Bir önceki yazıda (http://t24.com.tr/yazarlar/murat-paker/israil-filistin-meselesi-istisnacilik-ve-irkcilik,9813) İsrail-Filistin meselesinin tarihsel arkaplanına dair bir özet sunmuş, meselenin İsrail’in o çapta hiçbir devlete nasip olmayan istisnalardan faydalanabilmesinden ve buna imkân sağlayan ırkçılıktan kaynaklandığını vurgulamıştım. Bu yazıda da eski bir makalemden faydalanarak aynı ırkçı madalyonun iki yüzü olan siyonizm ve anti-semitizm konularına değinmek istiyorum.
Ekim 2004’te Birikim Dergisi’nde başlığı Madalyonun İki Yüzü: Anti-Semitizm ve Siyonizm olan, içinde yedisi telif ve beşi çeviri toplam on iki makalenin olduğu dolgun bir dosya hazırlamıştık (Sayı 186; içindekiler için bkz: http://www.birikimdergisi.com/birikim/birikim.aspx?did=1&dsid=168).
Birikim’in bu sayısı, anti-semitizm ve siyonizm konularına meraklı okur için Türkçede bulunabilecek değerli bir kaynak olmayı sürdürüyor, edinmekte fayda olabilir. Çeviri makalelerden üçüne tam metin olarak yukarıdaki linkten erişilebiliyor.
Birikim’in bu sayısında, sonra Psiko-politik Yüzleşmeler (2007) (http://www.idefix.com/kitap/psiko-politik-yuzlesmeler-murat-paker/kitap_oku.asp) başlıklı kitabımda da yer vereceğim Bir Irkçılık Madalyonunun İki Yüzü: Siyonizm ve Anti-Semitizm başlıklı bir makalem de yayınlanmıştı. Bu yazıdaki “ “ içindeki alıntıların hepsi o makaleden devşirildi.
“… Anti-semitizm günümüzde yerleşmiş anlamıyla ‘Yahudi düşmanlığı’na tekabül etmektedir. Çıkışı oldukça eskidir ve çıkışında Hristiyanlığın özel bir yeri vardır. Tarih boyunca bir çok eziyete ve zorunlu göçe maruz kalmış olan Yahudiler modern zamanlara gelene kadar dünyanın hemen her yerine dağılmış, sık sık göç etmek zorunda kalabildiklerinden göçerken yanlarında götürebilecekleri ticaret ve bilgiye dayalı alanlarda başarılı olmuş ve kendi dinlerini / kültürlerini idame ettirebilmişlerdir. 20. yüzyıla gelinirken Yahudiler, ikibin yıldır, yaşadıkları her yerde küçük ya da orta boy bir azınlık durumundadırlar ve kendi kimliklerini şu ya da bu düzeyde korurken içinde yaşadıkları toplumlara da uyum sağlamışlardır. 20. yüzyıla gelene kadar Müslüman toplumlarda kayda değer bir anti-semitizm görülmezken, başta Rusya, Polonya, Almanya ve Fransa olmak üzere Hristiyan Avrupa toplumlarında daha çok dini ve ekonomik nedenlerle Yahudilere dönük düşmanlık oldukça ciddidir. Avrupa’da gelişen milliyetçilikler geleneksel hedef Yahudileri daha da ön plana çıkarmıştır. Bu eğilim daha sonra Nazizmle doruk noktasına çıkacaktır. Bir ırkçılık türü olan anti-semitizmde Yahudiler fıtratları gereği kötü ve aşağıdırlar. Anti-semitizmde istisnalar kuralı bozmaz: Yahudiler Yahudi oldukları için kötüdürler.”
