10 Ağustos ile 11 Ağustos arasında ya da 24 Ağustos ile 25 Ağustos arasında ne fark var?
Cumhurbaşkanı seçiminin ilk turu 10 Ağustos’ta yapılacak. Yüzde 50’yi geçen aday 11 Ağustos’ta cumhurbaşkanı olmuş olacak. Şayet seçim, ikinci tura kalırsa 24 Ağustos’ta yapılacak. İlk turu geçen adaydan yüzde 50’yi geçeni 25 Ağustos’ta cumhurbaşkanı olacak.
Peki 11 Ağustos’un 10 Ağustos’tan ya da 25 Ağustos’un 24 Ağustos’tan cumhurbaşkanının görev ve yetkilerini açısından bir değişiklik olacak mı?
Şu açık ki, 10 Ağustos’taki anayasa ve yasalar 11 Ağustos’ta da geçerli olacak. Aynı şekilde 24 Ağustos’taki anayasa ve yasalar 25 Ağustos’ta da geçerli olacak. Yani cumhurbaşkanının görev ve yetkilerini düzenleyen yasalara uyma konusunda mevcut cumhurbaşkanı Abdullah Gül ile yeni seçilecek arasında bir fark olmayacak.
Cumhurbaşkanı seçiminden sonra Meclis’te cumhurbaşkanının görev ve yetkilerinde anayasal bir değişiklik olmayacaksa Erdoğan’ın cumhurbaşkanı seçilmesi ve bugüne kadar ifade ettiklerini gerçekleştirmesi halinde anayasal krizlere uzak olmadığımız gibi bir gerçek ile karşı karşıyayız demektir.
Başbakan Erdoğan, verdiği mesajlar ile cumhurbaşkanından çok icracı bir başkanı tanımlıyor. Bunun gerçekleşmesi, var olan yasaların zorlanması, demokratik sınırların aşınması anlamına geliyor.
Anayasa’nın Cumhurbaşkanı’nın görev ve yetkilerini düzenleyen 104. Maddesinde; “Cumhurbaşkanı Devletin başıdır. Bu sıfatla Türkiye Cumhuriyeti'ni ve Türk Milleti'nin birliğini temsil eder; Anayasa'nın uygulanmasını, Devlet organlarının düzenli ve uyumlu çalışmasını gözetir.
Bu amaçlarla Anayasa'nın ilgili maddelerinde gösterilen şartlara uyarak yapacağı görev ve kullanacağı yetkiler şunlardır” diyerek; cumhurbaşkanının yasama, yürütme ve yargı alanlarındaki görev ve yetkilerini sıralar.
104. Maddenin b fıkrası cumhurbaşkanının yürütme yani icra alanına ilişkin olanlarını şöyle sıralar;
“- Başbakanı atamak ve istifasını kabul etmek,
- Başbakanın önerisi üzerine Bakanları atamak ve görevlerine son vermek,
- Gerekli gördüğünde Bakanlar Kurulu'na Başkanlık etmek ya da Bakanlar Kurulu'nu Başkanlığı altında toplantıya çağırmak,
- Yabancı devletlere Türk Devleti'nin temsilcilerini göndermek, Türkiye Cumhuriyeti'ne gönderilecek yabancı devlet temsilcilerini kabul etmek,
- Uluslararası andlaşmaları onaylamak ve yayımlamak,
- Türkiye Büyük Millet Meclisi adına Türk Silahlı Kuvvetleri'nin Başkomutanlığını temsil etmek,
- Türk Silahlı Kuvvetleri'nin kullanılmasına karar vermek,
- Genelkurmay Başkanı'nı atamak,
- Milli Güvenlik Kurulu'nu toplantıya çağırmak,
- Milli Güvenlik Kurulu'na Başkanlık etmek,
- Başkanlığında toplanan Bakanlar Kurulu kararıyla sıkıyönetim ya da olağanüstü hal ilan etmek ve kanun hükmünde kararname çıkarmak,
- Kararnameleri imzalamak,
- Sürekli hastalık, sakatlık ve kocama sebebi ile belirli kişilerin cezalarını hafifletmek ya da kaldırmak,
- Devlet Denetleme Kurulu'nun üyelerini ve Başkanını atamak,
- Devlet Denetleme Kurulu'na inceleme, araştırma ve denetleme yaptırmak,
- Yükseköğretim Kurulu üyelerini seçmek,
- Üniversite rektörlerini seçmek”
Görüldüğü gibi bu fıkrada yürütmeye ilişkin Başbakan Erdoğan’ın kendisi için tanımladığı hiçbir icracı yetki ve görev yoktur.
