Beklenen oldu. Dezenformasyon yasası gürültü patırtı içinde geçti, kabul edildi, bundan sonraki hayatımıza yeni belirlemeler eklemek üzere yürürlüğe girdi. Hayatımızın bu yeni belirleyicisini karşılamak üzere "hayırlı olsun" demek mümkün görünmüyor çünkü herhangi bir hayra yol açmayacağı besbelli; ama belki "yan kazanımları" olabilir. "Bunu da yaptılar, yapabildiler" dedirtmek, nasıl bir yönetim felsefesini egemen kılmak istediklerini göstermek gibi (zaten yeterince göstermişlerdi) "marjinal" faydalar yani. Olmasa daha iyi olacak "fayda"lar.
"Gürültü, patırtı" dedim. Bu aslında gereksizdi diyebiliriz, çünkü Mecliste çoğunlukları var, istedikleri yasayı çıkarabilmelerine imkan tanıyan bir çoğunluk bu. Bu iktidar cephesini meydana getirenlerin "istedikleri" yasanın hukuka uygun olması gibi bir gerek yok; öyle bir beklenti de yok. Gene de biraz "gürültü patırtı" oldu çünkü "yasa" gerçekten bir facia. Dolayısıyla herhangi bir sonuç alınmayacağını bile bile, muhalefet yasa taslağını eleştirdi, "Bu kadar da olmaz" dedi. Dediğiyle de kaldı.
AKP "Biz Müslüman'ız" diyor; "Bu memleketi Müslüman yapacağız. Saptırıldığı yanlış yoldan kurtarıp doğru yola sokacağız." Ama tabii bu "doğru yol"un ne olduğu pek de belli değil. Örneğin konsoloslukta ceset imha eden Suudi rejimi mi bunu temsil ediyor? Pakistan mı doğru örnek? Fas gibi krallık mı uyar, Sudan gibi cumhuriyet mi? Sonuçta bunlar hepsi önderi oldukları yerde kendi "İslam Rejimi" yorumunu yapmış ve bunu egemen kılmış adamlar. Ortak noktaları bir "Batı icadı" olan demokrasiyi reddetmeleri. Burada olması beklenen de böyle bir şey. İslam zaten demokrasinin ne gibi kazanımları varsa hepsine sahiptir. Türkiye İslam devletinin başında da Tayyip Erdoğan gibi ehil bir Müslüman bulunmaktadır. Demek ki dünyanın burası onun yorumuna göre yönetilecektir.
Dezenformasyon Yasası tartışılırken muhalefet adına konuşanlar soruyor: "Neyin doğru, neyin yanlış haber olduğuna, filan gazeteci filan olayı haber yaparken ne düşündüğüne kim karar verecek? Hangi bilgiyle karar verecek?" Böyle soru mu olur? Tabii ki Tayyip Erdoğan bilir ve o karar verir.
Diyorlar ki ("muhalefet" denilen münasebetsiz adamlar) bu yasa muhalefetin verdiği doğru bilgileri yalanlamak ve iktidarın verdiği yanlış bilgileri doğrulamak ve "tartışılmaz" kılmak işlevini yerine getirecek. Bunu "muhalefet" söylüyor ama iktidar da durumun bu olduğunu biliyor. Biliyor ve zaten böyle olmasını istiyor.
Tayyip Erdoğan kendi "doğru yol"unu bulalı ve partisi de onu itirazsız dinlemeye ve talimatını yerine getirmeye razı olalı, AKP'lilerin zihninde "Acaba kim haklı?" diye bir soru kalmadı. Çünkü cevabı belli olan bir soru bu: "Biz haklıyız!" "Niye öyle?" diye soracak olursanız, bunun da cevabı belli: "Biz olduğumuz için."
Çünkü girdikleri mücadele durumu böyle görmelerini, değerlendirmelerini söylüyor onlara. İslam'ın doğru yol olduğu tartışılmaz. Öyleyse İslamcı'nın doğru yolda olduğu da tartışılmaz.
Yaşayan her Müslüman'ın her zaman doğru işler yapmadığını mutlaka onlar da biliyor. Biliyor ama şimdi kıran kırana bir mücadele içindeyiz. İçimizden biri pek doğru olmayan işler yapsa bile, davanın genel gidişine zarar vermedikçe, elbette onu karşımızdaki zındıklardan ayırt edeceğiz. Elbette ki onu kayıracağız. Böyle bir karar verme anında "kim haklı?" sorusunun hiçbir anlamı yok. "Bizden" olduğunu söyleyen haklıdır ve zaten "haklı" olmanın bundan başka yolu yoktur. Seçimleri kazanmışız, bu noktalara kadar gelmişiz, şunlar kazandıklarımız, bunlar da daha kazanabileceklerimiz. Burada durup "kim haklı" diye düşünecek halimiz olamaz.
Bunu gizlemeye, kamufle etmeye de fazla bir gerek yok. Büsbütün, göz çıkaracak bir tarafgirlik aşırı kaçabilir, ama dozunda bir tarafgirlik faydalıdır, gereklidir. Güçlüyüz, güçlü olduğumuzu herkes bilsin. Aklı olan, güçlünün yanında -daha doğrusu "arkasında"- yerini alsın. Böyle yapmakla daha "kazançlı" çıkacağını da görsün. Onun için RTÜK muhalefet yapan şu kadar kanala ceza vermiş de, iktidar yanlısı medyaya kestiği ceza bunun onda biri değilmiş de, geçiniz bunları. Elbette böyle olacak. Ya ne olacaktı? İktidara on kat fazla ceza mı verecekti?
