İlişkilerin yeterince arapsaçı olduğu Ortadoğu’da, IŞİD var olan durumu daha da çetrefilli hale getirdi. Irak’ın güneyindeki hakimiyetini Musul’dan sonra Erbil’e doğru genişletmek isteyen IŞİD, ABD’nin hedefi oldu.
ABD’nin saldırısı, Peşmerge ve PKK’nın savunma hattına rağmen IŞİD, İslam adına katliamlar yapmaya, şeriat adına kafa kesmeye devam ediyor. Batı dünyası IŞİD’e karşı harekete geçerken, Müslüman kimliği açık olan AK Parti, IŞİD’in katliamları karşısında “hassasiyetler” gerekçesiyle sessiz kalmayı tercih ediyor. IŞİD’in neredeyse Ezedilere karşı soykırıma dönen saldırıları karşısında hangi “insani hassasiyet”, sessizlik nedeni olabilir ki?
IŞİD’in özellikle Sincar’da Ezidilere karşı soykırıma dönen saldırıları ABD’nin müdahalesinin nedenlerinden biri olarak görülse de; kuşkusuz esas neden, terör örgütü olarak IŞİD’den duyulan rahatsızlıktır. Özellikle ateş çemberine dönüşen Ortadoğu’da kontrol dışı her risk faktörü sadece Batı için değil dünya için de bir tehdittir.
Bu açıdan Batı’nın önceliği IŞID’in ilerleyişini kontrol etmek olsa da, Irak’ın normalleşmesi toplumsal kesimler arasındaki müzakere ile olacaktır.
Irak uzunca bir süredir de facto olarak ikiye bölünmüş durumda. Kuzey’de Kürdistan, Güney’de ise Sünnilerin bastırıldığı Şii mezhepçiliğine dayanan merkezi iktidar.
Kürdistan dışında Maliki’nin başında olduğu merkezi iktidarın, Irak’ın parçası olan Sünnilere karşı izlediği ayrımcı politikaların IŞİD’ın güçlenmesinde en önemli neden olmuştur.
ABD’nin müdahalesi tek başına IŞİD’i durdurmaya yeter mi?
Kabul edelim ki, bu müdahale IŞİD’ın ilerlemesini geriletebilir ama orta vadede durdurmaya yetmez. IŞİD’ın terör örgütü olarak devreden çıkarılmasının yolu, bölgede yaşayan Sünnilerin Irak yönetime etkili biçimde katılmasına ve eşit vatandaşlık haklarından yararlanmalarına bağlıdır.
Sünnilerin ülke yönetimine etkili biçimde katılmadıkları bir sistemde, yapılacak her müdahale IŞİD’i bölgeden ancak kısa bir süreliğine temizleyebilir o kadar.
Bir süre sonra IŞİD ya da başka gruplar tekrar ortaya çıkabilir.
Unutulmamalı ki, IŞİD’ı büyüten koşulların sorumlusu Maliki iktidarının mezhepçi, ayrımcı, kutuplaştırıcı politikalarıdır. Maliki’nin gidişi bu açıdan olumlu bir ilk adımdır.
Peki Türkiye’nin IŞİD’e bakışı nedir?
Türkiye’nin IŞİD karşısındaki sessizliğinin tek nedeni ellerinde tuttukları 49 rehineden kaynaklanan hassasiyet midir?
Şunu ifade edelim ki, IŞİD, AK Parti’nin bir tür ideolojik akrabasıdır. Bilindiği üzere AK Parti, Suriye’de uluslararası toplumun meşru kabul ettiği Özgür Suriye Ordusu (ÖSO) dışında, El Kaide temsilcisi olduğunu ifade eden El Nusra’ya –ve o dönem birlikte olduğu IŞİD- da çeşitli yollarla çeşitli yardımlarda bulunmuştur.
Bu yardımların temelinde Suriye politikasının; Suriyelilerin demokratik bir sistem içinde özgür olmalarından çok “Esad/rejim mutlaka gitmeli” noktasına kilitlenilmiş olması vardır. Onun için meşru kabul edilen muhalefet dışındaki örgütlere de çeşitli yollarla yardımlar yapılmıştır. Başka bir ifadeyle bu yardımlar, o gruplarla kurulan mezhepçilik temelinde ideolojik bağdan kaynaklanmaktadır.
Türkiye’nin Suriye politikası başarısız olması ve El Nusra ile girilen iktidar çatışması IŞİD, Suriye’den Irak’a yönelmiştir.
IŞİD, iki ay önce Musul’da rehin aldığı Musul başkonsolosu ve orada çalışan 48 kişiyi hala rehin tutmaktadır. Bu açıdan IŞİD’ın elinde esas rehine Türkiye’dir.
IŞİD, batıya meydan okuyan islam IŞİD, elinde silahla Batıya ve dünyaya İslam adına meydan okurken; AK Parti bunu sandıktan elde ettiği plebisiter çoğunlukla tüm Türkiye’ye yapma arzusundadır.
AK Parti’nin uluslararası ilişkilerde gücünü aşan bir iddia ile oyun kurucu olmaya soyunması, dünya sistemine -temelde haklı- eleştiriler yapması hep bu güçten dolayıdır.
AK Parti’nin birkaç yıl öncesine kadar bunu yapması göreli olarak daha meşru iken, bugün o meşruiyet artık yoktur. İçerde toplumu kimlikler üzerinden ayrıştıran, kendi kimliği dışında herkesi öteki, hain, düşman gören bir iktidarın dünyadaki eşitsizliklere söyleyecek sözü olamaz. Çünkü o eşitsizlikleri bizatihi kendi toplumuna uygulamaktadır.
Türkiye hem dış politikada hem de iç politikada aynı dönemde bir iflas yaşadıysa bunun nedeni; dışarda Arap dünyası ve Ortadoğu’ya, içerde de diğer toplumsal kesimlere üstenci bakışı ve kutuplaştırıcı siyasetidir.
Bugün AK Parti’nin Batı’ya meydan okuyuşu geniş bir toplumsal meşruiyet üzerinden değil inşa etmeye soyunduğu AK Partililik kimliğine dayanmaktadır.
AK Parti, yaşanan bunca ağır travmaya rağmen dış politikada; din olarak İslam, mezhep olarak Sünni, kültürel olarak Osmanlı geçmişini yeniden ihya ve inşa etme hayalinden kurtulamamıştır.
Bu politikaların sorumlularından Başbakan Erdoğan Cumhurbaşkanı oldu. Dışişleri Bakanı Davutoğlu’nun Başbakan olma, MİT Müsteşarı Fidan’ın da
Dışişleri Bakanı olma olasılığı söz konusu.
Eğer gerçekleşirse böylesine bir değişim, içerde kutuplaşma ve ayrışmanın; dışarda yalnızlaşmanın devamından başka bir sonuç verir mi emin değilim.
@murataksoy