D_Masthead_970x250
Memlekette bir kesim var ki, “Senin öfken bizim öfkemizdir” diyor Cumhurbaşkanı’na

Geçen gün televizyon kanalları yeni bir Türk kahramanlığının haberini veriyordu. Malûm Cumhurbaşkanı’mız her gün kızacak ve azarlayacak haddini bildirecek birini buluyor, haddini bildiriyor. Bu arada dolara da kızmıştı. Memlekette bir kesim var ki, “Senin öfken bizim öfkemizdir” diyor Cumhurbaşkanı’na. Dolayısıyla onlar da dolara kızmışlar; doların üstünde tepinmişler, bir miktarını da yakmışlar. Bir ulusal destek ve dayanışma gösterisi anlaşılan. 

Bu olay olduğunda dolar neredeydi, unuttum, ama olduktan birkaç gün sonra, dün 3,59’u geçti. 

Demek üstünde tepinince ezilmiyor da, nevş-ü nema buluyor. “Yarıyor” derler ya…

Epey bir zamandır Türkiye’de işler bir tuhaf yürüyor. Ama şu yakın geçmişte tuhaflığın dozu iyiden iyiye arttı. İktidar (“hükümet” diyemiyorum çünkü “iktidar” hükümetin elinde değil) memleketi yürütemez durumda. Bir yanda dünya var, bildiğimiz ya da iyi kötü bildiğimizi düşündüğümüz dünya; bir yandan da Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan var. O her gün beklenmedik, tahmin edilemeyen, bir “çıkış”la o dünya hakkında bir şeyler söylüyor. Ancak nedense, dünya hakkında söyledikleri dünyayla uyuşmuyor. 

Şu dolar hikâyesi, bunun örneklerinden sadece bir tanesi. “Dolar” diyoruz ya, doların kendine göre, bir mantığı bir rotası var. Sen şöyle yaparsan o da şöyle, böyle yaparsan böyle oluyor. Konya’da Kayseri’de Malatya’da her nesiyse, her neresiyse insanlar doların üstünde ça-ça-ça- dansı  yaptığında ya da “yerli ve milli” olması için “bahriye çifte tellisi” diyelim, belki birileri kıvanç duyuyor, “işte benim milletim böyle bir millettir” diyor; ama dolar yukarı gidecekse yukarı gitmeye devam ediyor –hatta bu danstan ötürü daha hızlanarak gidebiliyor. 

Derken Cumhurbaşkanı doları bırakıp Esed’i tokatlıyor. “Biz onu devirmek üzere varız” diyor. Bu sefer laf  gidip Rusya’ya, İran’a v.b. tosluyor. “Dur bakalım çelebi,” diyorlar, “Bu dediğin bizim sözleşmemize uymuyor. Burada o dediğin yazılı değil.” Sahiden de değil. Bunun üstüne “Ben terörü bitireceğiz dedim” yollu bir “çevir kazı yanmasın” manevrasına girişiyor. Girişiyor ama kaz yandı bile. 

Bunlar, yolunda giden işlere işaret değil. Orada burada habire karşılaştığımız somut sahneler de hayra alâmet değil. Birtakım konularda “tedbirler” açıklanıyor. “Tedbir” diye bunların akla gelmesi ancak “çaresizlik” diye yorumlanır. 

Cumhurbaşkanı Avrupa konusunda köpürmekte, esip savurmakta bayağı ileri gittikten sonra bizim kültürümüzle ve medeniyetimizle öteden beri Avrupalı olduğumuzu da ilân etti. Avrupalı ya da değil, dolar üstünde tepinmek ya da meydanlarda “idam isteriz” diye tempo tutmak, “kültür” ve “medeniyet” kavramlarıyla çelişen davranışlardır. Tabii “Avrupalı” olmak “kusursuz” olmak demek değil. Hitler’in Nazizm’i ya da Mussolini’nin faşizmini tepesine koyacağımız, “Avrupa’dan neşet etmiş şer” listesini yapabiliriz. Bunların bugün dahi devam eden uzantıları da var . Orada da “idam-perver” kişiler ve gruplar bulunuyor. Onun için “Avrupa” gibi genellemeler yapmadan, “belirli değerler üzerine geri dönülmez bir anlaşmaya varmış, uluslararası topluluk” gibi bir kavramdan yola çıkmak, o topluluğu güçlendirmek ve genişletmek çok daha akıl kârı. Ancak Cumhurbaşkanı’nın bugün Türkiye toplumuna gösterdiği hedefler arasında bunlar bulunmuyor. 

Cumhurbaşkanı’nın dindirilemeyen öfkesi de bir ülkeyi selâmetle yönetmenin en sağlam yöntemi değil. Böyle bir bitmez tükenmez öfke ortamında salim kararlara varmak güçleşir. Ama en önemlisi, dünyanın gidişinin mantığına kafa tutan bu zihniyet. Bu zihniyetle varılacak yerin nasıl bir yer olduğu, gözümüzün önünde yavaş yavaş (belki de o kadar “yavaş” değil) şekillenmeye başladı. 

İlgili İçerikler