Kitapçı dükkanında bir Karl Marx biyografisi görünce uzun boylu düşünmeden aldım. Çünkü yazarını tanıyorum: Gareth Stedman Jones. Gareth, “New Left Review” “Editörler Kurulu”nda çalışan, aynı zamanda öğretim üyesi (neredeydi hatırlamıyorum ama şimdi Londra Üniversitesi’nde) bir arkadaştı. Cambridge mezunudur. Hiç yüz yüze gelemedik ama birkaç kere telefonda uzun uzun konuşmuştuk. Britanya’da, ama özellikle Londra’da işçi sınıfını çok iyi bilirdi—yalnız siyasi tarih çerçevesinde değil, yaşayış biçimi, kültürel davranış gibi alanlarda da. Ama “teorik” konularda da Gareth çok iyi yetişmiş bir aydındı. Ben kendi hesabıma yazılarından çok yararlanmışımdır.
Kocaman bir kitap bu. Epey yer tutan dip notlarıyla 750 sayfayı buluyor. 2016’da yayımlanmış; yayımlayan da Penguin. Görünceye kadar, böyle bir kitap yazdığından haberim yoktu. Bayağı zaman ve emek aldığı belli. Ancak, Gareth burada Marx’ın özel hayatına pek fazla dikkat etmiyor. Hani, “kişisel hayat dedikodusu” denecek bir tek ünlü hizmetçi Helene Demuth ve ondan olan—gayrımeşru—Freddy’nin sözü geçiyor ama onu da fazla uzatmıyor.
Bilmezdim, bunu da zavallı Engels’in üstüne atmışlar. Az çekmemiş Engels, arkadaşı Marx’tan.
Evet, Gareth’in biyografisi böyle kişisel hayat fasıllarına çok az giriyor; yani sonuç olarak bir “entelektüel biyografi” diyebiliriz. Marx’ın düşüncelerinin nasıl geliştiğini anlatıyor. Bunu çok iyi anlattığını söyleyebilirim. Kitaba övgü yağdıranlardan biri Mark Mazower. “New Left Review”da yayımladığı birkaç yazısından, Gareth Stedman Jones’un oldukça eleştirel bir Marksist olduğunu hatırlarım. “Eleştirel” dedimse kapitalizmi eleştirdiğini söylemek istemiyorum; bizzat Marx ve Engels karşısında da eleştirel olduğunu söylüyorum. Örneğin Engels’in “Doğanın Diyalektiği”nde diyalektik yöntemi ontolojik bir ilke haline getirdiğini ve bunun çok sakıncalı bir şey olduğunu söylediği aklımda kalmış. Ben de tamamen aynı fikirdeyim. Bir düşünme yöntemi olarak belirli yararları olduğunu söyleyebileceğimiz “diyalektik”i doğrudan doğruya maddi gerçekliğin ilkesi olarak fiziğe, kimyaya sokmaya çalışması daha sonraları “Marksist” olmaya karar vermiş pek çok insanı katı bir dogmatizme mahkûm etti.
Bu kitabında da Engels hakkında bu tavrını değiştirmiyor. Burada doğal olarak “günlük hayat” sahnelerine daha fazla yer verilmiş ve “günlük hayat” dendiği zaman da Engels bana özellikle sevimli bir adam olarak görünür. Herhalde onunla ahbaplık etmek, Marx’la ahbaplık etmekten çok daha rahat ve keyifli bir şeydi.
Gareth’in o yazılarından birinde Marx’ı da “bir üstyapılar teorisi” üretmediğini söyleyerek eleştirdiğini hatırlıyorum. Bu da doğru bir tespit.
1848’de ilerici ya da muhafazakâr, Avrupa’da herkes, bir devrim olabileceğini düşünüyordu.
Nitekim bazı önemli olaylar da oldu. Ama bunlar beklenen çapa ve beklenen sonuçlara ulaşmadı. Muhafazakârlar şöyle bir rahat soluk alırken ilericiler de bunun niye böyle olduğu sorusuna cevap üretmek gerektiğini düşündüler. Cevap arayanlardan biri Marx’tı. “Fransa’da Sınıf Savaşları” ve “18 Brumaire” bu çabasının ürünleridir. Bunların özellikle ikincisini çok başarılı bulurum. Daha çok vakti olaydı da siyaset üstüne daha çok düşünme ve yazma imkânı bulsa bunun ne kadar iyi bir şey olacağını düşünürüm. Ama insan ömrü sınırlı.