Tayyip Erdoğan ülkenin durumunu, kendi konumunu düşündüğü zaman muhtemelen şu benim kullandığım "kelimeleri" kullanmıyordur. Ama hangi kelimeleri kullanırsa kullansın, muhakemenin varacağı nokta aynı noktadır. Başlangıçta Erdoğan kendi sınırlılıklarının daha çok farkındaydı; bilene sormakta sakınca görmüyordu. Ama zaman geçtikçe ve bu zaman ona yeni yeni zaferler getirdikçe Erdoğan'ın kendine güveni arttı. Kendi yargısının "Şuna sorayım; bu ne diyor?" dediği kişilerden daha isabetli olduğuna inanmaya başladı. Böyle olması şimdiye kadar toplumdan gördüğü desteği kaybedebileceğini aklına getirmesine engel değil. Hatta bunu sık sık aklına getiriyor olmalı. Yani kendine güvenle kaybetme korkusunun ilginç bir şekilde iç içe geçtiği bir durumla karşı karşıyayız.
Psikoloji biliminin meraklıları için ilginç, sıradan yurttaşlar içinse tehlikeli bir ruh hâli.
Murat Belge kimdir?Prof. Dr. Murat Belge, 16 Mart 1943'te Ankara'da doğdu. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi İngiliz Dili ve Edebiyatı Bölümü'nü bitirdi. 12 Mart 1971 muhtırasıyla başlayan darbe döneminde iki yıl cezaevinde kaldıktan sonra 1974'te üniversiteye döndü. 1981'de doçentken istifa etti. Halkın Dostları, Birikim, Yeni Dergi, Yeni Gündem, Milliyet Sanat, Papirüs dergilerinde ve Cumhuriyet, Demokrat, Milliyet, Radikal, Taraf gazetelerinde yazdı. 1983'te İletişim Yayınları'nı kurdu. 1997'de profesör olan Murat Belge, başkanlığını da üstlendiği Bilgi Üniversitesi Karşılaştırmalı Edebiyat Bölümü'nde devam ettiği akademik çalışmalarını sürdürüyor. Türkiye'nin en üretken yazarları arasında ön sıralarda yer alan Murat Belge, çok sayıda kitapta yer alan makalelerinin yanı sıra 23 kitap yazdı; William Faulkner, James Joyce ve John Berger'den eserler de dâhil olmak üzere 15 çeviri kitabı yayımladı. 1957 seçimlerinde Demokrat Parti Muğla Milletvekili olarak parlamentoya giren gazeteci-yazar Burhan Asaf Belge'nin oğlu olan Murat Belge, aktris Hale Soygazi ile evli. Kitapları - Tarihten Güncelliğe (Alan, 1983; İletişim, 1997) - Sosyalizm, Türkiye ve Gelecek (Birikim, 1989) - Marksist Estetik (BFS, 1989; Birikim, 1997) - The Blue Cruise (Boyut, 1991) - Türkiye Dünyanın Neresinde (Birikim, 1992) - 12 Yıl Sonra 12 Eylül (Birikim, 1992) - İstanbul Gezi Rehberi (Tarih Vakfı, 1993; İletişim, 2007) - Türkler ve Kürtler: Nereden Nereye? (Birikim, 1995) - Boğaziçi'nde Yalılar ve İnsanlar (İletişim, 1997) - Edebiyat Üstüne Yazılar (YKY, 1994; İletişim, 1998) - Tarih Boyunca Yemek Kültürü (İletişim, 2001), - Başka Kentler, Başka Denizler 1 (İletişim, 2002) - Yaklaştıkça Uzaklaşıyor mu: Türkiye ve Avrupa Birliği (Birikim, 2003) - Osmanlı: Kurumlar ve Kültür (Bilgi Üniversitesi, 2006) - Başka Kentler Başka Denizler 2 (İletişim, 2007) - Genesis: "Büyük Ulusal Anlatı" ve Türklerin Kökeni (İletişim, 2008) - Sanat ve Edebiyat Yazıları (İletişim, 2009) - Başka Kentler, Başka Denizler 3 (İletişim, 2011) - Edebiyatta Ermeniler (İletişim, 2013) - Başka Kentler, Başka Denizler 4 (İletişim, 2014) - Militarist Modernleşme-Almanya, Japonya ve Türkiye (İletişim, 2014) - Linç Kültürünün Tarihsel Kökeni: Milliyetçilik (Agora, 2006; Berat Günçıkan ile söyleşi) - Şairaneden Şiirsele / Türkiye'de Modern Şiir (İletişim, 2018) Çevirileri - Hegel Üstüne: W.T. Stace - Martin Chuzlewitt: Charles Dickens - Döşeğimde Ölürken, Ağustos Işığı, Ayı: William Faulkner - Dublinliler, Sanatçının Bir Genç Adam Olarak Portresi: James Joyce - 1844 Elyazmaları: Karl Marx - Bir Zamanlar Europa'da, Leylak ve Bayrak: John Berger - Feodal Toplumdan Yirminci Yüzyıla: Leo Huberman - Yazıcı Bartleby: Herman Melville - Kayıp Kız: David Herbert Lawrence - Yurtsuzların Ülkesi: Dugmore Boetıe - Lenin ve Felsefe: Louis Althusser (Bülent Aksoy ve Erol Tulpar ile birlikte) |