bir Kürt kimliğinin olduğu bir hareketin Türkiyeleşmesinin imkansızlığındandır.
BDP’nin Türkiyelileşmesi ancak Kürt sorunun demokratik zeminde çözüm yoluna girmesi ile mümkündür.
Şu anda olan, bir anlamda adını muhtemelen sonradan Başbakan Erdoğan’ın koyacağı nevi şahsına münhasır 'milli demokrasi' inşa sürecidir. Elbette milli demokrasi ile çözüm mümkün olur ama bu Kürt siyasi hareketinin ve Kürtlerin tamamının değil AK Parti ve Barzani’nin üzerine uzlaştığı çözüm olur.
Yazının başına dönersek; evrensel demokrasi ilkeleri olmadan çözüm süreci ilerleyebilir mi?
Kürt siyasi hareketinin de, Kandil’in de, Öcalan’ın da cevap vermesi gereken soru bu.
Seçim sonuçları bu sorunun ne kadar acil olduğunu bir kez daha gösterdi.
twitter.com: @murataksoy