Geçtiğimiz hafta CHP kulislerinde uzun süredir konuşulan MYK değişikliği gerçekleşti. 30 Mart seçimlerinde belediye başkan adaylarını belirleyen komisyonda yer alan 5 MYK üyesinden 4’ü görevden alındı. Gürsel Tekin Genel Sekreter oldu. PM’den 6 yeni isim (Tekin Bingöl, Seyhan Erdoğdu, Emel Yıldırım, Veli Ağbaba, Aytun Çıray, Burhan Şenatalar) MYK’ya girdi.
Bu değişikliği nasıl okumalı? İsimler üzerinden bir fatura kesimi mi yoksa değişim yolunda bir adım mı?
CHP, Türkiye’de ben dahil pek çok insan için kafa karıştırıcı bir parti oldu. Partinin sol olup olmamasından bağımsız olarak eleştirel yazılar yazdım. Partiyi Türkiye’nin önemli meseleleri karşısında siyasetsizliğini eleştirdim.
Ancak bu yazılarda, şu gerçeği de hep ifade ettim; CHP geçmişin bütün ayak bağlarına rağmen Türkiye’de kendine sol/sosyal demokrat diyenlerin hala en büyük umudu. Nitekim CHP’de ne zaman küçük bir iç iktidar değişikliği olsa; alternatif sol arayışların aktörleri CHP ile temasa geçerek; onu etkilemeye ve ona eklemlenmeye çalıştı. Örneğin yakın geçmişe kadar CHP dışı siyasal arayışların adresi olan “Yeni Akıl Hareketi”, “10 Aralık Hareketi”nin yönetici kadrosunun bir kısmı bugün, partini merkez ve il yönetimlerinde yer alıyor.
CHP’deki bu çekim gücünün arkasında iki temel neden var. İlki CHP’nin tarih/selliği ikincisi ise örgütlülüğü. Bu iki özellik CHP’yi, her şeye rağmen siyasal arenanın ‘kalıcı’ partisi yapıyor.
Kemal Kılıçdaroğlu’nun 2010 yılında genel başkan adaylığı süreci, partiye böyle bir enerji akışına yol açtı. 27-28 Mayıs 2010’da yapılan kurultayda yepyeni isimler partiye katıldı ve yönetime girdi.
Kılıçdaroğlu ile başlayan süreç, kendi deyimiyle; “yıllar yılı eleştiri üzerine politika yapan bir yapıyı değiştirmek ve dönüştürmenin zorluğu ortada. Amacımız da bu değişimi gerçekleştirmek” üzerine kuruldu. Kılıçdaroğlu genel başkanlıkta 4 yılı geride bırakıyor. Ve izleyebildiğim kadarıyla CHP’deki yenileşeme ağır adımlarla ilerliyor. Ama şu bir gerçek ki, Kılıçdaroğlu “Yeni CHP”den vazgeçmiş değil.
Bu süreçte Genel Başkan Kılıçdaroğlu’nun en büyük zaafı, liderliğe parti içinde siyasal bir mücadele ile gelmemiş olması. Bu durum, Kılıçdaroğlu’nun partiyi küçültmemeyi önceleyen bir büyüme stratejisi izlemesine yol açtı. Bu kaçınılmaz olarak daha az siyasal riskin alındığı, zamana yayılan karar süreçleri anlamına geldi.
Bugün belki Kılıçdaroğlu’ndan da bağımsız olarak, onun liderliği Türkiye açısından bir şanstır. Lideri olduğu partinin CHP olmasının bu aşamada bir önemi yoktur.
Evet Kılıçdaroğlu’nu siyaseten risk almadığı için eleştirebilirsiniz,
Kılıçdaroğlu’nu siyaseten dengeci bulabilirsiniz,
Kılıçdaroğlun’u siyasetsizlikle de eleştirebilirsiniz.
Ama tüm bunlar, etkilenemeye açık ve etkileme amacı olan herkesin ulaşabileceği bir liderliği ortadan kaldırmıyor.
AK Parti’nin son yıllardaki siyasal tasarrufları ve siyasal söylemi dikkate alınırsa Kılıçdaroğlu’nun hem kişiliği hem de CHP’nin iktidar karşısındaki en güçlü muhalefet olması partiyi önemli kılıyor.
Kuşkusuz bu özellikler tek başına CHP’nin önemini, değerli kılmıyor.
CHP’nin değerli olması, içinde olunan siyasal konjonktürü değerlendirip güçlenmesi; partinin zamana yayılan siyasetsizlikten kurtulup, Türkiye’nin temel sorunları karşısında siyaset üretmesi ve bunu en kısa zamanda kamuoyu ile paylaşmasından geçmektedir.
CHP’nin toplumu AK Parti karşısında en güçlü iktidar adayımım mesajını hem söylemi hem de projeleri ile ikna etmesinden geçmektedir.
CHP’nin toplumun farklı kesimleri ile eş düzeyli ilişiler kurmasından geçmektedir.
CHP’nin Kürt sorunu konusunda hak ve özürlük temelli, eşit vatandaşlığı esas alan bir söylem geliştirmesinden geçmektedir.
CHP’nin Fransız tipi laiçilikten düşünce ve ifade özgürlüğünü temel alan dinlere saygılı bir yeni laikliği benimsemesinden geçmektedir.
Bunlar olduğunda CHP daha güçlü bir parti olabilir. Bu değişim o yolda bir ışık oldu benim için.
Ancak bazı sol/sosyalist partilerde, siyasi aktörlerde ve entelektüeller içinde CHP’ye yönelik olarak neredeyse “a priori” bir ‘değişememezlik’ varsayımı var. Oysa bu varsayım, bir ‘mutlaklaştırma’ içerdiği için sorunludur.
Oysa her şey gibi pekala CHP de değişebilir.
CHP değişmez diyenlerin temel sorunu, değişim için hayatlarında yeterince risk almamış olmalarıdır. Onlar risk almadan siyasal oyunun değişmesini bekliyorlar.
Oysa tam tersine bugünün koşulları daha fazla siyasi risk almayı zorunlu kılıyor. Siyasal alanının darlığından, siyasal alternatifsizlikten, iktidardan şikayet edenlerin kenarda değil; daha fazla siyasetin içinde olmaları gerekiyor. Hiçbir siyasi risk almadan CHP'yi solcu bulmamak, Kemalist geçmişinden dolayı onu ‘değişmez’ ilan etmek kolaydır.
Geçmişe bakarak yargılamak kolaydır. Zor olan geleceği kurmak için risk almaktır. Zor olan, siyasete inanan ve değişimi samimi olarak isteyenlerin değişim siyasetini hayata geçirecek süreçlerin parçası olmasıdır. Türkiye'de laik kesimdeki solcu entelektüellerin ve küçük sol/sosyalist parti yöneticilerinin temel sorunu budur.
İster beğenelim ister beğenmeyelim, AK Parti’nin parti devleti inşasının karşısında duran en güçlü siyasal aktörden birisi CHP’dir.
O yüzden CHP'ye mesafeli olanların, ‘CHP değişmez’ tezi yerine; niçin değişmesi gerektiğini, nasıl değişebileceğini, kimlerle değişebileceğini ortaya koyup, gerektiğinde bu değişimin parçası olmayı göze almaları gerekir. Çünkü uzaktan baktığınız hiçbir şeyi değiştiremezsiniz.
Tabi CHP’nin bu değişim taleplerine kendini daha çok açmasıyla bu süreç hızlanabilir.
@murataksoy