Tayyip Erdoğan'ın otokratik devletini kurma girişimi hızını ve yoğunluğunu arttırarak ilerliyor. Baksanıza şu yaklaşık bir haftalık süre içinde olanlara: Baroları bölme projesi "avukat coplama" falan gibi garnitürlerle devam ediyor. Manyağın biri "tweet" attı diye "sosyal medya"nın yasaklanması projesi dile getirildi. "Baro bölme yasa tasarısı"ndan sonra o da meclise gelecektir. Muhalif yayın yapmaktan başka suçu günahı olmayan iki TV kanalı kapatılırken toptan kapanma ihtimali belirdi. "Kapanma" demişken, olması gerektiği gibi çalışan Şehir Üniversitesi de kapatıldı. "Neden acaba*" diye düşünecek değiliz herhalde.
"Tek-adam" Tayyip Erdoğan kendi sıfatındaki bu "tek" kelimesini ve onun içerdiklerini pek seviyor olmalı. O kelimeyi öne çıkaran sloganlar buluyor ve bunları taraftarlarına saydırıyor.
XIV. Louis gibi onun da "tek"leri var. Normal. Bütün diktatörler ellerinin altında bir "yetki tekelleşmesi" görmek isterler. Şu günlerde ilginç olan, bir süredir "tekleşmek"ten yana olan Tayyip Erdoğan'ın şimdi barolar söz konusu olduğunda "çoğulcu" bir tutum benimsemesi.
Bu tabii, "çoğulcu" teriminin bildik anlamlarına uygun bir şey değil. Siyaset dilinde bu yaklaşım öteden beri "böl ve yönet" kelimeleriyle tanınmıştır. Yani sonuç olarak bu da "normal", bu da Tayyip Erdoğan politikasına uygun. Ama işin içinde acı bir mizah ögesinin bulunduğu da açık.
"Meslek örgütü" kentleşme kadar (dolayısıyla "medeniyet" kadar) eski bir şey. Çünkü bir kere "meslek"leri böyle netleştiren şey kent hayatı; ikincisi, bir araya gelip örgütlenmelerine maddi imkan sağlayan etken de kent örgütlenmesi. Ortaçağ bu örgütlere "lonca" biçimini vermiş. Modern çağa girerken lonca yapısı dağılıyor, yeni meslekler devreye giriyor, yeni örgütlenme biçimi olarak da şimdi genellikle "oda" dediğimiz biçim ortaya çıkıyor. Bunların arasında "baro" bayağı eski. Kelimenin, mahkemede yargı ile savunmayı birbirinden ayıran "bariyer"den geldiği kabul ediliyor.
"Aynı işi yapanlar" düşüncesi önemli. Aynı işi yapanların benzer sorunları olacağı, dolayısıyla benzer çıkarları paylaşacakları varsayılmış. Ve bunca yüzyıldır öyle de olmuş. "İstisna" yok mu? Var. Bu çağlarda önemli toplumsak ayraç din. Örneğin Osmanlı'da taş ustalarının loncası var; ama Ermeni taş ustalarının da ayrı loncası var. Peki bu, bugün olacağını düşündüğümüz "AKP'li avukatlar/CHP'li avukatlar" ayrımına benzer mi? Benzemez elbet. Kuruluşunun mantığı apayrıdır, işleyişi de öyle bir benzerlik üretmez.
Bunlar söylendi ama tekrardan zarar gelmez: hazırlanan yasa tasarısında niçin "5000" diye bir sayı var? Avukat sayısı 5000'i geçince ayrı baro kurulabiliyor? Bu sayıda avukat yalnız İstanbul, Ankara, İzmir'de var ve iktidara göre çıban başı oralar. Niçin 2000 kişi olunca yeni baro kurulabiliyor? Çünkü AKP'ye oy veren bu sayıda avukat var. Yani bir hukuki düzenlemenin temeli olması gerektiğini düşündüğümüz "genellik" ilkesiyle herhangi bir ilgisi yok, yapılan değişimin. AKP için terzi elinden çıkma, ölçüsü sıkı sıkı alınmış, ısmarlama elbise dikiliyor. "Pes!" denecek ölçüde "ısmarlama".
Bu, "kötü yasa çıkarma" olayından ibaret bir şey değil. Hukuk nosyonunu toptan kaybetmiş bir zihnin ürünü. "Yasa" denen şeyden anlaşılan "tek" tanım, düşmanlarıma karşı bir silah olması. Bu tabii korkunç bir şey, ama Tayyip Erdoğan'ın genel hukuk anlayışıyla aslında çelişmiyor. Çünkü Tayyip Erdoğan kendi "devlet yönetme" felsefesi içinde, kendine böyle mutlak bir yetki de talep ediyor: Kendinin içinde bulduğu durum ve koşullara göre, "Şöyle olsun" diyecek ve onun dediği gibi olacak. Ve böylece, "hukuka uygun" olacak. Çünkü aslında Erdoğan'ın hukuka değil, hukukun Erdoğan'a uyması gerekiyor. Uzun boylu gizlisi, saklısı da yok. Böyle istiyor, destekçileri de var.
Bunu sağlayacak birkaç "yasal" düzenlemeyi de yaptıktan sonra "oy kaybı" falan gibi kaygılar ikinci plana atılabilir. AKP ve Reis'i için halihazırdaki bir numaralı sorun iktidarı kaybetmemek.