“Avrupa’da yükselen bu anti-semitizmin bir boyutu da anti-semitlerden bazılarının Yahudi meselesinden kurtulmak için ‘bütün Yahudileri uzak bir ülkede toplama’ ve böylece kendi toplumlarını arındırma fikrini geliştirmiş ve değerlendirmiş olmalarıdır – ki bunlara Naziler de dahildir. Avrupa’daki anti-semitizmden bunalan ve bir çıkış arayan kimi Yahudi aydınlar 19. yüzyılın sonunda dönemin gözde politik düşüncesi milliyetçiliğin de etkisiyle bir Yahudi ulus-devleti kurmayı hedefleyen modern siyonist hareketi kurmuşlardır. Bunun için seyrek nüfuslu, yoğun olarak göçedilebilir bir toprak parçasına ihtiyaç vardır. Bir dönem Arjantin ve Uganda düşünülürse de sonunda siyonizmin kurucu babası sayılan Teodore Herzl’in tercihiyle ‘kutsal topraklar’ olarak kabul edilen Filistin’de karar kılınır. ‘Kutsal topraklar’ın din faktörü nedeniyle göçü özendirici / hızlandırıcı olabileceği düşünülmüştür, ama bu tamamen pragmatist bir karardır zira o dönemdeki siyonist önderlerin hemen hepsi ateist ya da agnostik, kendilerini solcu olarak gören Avrupalı Yahudilerdir.”
“Kuruluşundan itibaren siyonizmin temel ilkeleri şöyle sıralanabilir:
“İlk siyonist bildirgedeki bu temel slogan, siyonizmin süreç içinde bir tür ırkçılık olarak tezahür etmesinin de temelidir. Yahudilerin ‘topraksız bir halk’ olduğu doğrudur; ancak ‘halksız bir toprak’ olarak nitelenen Filistin’de 19. yüzyıl sonunda yaygın bir şekilde 400,000 insan yaşamaktadır ve bunların 13,000’i (%3’ü) Yahudi, geri kalanı Araptır. Siyonist önderler tarafından bu bilinmiyor değildir ama göçü özendirici ve uygulayıcı ek teşkilatlar kurulup yola çıkılır. Zengin Yahudi işadamlarından mali destek sağlanır. Bir yandan göç özendirilirken bir yandan da merkezi bir teşkilatla (Jewish National Fund-JNF) Filistin’de arazi alımlarına girişilir. Araziyi JNF alır, yalnızca Yahudi yerleşimcilere kiralar; Yahudilere geçen toprakların Yahudi olmayanlara devredilmesi ya da Yahudi olmayanlarca işletilmesi yasaklanır. Yoğun göç ve arazi alımı faaliyetlerine rağmen 1917’de İngilizlerin Filistin’de bir Yahudi oluşumuna sıcak baktıklarını belirten Balfour bildirgesi yayınlandığında, Filistin’deki Yahudi nufüs %10’a, Yahudilerin sahip olduğu toprak %2,5’a çıkmıştır (bu oran 1930larda %7’ye yükselmiştir) [Noel Ignatiev (17 Haziran 2004). Toward a Single State Solution: Zionism, Anti-Semitism and the People of Palestine. CounterPunch. http://www.counterpunch.org/ignatiev06172004.html].”
“Avrupalı ‘solcu’ Yahudilerin önderliğinde sıkı bir kolonizasyon süreci başlamıştır. Filistin en başından ‘halksız bir toprak’ olarak kodlanmış; yerli halk hiçe sayılmış; sistemli bir kolonizasyon yürütülmüş; yapılan her şeyin yalnızca Yahudilerce ve Yahudiler için yapılmasına özen gösterilmiştir. Burada, dünyanın değişik yerlerini kolonize eden ve kendini yerli halklardan her zaman üstün gören Avrupalı koloni zihniyetinin güçlü izleri vardır. Önemli bir farkla ki; Avrupalı koloniciler anavatanlarından kalkıp bir yerleri kolonize etmişlerken, Filistin’e giden Yahudi yerleşimciler kendilerine bir anavatan yaratma peşindedirler. Dolayısıyla Filistin’deki kolonizasyon yerli halkı sömürmekten çok ittirerek kendine yer açmak şeklinde yürümüştür. Yerli halka göre daha eğitimli ve çok daha fazla mali imkana sahip olan Yahudi yerleşimciler Araplardan aldıkları arazilerde Araplarla karışmadan kendi aralarında kimi kollektivist uygulamalara da girişmişlerdir. Ancak sol siyonizmin solculuğu her zaman din/ırk sınırında bitmiştir. Ayrımcılık yalnızca tarım alanıyla sınırlı kalmamış, endüstri alanında da sendikal ve kooperatif örgütlenmeleri en başından itibaren yalnızca Yahudileri içerecek şekilde kurulmuştur – ki Arap-Yahudi ortak bir işçi hareketinin gelişememesinin en önemli nedeni budur.
