17 Şubat Perşembe. Saat 21. WhatsApp gruplarında, sosyal medyada saatler öncesinden pek çok kişi bu saati işaret ediyor. Öncesinde teaser'ları yayınlanmış Tarkan'ın yeni single'ı 'geççek'i o saatten benim yazı yazdığım cuma öğlen saatlerine kadar (16 saatte) sadece YouTube'da 4 milyon kişi izliyor. Diğer mecraları da katarsanız şarkı yarım günde neredeyse memleketteki her 10 kişiden birine ulaşıyor. Klibi ve ilerleyen saatlerde Tarkan'ın açıklaması şarkının 'pandemi ortamı için yazılmış' olduğu iddiası taşısa da pek çok kişi siyasi bir mesajı olduğunu düşünüyor. Hatta muhalefet liderlerinden bile şarkıyı bu amaçla paylaşanlar çıkıyor. Özellikle şu bölümler:
Geççek geççek elbet bu da geççekGör bak umudun gününü gün etçekOh oh zilleri takıp oynıycaz o zamanO çiçekten günler çok yakın inan
* * *
Gitçek gitçek geldiği gibi gitçekHer şeyin sonu var bu çile de bitçekOh oh zilleri takıp oynıycaz o zamanO çiçekten günler çok yakın inan
* * *
Çok uzattın vallahi bıktıkBi durmadın vermedin ki amanHadi yeter artık fena bunaldıkDüş babam artık düş yakamızdan
Şarkının sözlerini milyonların siyasi beklentisi, ritmini, korku ve baskıyla sindirilmeye çalışılan toplumun yeniden aradığı neşesi olarak yorumlayanlar oldu. Haklı yanı da haksız yanı da var elbet bu arayışların. Kendi adıma 'geççek'e takıldım kaldım. Nasıl 'geççek' kim için 'geççek' hangi demokratik mücadele ile 'geççek' soruları aklımda… Elbet şarkı sözleri ile ilgili bir şeyden bahsetmiyorum. Algılaması ve içselleştirilmesi açısından söylüyorum.
Bugün 18 Şubat Cuma… Şarkının yayınlanmasından 12 saat sonra İstanbul'da bir toplantıdayım. Karşımda yüzüne bakmaktan utandığım birkaç kadından biri var. Türkan Elçi. Öldürülen insan hakları savunucusu, avukat Tahir Elçi'nin eşi. Hiç 'geçmiycek' bir acısı var. Eşi önce televizyonda kullandığı sözleri çarpıtılarak hedef gösterildi, sonra katledildi. Sonra failleri, arkasındaki güçleri saklamak amacıyla, polisten yargıya daha önceden örneklerini gördüğümüz 'karartma operasyonu' devreye girdi. Hrant Dink'te de böyle olmamış mıydı? Elçi örgüt propagandası yalanıyla hedefe konmuştu, Dink Türklüğe hakaret. Bu arada yüzüne bakmaya utandığım bir diğer kadın da Rakel Dink. Aynı memleketin insanlarıyız ve eşleri katledilmiş bu kadınların davasında karartma uygulandı-uygulanıyor, elimizden çok bir şey gelmiyor. Ama bu iki cesur kadın da bir yandan kendi acıları, öte yandan davalarının bu toplumun normalleşmesi-demokratikleşmesi için öneminin altını çizerek mücadeleden vazgeçmiyor.
Tahir Elçi suikastı davasının 'getirildiği' son durumu Türkan Elçi ve avukatları bir kez daha kamuoyuna anlattılar. Davanın bir bilinmezliğe, sonu olmayacak yola sokulmasını engellemeye çalışmak içindi toplantı. Türkan Elçi şunları söyledi:
"Toplum nezdinde önem arz eden bir cinayet dosyasına dair yargısal sürecin hakkıyla yürütülmediği yönünde kamuoyunu aydınlatmak bu saatten sonra elzem hale gelmiştir. Her ne kadar Türk yargısının pratiği hakkında doğal olarak itirazlar, menfi yönde eleştiriler varsa da biz bu yola çıkarken umutlanmayı yüreğimizden eksik etmedik. Daha henüz yolun başındayken yargıçlar tarafından dosyanın mağdur tarafı olduğumuz halde suçlu muamelesi gördük. Kırık bir mizanla adalete erişemeyeceğimizin hissini bugün ne yazık ki sizlerle paylaşmak durumundayız. Yargılama süresince taleplerimiz karşısında zırhlı duvarlar örüldü. Örülen duvarların ardında dosyanın cezasızlıkla sonuçlandırma niyetinin yattığı ayan beyandır artık. Suçluların bulunması ve hak ettikleri ceza ile cezalandırılmaları konusundaki haklı taleplerimiz karşısındaki isteksizlik, kayıtsızlık, ne yazık ki bize Orta Çağ Avrupası'na uzun yıllar damgasını vurmuş, Katolik Kilisesi'ne dayanan, tarafsızlığını yitirmiş objektif olmaktan uzak Engisizyon mahkemelerini hatırlatmaktadır. Orta Çağ'da vicdanını yitirmiş mahkemeler tarafından mağdur edilmiş insanların davalarının üzerinden yüzyıllar geçmiş olmasına rağmen tarihte ibretlik davalar olarak anıldıkları gibi Tahir Elçi davasının da kara leke olarak tarihteki yerini alacağını esefle belirtmek isterim."
