15 Haziran Dünya Yaşlılara Şiddet ve Suistimal Farkındalık Günü’nde yaşlılarımıza saygıyla…
Bir süre önce açıklanan "normalleşme" programına uygun bir biçimde, sokağa çıkma kısıtlamaları ve yasakları kaldırıldı. Böylece ara verilmiş ekonomik faaliyetler (önem sıralarına göre) aşamalı olarak tekrar başlatıldı. Salgın nedeniyle üretiminin durdurulduğu bir kısım özel sektörde çalışan işçiler, emekçiler fabrikalara, işyerlerine ve hizmetler sektöründeki esnaf ve emekçiler de hizmet mekânlarına tekrar gitmeye başladılar.
Yeniden açılma sürecine ait salgın verilerine göre, bu gevşeme ile birlikte günlük vaka sayısında da belirgin bir artış oldu. Öyle ki 1 Haziran’da 827 olan günlük vaka sayısı (özellikle de bu ayın ikinci haftasında) belirgin bir şekilde arttı ve dün 1,567 oldu.(1) Böylece normalleşmenin ilk ayı olan Haziran başından bu yana geçen iki haftada vaka sayısındaki artış yüzde 58 oldu.
Bu gelişmeden haklı olarak endişe duyan uzmanlar, bu artışların ikinci bir salgın dalgasının değil, ilk dalga sürerken kapanma önlemlerinden erken vazgeçmenin, aşırı iyimser bir gevşetmenin bir sonucu olduğunu belirtiyorlar.
Diğer yandan dünyada durum biraz daha karmaşık gelişiyor. ABD başta olmak üzere merkez ekonomilerde ilk çeyreğe ilişkin olarak açıklanan çok yüksek ekonomik daralma verilerinin piyasalar üzerinde yarattığı olumsuz etkiye ek olarak, salgında ikinci dalga yaşanması ihtimali borsaları etkilemeye başladı. Başta ABD borsaları olmak üzere uluslararası borsalarda ikinci dalga satışları hâlâ sürüyor.
Öyle ki Wall Street bu yılın mart ayının ortasından bu yana en şiddetli düşüşünü yaşadı. S&P 500 yüzde 5,9; Dow Jones yüzde 7 ve Nasdaq yüzde 5,3 düştü. The Cboe Volatility Index (hassasiyetin arttığı gösterir) adı verilen ve supap endeksi olarak da bilinen endeks ise yüzde 4,1 oranında arttı. Benzer düşüşler Avrupa piyasasında da yaşandı. Stoxx 600 index yüzde 4,1 ve FTSE 100 index yüzde 4 düşüş gösterdi. Çin'de (gelen pozitif verilerin etkisiyle) kayıplar daha sınırlı kalsa da, Japonya'da Nikkei index yüzde 3,5; Güney Kore'de KOSPI index yüzde 3; Hong Kong'da Hang Seng index yüzde 2,2 düştü. (2)
Bu arada salgın coğrafi olarak yer değiştirmeye de başladı. Başta Brezilya olmak üzere Latin Amerika’da salgın ve buna bağlı olarak ölümler hızla yayılıyor.
Kısaca Koronavirüs salgını dünyada da, Türkiye’de de bitmediği gibi, yeni veriler erken açılmanın vaka sayılarını artıracağını ve ikinci bir dalganın da gündemde olduğunu gösteriyor.
O halde şu tespitin doğruluğunu kabul etmek durumundayız: Bu salgın bir kerelik değil, bir kez görülen "siyah kuğu" değil, mevsimsel değil. Eğer mutasyona uğrarsa tekrar gelecek demektir. Ayrıca biyoçeşitlilik kaybından dolayı başka pandemiler de söz konusu olacaktır. Ormansızlaştırma ve beraberinde kurulan vahşi hayvan pazarları insanların vahşi hayvanlarla yakın temas kurmasına neden oluyor ki bu hayvanlardan gelecek virüslere karşı bağışıklığımız mevcut değil. Kısaca başka salgınlar da olacak ve önümüzdeki yıllarda ormansızlaştırma, biyo çeşitlilik kaybı ve iklim değişikliği nedeniyle yeni salgınlarla karşılaşacağız. (3)
Koronavirüs salgını ile mücadelede birbirinden büyük ölçüde farklı yöntemler izleyen iki ülkedeki hem sağlıkla hem de ekonomik durumla ilgili sonuçları kıyaslamak faydalı olacak.