“Yoğun ve örgütlü göç faaliyetlerine ve de Avrupa’da Nazizmin yükselişine rağmen, Yahudilerin Filistine göçü siyonist liderlerin arzuladığı çapta değildir. 1935 ile 1943 arasında Avrupa’dan kaçan Yahudilerin ancak %8,5’u Filistin’e gitmiştir. Oysa siyonizmin ilkesel çağrısı bütün Yahudilerin Filistin’de toplanmasıdır…”
“II. Dünya savaşı sırasında ölen 40-50 milyon insanın 6 milyonu Naziler tarafından katledilen sivil Yahudilerdir. Nazi ırkçılığı için Yahudiler, Çingeneler, komünistler, eşcinseller ve bedensel/zihinsel engelliler ile birlikte itlaf edilmesi gereken bir gruptur. Bu soykırımın Batı ve Yahudi dünyasında moral etkisi çok sarsıcı olmuştur. Savaş sonrasında (1945-48 döneminde) muzaffer ABD, kendisine doğru yoğun bir Yahudi göçünü engellemek için Yahudilerin Filistin’e göçünü özendirmiş ve Batı’da soykırımın bir tür bedeli olarak Filistin’de kurulacak bir Yahudi devletine sempati son derece artmıştır. Yahudiler arasında da bir Yahudi devletine sahip olma arzusu yaygınlaşmıştır. Soykırım Avrupa’da olmuştur ama Yahudi devleti Filistin’de kurulacaktır. 1949’a gelindiğinde Filistin nüfusunun %33’üne sahip olan Yahudiler toprakların %77’si üzerinde devletlerini kuracaklardır. O arada 600,000’i zorla olmak üzere 800,000 Arap yerlerinden sürülmüş, yüzlercesi katledilmiştir [Filistin’in kısa tarihine ilişkin bkz: MERİP. Palestine, Israel and the Arab-Israeli Conflict: A Primer (http://www.merip.org/palestine-israel_primer/toc-pal-isr-primer.html)].”
“İsrail devletini kuran ve onyıllarca yönetecek olanlar sol siyonist (İşçi Partisi) kadrolardır… Sol siyonist tarihçi Benny Morris o kuruluş döneminin etnik temizliğini savunarak anlatmaktadır [http://www.birikimdergisi.com/birikim/dergiyazi.aspx?did=1&dsid=168&dyid=2857&yazi=%22En%20G%FC%E7l%FCn%FCn%20Ayakta%20Kal%FD%FE%FD%22]… Morris’in söyledikleri, ‘halksız bir toprağın’ nasıl halksızlaştırıldığını tüm açıklığıyla göstermektedir.”
“Siyonist hareketin tarihinde önemli bir gelişme de din faktörünün giderek daha çok devreye sokulması olmuştur. İlk dönemde dini referanslar ciddi bir ağırlık taşımaz ve zaten harekette sağ siyonistler azınlıktırlar. Ortodoks dindar Yahudi cemaatleri de II. Dünya Savaşı’na kadar (hatta 1967 savaşına kadar) siyonizme mesafeli durmuşlar, eleştirel bir tavır almışlardır. Savaşlar sonrası dindar cemaatlerin çoğunun İsrail’i sahiplenmesiyle siyonist ideoloji yayılmacılık gerekçelerini ‘güvenli bir ulus-devlet kurma ihtiyacı’ndan ‘tanrının vaadettiği atayurdu topraklara dönme seferberliği’ne doğru genişletmiştir. Tanrısal desteği de arkasına alan İsrail için ırkçılık yolunda katedilebilecek mesafe artık oldukça azalmıştır. Gerek kendi içindeki gerekse işgal ettiği topraklardaki Filistinliler artık duruma/şartlara göre ya katlanılması ya da kurtulunması gereken aşağı ve zararlı bir güruhtur.”
