31 Mart yerel seçim sonuçları Cumhurbaşkanlığı Makamı’na bir kez daha, gücü şahsında, maiyetinde ve partisinde tekelleştirmek yerine paylaşarak hem Türkiye’yi hem de kendi siyasi geleceğini daha iyi bir rotaya yöneltmek fırsatını sunuyor. Yetkileri tek elde toplama çabası hem kendisini hem partisini hem de ülkeyi zayıflattı ve aşağıya çekiyor. Seçim sonrası ortaya çıkan tablo ise eğer doğru okunursa, gücü ve sorumluluğu muhalefetle ve bağımsız kurumlarla paylaşma seçeneğini, imkanını ve gerekliliğini gösteriyor.
Cumhurbaşkanlığı, başta CHP ve Millet İttifakı olmak üzere muhalefetle beraber çalışmayı seçerek, en öncelikli ekonomi olmak üzere uluslararası ilişkiler, güvenlik, eğitim, toplumsal barış ve huzurda Türkiye’nin önünü açabilir.
Tüm uyarılara rağmen 16 Nisan 2017’de yürürlüğe konulan mevcut siyasal sistem, muhalefetle resmi bir koalisyon kurarak iktidarı ve sorumluluğu paylaşma imkanını ortadan kaldırdı. Böyle formel bir ittifak siyasal dengeler açısından da pek mümkün değil. Ancak iktidar muhalefetle bir normalleşme, demokratikleşme ve yarı başkanlık sistemine geçiş paketi üzerinde uzlaşabilir ve bu amaca yönelik ittifak yapabilir. Yani bir normalleşme ve demokrasi ittifakı yapabilir. İki tarafın da kabul edebileceği reformlar ve demokrasi ve hukuk devletine geri dönüş için ortak çalışabilir.
Muhalefetle güç paylaşımı ve beraber çalışma öncelikle üç alanda olabilir. Adım adım güven oluşturabilmek için aşağıdaki sırayla uygulanabilir.
Bu değişiklikler oyunun kurallarını yani siyasal sistemi yeniden asgari düzeyde adil ve işleyebilir hale getirecektir. Bundan sonra gerçek demokrasi, özgürlükler ve hukuk devleti için yapılması gereken – ve çok uzun bir liste oluşturan -- reformlar için uzlaşmanın da önü açılır.
Dünyadan örnekler bize, demokrasi, barış, güvenlik ve ekonomi açısından en doğrusunun bu olacağını gösteriyor.
İktidar kanadındaki bazı kesimlerim tam tersini düşündüğü belli. Ama aslında muhalefet partilerinin yerel seçimlerdeki görece başarıları hem Türkiye hem de AKP ve Cumhurbaşkanlığı için büyük bir şans. Gücü ve sorumluluğu paylaşmak güç zehirlenmesinin ve yozlaşmanın en etkili ilacı.
Bu yönde elbette İstanbul ve Ankara seçimlerinin iptali için baskılardan vazgeçilmesi, umuyorum ki en kısa zamanda YSK tarafından hukuk gereğince reddettiği zaman da bunun olgunlukla karşılanması en doğrusu olur.
Cumhurbaşkanlığı nasıl karşılık verirse versin, demokrasi için uzlaşmayı yani doğru olanı sakin ama kararlı bir biçimde, ısrarla ve en başta halkı muhatap alarak ve onun güvenini kazanmak için talep etmenin, muhalefet için de uzun vadede getirisi en yüksek siyaset olacağını düşünüyorum.
İşaretler muhalefetin güç paylaşımı siyaseti karşısında fırsatçı ve aceleci değil ülke çıkarlarını önde tutan ve uzun vadeli ortak çıkarlara yönelik, sorumlu bir tutum takınacağını gösteriyor. Millet İttifakı ve CHP – İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun tarzında somutlaştığı üzere ve her şeye rağmen – kavga ve polemikten mümkün mertebe ve bilinçli olarak kaçınan, kutuplaşma karşıtı ve birleştirici bir kampanya yürüttü. Sonuçlar belli olduktan sonraki açıklamalarında – örneğin 7 Haziran 2015 sonrasıyla karşılaştırıldığında – telaşsız, temkinli, uzun vadeli ve geleceğe bakan ifadeler kullandı. Süreci iyi yönetti. Kemal Kılıçdaroğlu erken seçim olasılığını özellikle gündem harici tuttu ve öncelikle ekonomik yangının söndürülmesine odaklanılmasını önererek bu konuda muhalefetin desteğini vadetti. Yaşamına kasteden bir linç saldırısına maruz kaldıktan sonra bile oyuna gelmedi, birleştirici söylemi ve olgunluğunu korudu.
Bahsettiğim yönde bir normalleşme ve demokratikleşme ittifakı, Türkiye’nin demokratik mirasına ve geleneklerine de en uygun ve layık siyaset olacaktır. Son yıllarda Türkiye’de ortak toplumsal bağlar ve geç Osmanlı döneminden beri ve Cumhuriyet döneminde bin bir zorlukla inşa edilen – aksak ama temel -- demokratik kurumlar ve gelenekler devreden çıktı ve çok aşındı. Ama unutulmadı.
Türkiye’de tüm eksiklerine rağmen azımsanmayacak bir çok-partili demokrasi, kanun devleti ve toplumsal direniş mirası var. Son yıllarda Türkiye’de demokrasi ve hukuk devleti çökmüş olmakla beraber yerine henüz rekabetçi-otoriter bir rejimin inşa olmasını ve yerleşmesini engelleyenler bu faktörler oldu. Görevi demokrasiyi korumak olan kurumların içleri boşaltıldığında ve kadrolaştırıldığında, demokrasiyi koruyabilecek ve/veya geri getirebilecek olan, başta siyasal partiler olmak üzere organize örgütlü toplumun ve karar alıcıların demokratik iradeleri ve kabiliyetleridir.
Dolayısıyla, iktidarın ve Cumhurbaşkanlığı’nın tercihleri ne yönde olursa olsun, Türkiye’nin geleceğini şekillendirecek olan sadece onlar olmayacak. En az onlar kadar hatta daha fazla, muhalefet partilerinin önlerindeki kısa ve uzun vadedeki fırsatları nasıl değerlendireceği, uzun soluklu, sabırlı ve dayanışmacı, hem kendilerinin hem de iktidarın geçmişinden dersler çıkaran siyasetleri olacak.