Türkan Elçi'nin 'engisizyon mahkemesi' benzetmesi sarsıcı idi. Ardından davanın avukatları, Orhan Kemal Cengiz, Mahsum Batı, Benan Molu, Tuğçe Duygu Köksal, Nahit Eren gazetecilere ve kamuoyuna yaşanan hukuksuzlukları tek tek yeniden anlattı. Buraya birkaç örnek alıyorum:
- 28 Kasım 2015 Diyarbakır. Polis PKK'lı iki ismin, Mahsum Gürkan ile Uğur Yakışır'ın içinde olduğu ticari bir taksiyi müdahale etmeden tam 13 kilometre takip ediyor. Durdurulduğunda kendilerine yaklaşan polis memurları Ahmet Çiftaslan ve Cengiz Erdur'a ateş edip öldürüyorlar.
- Burada olaya ilişkin istihbarat mensuplarının sorumluluklarıyla ilgili bir polis memurunun Adalet Bakanlığı'na yazdığı ihbar mektubundan bahsetmek gerekiyor. Dosyaya giren mektupta şöyle diyor polis:
"Polisler arasında çok kahredici bir söylenti dolaşıyor. Eylemi yapan teröristlerden biri istihbaratın elemanıymış diyorlar. Bu yüzden Bahadır Amir, Hakan Müdür kimseye haber verdirmemi. Bir ekibi ajanın takibine bir ekibi de Tahir Elçi'nin takibine gönderip kendilerince istihbaratçılık yapmışlar. Eğer böyleyse bu şehitlerin vebali direk bunların boynundadır."
Eylemi yapan terörist bir yıldır dinleniyordu. Kim dinliyordu istihbarat. Yani adamın yediğinden içtiğinden haberdardı. Bu terörist eylemden bir gün önce de kadın doğumun orada bir eylem yaptı. Ertesi gün Sur'daki eylemi yaptı. Madem bu adamı dinliyorsun neden yakalamıyorsun?
Mektuptaki bu iddialar nasıl geçiştiriliyor akıl alır gibi değil.
- Gürkan ile Yakışır polisleri öldürdükten sonra Tahir Elçi'nin basın toplantısı yaptığı yere giriyor, Elçi açılan ateşle öldürülüyor. Peki olay yeri incelemesi güvenlik gerekçesiyle ne zaman yapılıyor biliyor musunuz? Tam 4 ay sonra 17-18 Mart 2016'da… Olay yerinde mermi kovanlarını el arabasına yükleyip götüren vatandaşların fotoğraflarını da hatırlatayım. Deliller yok edilip, yerler değişince atışın yapıldığı silah da fail de bulunamadı. Bu arada Mahsum Gürkan 13 Mart 2016'da Sur'da öldü, Uğur Yakışır ise hâlâ kayıp.
- Elçi'nin vurulma anını gösteren görüntülere gelince... Bakın tesadüfe kameralar bozuk. Bir kebapçının olay yerini gösteren kamerası (4 nolu kamera) çalışmıyor. Sokaktaki PTT'nin olay yerini gören 5 nolu kamerası olay saatinde 1134-1151 arasında 17 dakikalık görüntüsü kesilmiş. Vurulma anını çeken polis kamerasının o anki 13 saniyelik görüntüsü silinmiş.
- Tam 4 yıl 2 ay boyunca olay derinlemesine soruşturulmamış, Diyarbakır Barosu'nun başvurusuyla Londra Üniversitesi'nin bir araştırma ajansı olan Forensic Architecture raporuyla, iddianame 20 Mart 20202 tarihinde hazırlanmak zorunda kalınmıştı.
O rapordaki en çarpıcı cümleyi hatırlatayım: PKK'lılaran ikisi de öldürücü atışı yapmamış görünmektedir. Üç polis memurunun Elçi'ye yönelik doğrudan atış hattı vardır ve silahlarını birden çok kez ateşledikleri görülmektedir.
- Diyarbakır Başsavcılığı üç polis hakkında bilinçli taksirle öldürmeye sebebiyet verme suçundan 3 yıldan dokuz yıla kadar, PKK'lı Uğur Yakışır hakkında iki polis memurunu öldürme, bir polis memurunu öldürmeye teşebbüs, Elçi'yi olası kasıtla öldürme suçlarından üç kez ağırlaştırılmış müebbet hapis istendi. Tabii şu soruyu sormak gerekiyor. Elçi'yi üç polis kazara, Uğur Yakışır ise kasten öldürdü diyorlar ya... Elçi tek kurşunla öldürüldü.
- Ve mahkeme süreci. Savunmanın talepleri ret, avukatları salon dışına atma, savcının getirdiği şahitlerin "Biz işkenceyle, baskıyla, kimi vaatlerle ifade verdik" diye konuşmaları rezaleti...
- Bu arada dönemin başbakanı Ahmet Davutoğlu'nun bu cinayeti 'siyasi suikast' olarak tanımlaması ve sonra susması...
Diğer duruşma 15 Haziran'da… Ama gel de bu koşullarda adalet bekle…
Geççek diye başladık öyle bitirelim. Sizler, bizler, susmazsak, yazarsak, konuşursak, adaleti herkes için ister ve sesimizi yükseltirsek, belki beraber yaşadığımız pek çok insanın acısı 'geçmeyecek' ama birbirimizin acısına ortak olmuş insanlar olarak toplum olacağız.