“Bütün bu süreçte Filistinli Arapların tepkileri ne olmuştur? 1920lere kadar pek bir tepki yoktur. Araplar büyük çoğunluk olmanın rahatlığı içinde ve de Yahudi göçünün görece az ve yavaş olması nedeniyle bu durumu pek dert etmemişlerdir. Ne zaman ki göç yoğunlaşmış, siyonist niyetler ayan beyan ortaya çıkmış, sonradan İsrail’in başbakanları/bakanları olacak kişilerin öncülüğünde kurulan silahlı teşkilatların sindirme/kaçırtma amaçlı terörist eylemleri başlamış, o zaman Araplar da örgütlenmeye ve karşı durmaya çalışmışlardır. Ama önce İngiltere sonra da ABD’nin Yahudilerden yana koyduğu ağırlık sonucu pek bir varlık gösterememişlerdir. Arapların son ana kadar teklif ettiği ‘tek devlet’ çözümü siyonistler tarafından sürekli reddedilmiştir. Arapların bu kolonizasyon sürecine karşı çıkması ve yenilmesi sonucu her iki tarafta da birbirine yönelik nefret ve düşmanlık sıçrama yapmıştır. Arap ve Müslüman coğrafyasında anti-semitizmin ciddi bir mesele olarak ortaya çıkışı bu süreç nedeniyledir ve oldukça yenidir. Bir anlamda Batı’nın anti-semitizmi siyonizm yolu ve eliyle Arap/Müslüman dünyasına da sirayet ettirilmiştir. Bu anti-semitizmde: ‘İsrail = Siyonizm = Yahudilik = Yahudiler = Kötü’ şeklinde işleyen bir denklem vardır.”
“Siyonist pozisyonun denklemi ise anti-semitist denklemin ayna aksidir: ‘anti-siyonizm = anti-İsrail = anti-semitizm.’ Bu pozisyona göre, İsrail’in ve onun kurucu ve taşıyıcı ideolojisi olan siyonizmin eleştirisi bizatihi anti-semitik bir faaliyettir.” [Bu konumun solcu ABD’li Yahudi aydınlarca kapsamlı eleştirisi için bkz: 1) Joel Kovel http://www.birikimdergisi.com/birikim/dergiyazi.aspx?did=1&dsid=168&dyid=2855&yazi=Solun%20Anti-Semitizmi%20ve%20%DDsrailin%20%D6zel%20Konumu%20%DCzerine ve 2) Moshe Zuckerman http://www.birikimdergisi.com/birikim/dergiyazi.aspx?did=1&dsid=168&dyid=2853&yazi=Anti-Semitizm%20ve%20%22Anti-Semitizm%20%DDdeolojisi%22].
“…Bu konu oldukça önemli çünkü bütün olan bitene rağmen İsrail hala eşi görülmedik bir istisnacılık halesi altında işlediği bütün insanlık suçlarına rağmen korunuyorsa bunun iki nedeni var: Birisi ABD’nin koşulsuz desteği, diğeri de siyonizmin şimdiye kadar çok iyi kullandığı, İsrail eleştirilerinin anti-semitizm suçlamasıyla karşılanıp Nazi temerküz kampı anılarını tetikleme riski. Siyonizmin oldukça etkin olduğu ABD’de bu tür bir entelletüel terörizm bir süredir yürürlükte ve İsrail’i eleştirmek öyle kolay bir iş değil. Avrupa solu için de geçmişin yükü nedeniyle İsrail eleştirisi yeterince güçlü çıkamıyor. Oysa şimdiye kadar İsrail’in yaptıklarının onda birini başka bir Orta Doğu devleti yapmış olsaydı başına neler geleceğini biliyoruz. O yüzden siyonizmin her İsrail eleştisine anti-semitizm yaftası yapıştırma refleksine kısa devre yaptırmanın önemi büyük.”
“Yakın dönemde İsrail/Filistin sorununda yaşanan gelişmeleri burada tekrarlamaya gerek yok. Şu anda tam bir çıkmaz durumu söz konusudur. İsrail 37 [şimdi 47] yıldır işgal altında tuttuğu Filistinlilere ‘kalan’ %23’lük bir toprak parçasında bile bütünlüğü ve egemenlği olan bir Filistin devletinin kuruluşunu sürekli engellemiş, Filistinliler için zaten çok adaletsiz olan bu çözüme bile yanaşmamıştır. Bunun üzerine Filistin tarafında intifadalar yaşanmış ve intihar saldırıları başlamıştır. Hamas ve İslami Cihad gibi köktendinci Müslüman grupların asker-sivil ayrımı yapmayan terör eylemleri kısır döngüyü katmerlendirmiştir. Bir süredir de İsrail işgal ettiği toprakların bir kısmını daha ilhak etmek üzere yeni bir utanç duvarı dikmekle meşguldur… Siyonizm, Filistinliler arasında ve genel olarak Arap/İslam coğrafyasında anti-semitizmin yükselmesine yol açmış ve şimdi de bu yükselen anti-semitizmden kendini tahkim etmek için yararlanmaktadır.”