Yok eğer varsa, mevcut Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün bu konuda çok başarısız olduğunu kabul etmek gerekiyor.
Dolayısıyla, Başbakan Erdoğan’ın cumhurbaşkanlığı görev ve yetkileri konusunda kendisi için biçtiği rol, kaçınılmaz olarak anayasal krizleri vaat ediyor.
Bu uzun girişi dün Ekmeleddin İhsanoğlu’nun adaylığının resmi tanıtım toplantısını izlerken düşündüm.
Ekmeleddin İhsanoğlu dün yaptığı konuşmayla, gelen sorulara verdiği cevaplarla makul, uzlaştırıcı, kucaklayıcı ve sakin güç olduğunu gösterdi. Bu yönüyle İhsanoğlu, “Türkiye’nin aklı-selimi”ni temsil etmektedir. İhsanoğlu, konuşmasında kişisel hikayesinden çıkarak 28 Şubat’ın da, AK Parti iktidarının da tüm mağdurlarını sahiplendi. “Sıkmabaşa” da Ali İsmail Korkmaz’ı anarak “çapulculara” da sahip çıktı. Çözüm süreci için tarihsel birikimlere referans verip, anadilin ana sütü gibi helal olduğunu söyledi. Çözüm süreci için Meclis’i adres göstermesi de kuşkusuz önemlidir..
İhsanoğlu için ilk günden bu yana, Erdoğan ile kıyaslandığında onun “apolitikliğinin” bir şans olduğunu yazdım. Bu İhsanoğlu’nun siyasal duruşunun apolitik olduğu anlamına gelmiyor. Bu apolitiklik algısı, Erdoğan ile İhsanoğlu kıyaslandığında ortaya çıkan farktır. Bu, İhsanoğlu için bu şanstır. Bu şans, Türkiye’nin içinde olduğu kutuplaşma ve gerilimi düşürme ve makulü bulma açısından önemlidir.
İhsanoğlu’nun, “Cumhurbaşkanı yol yapmaz ama yol gösterir” sözü pek çok şeyi özetler niteliktedir.
Ekranlarında İhsanoğlu’nu izleyenler konuşma tonunu, uslübunu iddiasız bulabilirler. Bu kuşkusuz Erdoğan ile kıyaslandığında gerçektir de. Ama burada önemli olan iki adayın, Türkiye’ye ye ve halka ne vaat ettikleridir.
Burada bir kez daha ifade etmek gerekiyor; İhsanoğlu ile Erdoğan birbirinden bambaşka iki aday.
Erdoğan sadece cumhurbaşkanlığına adayı değil ülkeyi neredeyse tek başına yönetmeye adaydır. Yönetirken mevcut yasalara uymayı değil yasaları kendine uydurmayı tercih eden bir lider. Seçildiği takdirde eğer çok radikal bir değişiklik olmazsa Erdoğan’ın kafasında yeni bir birey, toplum, farklılıkların özel alanda bırakıldığı bir Türkiye var. Bunun son yıllardaki siyasal tercihlerinden çıkarmak mümkün.
İhsanoğlu ise Erdoğan’ın temsil ettiğinin tam tersi özelliklere sahip bir aday. Türkiye için makulü ve aklıselimi temsil eden, kutuplaşmayı değil uzlaşmayı hedefleyen kısaca İhsanoğlu zihnen bölünmüş Türkiye’yi birleştirmeye aday.
@murataksoy