Siyasetin gitgide sertleşen dili üstüne yazmıştım son sefer. Bunun bir “tartışma dili” olmadığını, çünkü zaten karşısındakini “ikna etmek” gibi bir amacı olmadığını söylemiştim. Zaten, “karşısındaki” dediğim kim? O, “düşman!” Bunun böyle olduğuna baştan karar verilmiş. Dolayısıyla bu egemen dilin içinde “tartışma”ya, “akıl yürütme”ye, söylenen sözü (bu kaçmaz bir biçimde “suçlama” mahiyetinde) “kanıtlama”ya yer yok –ihtiyaç da yok.-
Şu günlerde süregiden “operasyon” olduğu için iktidarın “tek ses” idealini gerçekleştirmek üzere farklı tınıda sesleri susturma imkânları genişledi. “Afrin harekâtı” kendisi uzun boylu tartışılmıyor ama ona ilişkin ayrıntılar tartışma (daha doğrusu “kavga”) konusu olabiliyor. Örneğin “ÖSO’nun rolü nedir, ne olmalı?” sorusu, “Kuva-yi Milliye” cevabı v.b. gene büyük tansiyonları ve ona uygun sövüp saymaları tetikleyebiliyor. Ancak bu harekâtın kendisinin bir “dış politika sorunu” olarak öneminden daha önemlisi “iç politika”da oynadığı rol. Çünkü hemen bir hamaset edebiyatıyla iç içe geçip “tek sesli toplum” inşasına büyük olaylık sağlıyor.
Bu bana görece kısa vadeli hedef gibi görünüyor. Hedefe ulaşmanın araçları da önemli ölçüde sağlandı. Bu bakımdan en işlevsel olan, en somut faydayı sağlayacak olan, araç, yargı. İktidar, iktidarın militanı olarak hareket etme konumuzu bir misyon olarak sindirmiş ve benimsemiş bir kadroyu kurmayı başardı. Devam eden bütün davalarda, duruşmalarda bunu başardığını görüyoruz. Yurt dışında bu konuda kimsenin en ufak şüphesi kalmadı. Yurt içinde bir muhalefet zaten var ve bunun böyle olduğunu söylüyor, ama AKP’nin kendi seçmenleri arasında da bu ülkede tarafsız bir yargı olduğu inancını devam ettirenler azalıyor (bunu çok önemli bulmuyor olmaları ayrı konu!)
Dönelim “ulanlı” siyaset diline; birbirleriyle bu dili kullanarak karşılıklı sövüşen insanlar bir kere bu kulvara girdikten sonra bu dili –isteseler de- değiştirebilirler mi? Bu bana, “imkânsız” demeyeyim ama, çok zor görünüyor. Yani, demem o ki, bu durum, uzun vadede, birbirine sadece “düşmanlık” mantığı ve çerçevesi içinde bakabilen bir kamplaşmanın temellerini atıyor. Temellerin atıldığını duvarların yükselmeye başladığını da söyleyebiliriz.
Böyle bir gidişe “çok tehlikeli” demeyip ne dersiniz?
Bu dilin yaygın kullanımının yanı sıra, AKP’nin uzantısı olarak işleyen bir “adalet” mekanizması kurmanın yanı sıra, yok “imam-hatip” yok “yerli ve milli üniversite”, gene AKP’nin ideolojisini hiç itiraz etmeden bağrına basan bir toplum (“eğitim” yoluyla) yaratma girişimleri de yürüyor. Üstüne üstlük, kolluk kuvvetlerinin yanına sivil milis denebilecek oluşumlar ekleme yolunda girişimler de var.
Quo vadis?
Quo radimus?
Ya da, yerli ve milli olsun; Azimet nereye?