Marx da, kendi sınırları içine bu kadarını sığdırabilmiş.
Gareth Stedman Jones’un kişisel hayat konularına çok fazla girmediğini söyledim. Girmiyor. Ama “Kapital” yazılma sürecini tabii ki anlatıyor ve bu tabii ki özel hayatla iç içe bir süreç.
Marx’ın hayatı boyunca para sıkıntısı çektiğini hepimiz biliriz (bunun en somut otantik betimlemelerini de arkasına taktıkları polis ajanlarının verdiği raporlarda okuruz). Ailenin çektiği sıkıntıları giderme yolunda en fazla yük taşıyanın Engels olduğunu da biliriz. Ama Gareth’in bu kitabını okuyuncaya kadar bu sıkıntıların çapı hakkında yeterli bir bilgim yokmuş. Ayrıca sorun yalnızca mali bir sorun da değilmiş. Bir yanda sağlık sorunları var. Gene hiç bilmediğim ölçüde sağlığı bozuk Marx’ın; karaciğeri bozuk, çıbanlar, acılar, ağrılar…
Sağlık ve para derdi bir araya gelince Jenny’nin de dayanma gücü azalıyor (çok sağlam bir kadın olmasına rağmen.)
Ama sorun bu ikisinden ibaret değil. Marx’ın teorisini inşa etme süreci de sancılı. Hegel ve Feuerbach etkilerinin iyice ağır bastığı erken metinlerinden sonra Marx, kapitalizmi anlatmaya karar veriyor. Bu kararın verilmesinin çok kesin bir tarihi belki yok, ama 1850’lerin başlarında olduğunu söyleyebiliriz herhalde. Gel gör ki “Kapital”in birinci (Marx’ın sağlığında yayımlanan tek) cildi 1867’de yayımlanmış. Arada, bir tanesi de “Grundrisse” adıyla bildiğimiz metin olmak üzere, çok sayıda girişim var.”Değer”den başlıyor, vazgeçiyor, “meta”dan başlıyor, memnun kalmıyor, yüzlerce sayfayı atıyor v.b. Parasızlık, sağlıksızlık, bir de doyurucu bir biçimde çözülemeyen teorik sorunlar. Bunlar bir arada epey bir cehennem hayatı yaratmaya yetecek şeyler, yaratıyorlar da. Ama Marx’ın (ve bütün ailenin) dayanma gücü de fenomenal.
Üst üste günlerce uyumadan çalışabilen Marx tarihin kaydettiği en çalışkan adamlardan biri olmalı diye düşünüyorum. Buna rağmen, “Kapital”i istediği gibi yazamadı. “Kapital” üç ciltlik tasarlanmış, ama bitmemişti. Engels bıraktığı notlar üstüne büyük emek harcayarak çalıştı ve bu önemli eserin ikinci ve üçüncü ciltlerini bir araya getirdi. Bundan sonrasına onunda ömrü yetmedi. “Artık Değer Üzerine” ciltlerini aynı şekilde toparlayarak yayımlamak da Kautski’ye kaldı.
Stedman Jones’un sözünü ettiğim “eleştirel”liği Marx konusunda artarak devam ediyor. Yani bu biyografi yazarın mutlak bir hayranlıkla benimsediği bir kişiye yazdığı “naat” falan değil. Bu da bana ilginç geldi.
Marksizm’in dogmatikleştirilmesi üzerinde sık sık durulmuş bir konudur. Ölümünden bu yana yüz elli yıla yakın bir zaman geçti. Bu dünyada bu kadar düşünür yaşadı, yeni düşünce yöntemleri oluştu, bilgiler inanılmayacak derecede arttı. Ama “dogmatik Marksist” diyeceğimiz o kişiyi bunların hiçbiri ilgilendirmiyor. O, “azalan kar haddi”, “emek-değer teorisi” v.b. ile yaşamaya devam ediyor. Ama bu gibilerin elinde Marksizm devam edemiyor.
O zaman, Gareth’in kitabı gibi bir eser sanki “Marx’a karşı” yazılmış gibi anlaşılabiliyor.