“Oslo sürecinden beri gündemde olan ‘iki devletli çözüm,’ Filistinlilere eşit muameleye hiç bir şekilde yanaşmayan siyonist pozisyon tarafından kısa sürede boğulmuştur. Kovel’in makalesinde isabetli bir şekilde işaret ettiği gibi, şu anda tahayyül etmesi ne kadar zor olsa da ırk/din esasına değil eşit yurttaşlığa dayanan tek bir devleti savunmaktan başka bir yol kalmamıştır. Bunun için üç temel koşulun yerine gelmesi gerekmektedir:
“Bu koşulların kısa vadede gerçekleştirilemeyeceği aşikardır. İsrail-Filistin meselesi daha uzun bir dönem acı üretmeye ve Orta Doğu coğrafyasını istikrarsızlaştırmaya devam edecektir. İsrail içinde ve dışında, Yahudiler ve Yahudi olmayanlar tarafından siyonizmle hesaplaşılmadan barışçıl bir çözüm yönünde mesafe katetmek mümkün gözükmemektedir. Bu çerçevede bütün moral baskılara rağmen anti-siyonist bir eleştiri geliştiren, … solcu Yahudi aydınların çabası takdire ve desteğe şayandır… Siyonist projede veya ‘iki devletli çözüm’de ısrar etmenin bu iki halk, bölge ve dünya için ne kadar yıkıcı olduğu her geçen gün daha net bir şekilde ortaya çıkmaktadır. Tek devlet çözümünün taşıyıcısı da siyonist veya anti-semitik olmayan, ortak hareket edebilen bir sol ve ABD bağlantısını sınırlandırıp kesecek uluslararası/ötesi sol/demokrat dayanışmasıdır.”
Son günlerde Türkiye’de İsrail’in devlet terörizmini kınamak / eleştirmek isteyen kimi İslamcı / müslüman çevrelerin ne denli bir anti-semitizmden malul olduklarını bir çok kez daha görme imkanımız oldu. Bu İslamcı / ırkçı pespayeliğin doruk noktasına bizi şaşırtmayan biçimde Akit Gazetesi ulaştı ve bulmaca üzerinden Hitler fotografına “seni arıyoruz” selamı çaktı [http://t24.com.tr/haber/akitin-hitlerli-bulmacasi-seni-ariyoruz,264886]. Başbakan Erdoğan, “barbarlıkta Hitler’i geçtiler” buyurdu [http://t24.com.tr/haber/erdogan-orduda-halka-sesleniyor,264914]. Kimi İslamcı yazarlar, sadakat testi için Türkiyeli Musevileri İsrail’i açıkça telin etmeye çağırdı. Daha neler yaşandı. Bunların hepsi, değişik dozlarda anti-semitik ırkçılıktır; çünkü ya Yahudileri yekpare bir bütün (tabii “kötü” ya da “potansiyel kötü” bir bütün) olarak sunarak aşırı-genelleme yapmakta; ya 6 milyon Yahudinin sistematik olarak birkaç yıl içinde katledildiği Nazilerin Yahudi soykırımını küçümseyerek Yahudilere hakaret etmekte; ya da bu soykırımın bir numaralı sorumlusu Hitler’e açıktan ya da örtük güzellemeler göndererek Yahudilere bir şekilde “siz soykırımı hakediyorsunuz” imalarıyla tehditler savurmaktadırlar. Her “ileri” demokratik ülkede bütün bunlar suç unsurudur ve cezai yaptırıma tabidir. Türkiye ise bu konuda maalesef hala bir serbest av sahası gibidir. Tabii ki anti-semitik ırkçıların siyonist ırkçıları eleştirmesinin ciddiye alınabilecek bir tarafı yoktur. Bu farklı ırkçılıklar birbirlerinin varoluş nedenidir.
Oysa ilkemiz basittir: Bütün insanlar eşittir, ırkçılık bir rezilliktir.
O yüzden siyonizmin olduğu her yerde Filistinlilerle, anti-semitizmin olduğu her yerde Yahudilerle birlikte olmalıyız. Ne din için, ne millet için; sadece insanlık için…
@PakerMurat