Bu iki ülke İsveç ve Yeni Zelanda. İsveç çok tartışmalı "sürü bağışıklığı" stratejisini uygulayan, Yeni Zelanda ise neredeyse tam bir kapanmayı uygulayan iki zıt örnek oluşturuyor.
Salgının en hızlı yayıldığı aylardan olan mayıs ayı itibarıyla milyon başına toplam ölüm açısından Batı Avrupa’da en tepede Belçika, İspanya ve İtalya geliyor. Diğer yandan ölüm artış hızı açısından bakıldığında İsveç, Fransa’yı, İtalya’yı, İspanya ve ABD’yi geçip 6,2 oranı ile İngiltere’den (6,6) sonra ikinci sıraya oturuyor. İsveç, bu açıdan İskandinav ülkeleri arasında açık ara önde. Çünkü bu oranlar Danimarka’da 1,5 ve Norveç’te 0,1.
Haziran’a girildiğinde bu tablo daha da netleşiyor ve İsveç milyon başına günlük ölüm oranlarında ilk sıraya yükseliyor: Günde milyonda 5,7 ölüm (Nüfusu 10 milyon olan İsveç’te bu 57 ölüm demek oluyor). Bu oranlar salgının en etkili olduğu İngiltere’de 3,7 ve ABD’de 2,9. (4)
14 Haziran itibarıyla 1 milyon başına ölüm açısından İsveç 483 ölüm ile dünyada 5. sırada yer alıyor. İsveç’in önünde İtalya (568), İspanya (580), İngiltere (614) ve Belçika 833) yer alırken, Fransa (450) ve ABD (356) İsveç’in gerisinde kalıyor.
Buna karşılık Okyanusya’daki Yeni Zelanda’da 1 milyon başına ölüm sayısı sadece 4. (5) Bu ülkenin nüfusu 4,8 milyondan biraz fazla (yani İsveç’in nüfusunun yarısı kadar bir ülke). Bu ülkede şu ana kadar toplam 1,504 Koronavirüs vakası görüldü ve bu virüsten toplamda sadece 22 kişi hayatını kaybetti. Son 15 gündür yeni vakanın görülmediği ve hatta son hastanın da tedavi edilerek evine gönderildiği ileri sürülüyor. (6)
Dünyanın en uzak köşesinde yer alan, nüfusu da daha az, bu nedenle de virüsün yayılımı açısından Avrupalı bir ülke olan İsveç’e karşı daha korunaklı-avantajlı olduğu, bu sayede salgından daha az insani kayıpla çıktığı ileri sürülebilirse de, İsveç’in komşuları olan Norveç ve Danimarka’nın da İsveç’ten daha iyi durumda olması sorunun nedeninin bu ülkede uygulanmış olan ve ilerde ele alacağımız "sürü stratejisi" ve sağlık ve bakım alanındaki özelleştirmeler olduğunu gösteriyor.
Çünkü İsveç’teki ölümlerin yüzde 90’ı 70 yaş ve üzeri yaşlı nüfus arasında ve bunların çoğunluğu da devlete ait bakım evleri ya da devletin fonladığı evde bakımlarda gerçekleşti. (7)
Sağlık alanındaki bütçe kısıntıları, özelleştirmeler ve beraberinde gelen çalışan personelin esnek çalıştırılıp güvencesizleştirilmesi bu ülkedeki ölüm oranlarının yüksekliğinin asıl nedenini oluşturuyor.
Öyle ki; belediyelerin yüzde 96’sı kemer sıkmaya ilk olarak yaşlı bakım hizmetlerinden başladılar. Bunun sonucunda 1980 yılı öncesinde bir bakım emekçisi günde en fazla 4 ev ziyareti yaparken, bu sayı 2015 yılında 12’ye çıktı, Koronavirüs salgını ile bu sayı daha da arttı. Sağlık ve bakım emekçilerinin koruyucu ekipmanları yetersiz kaldı. Özellikle de evde bakım yapanlar kendi önlemlerini kendileri almak zorunda bırakıldılar. Böylece yaşlılar, koruyucu ekipmandan mahrum personelin virüsü onlara istemeden de olsa bulaştırması yüzünden öldüler. (8)
Keza bakım hizmetleri "serbest tercih" adı altında özelleştirildi. Öyle ki Stockholm’de sadece bir bölgede böyle 50 civarında özel birim faaliyet gösteriyor. Bunlar kendi aralarında koordineli çalışmıyorlar. Bu da salgınla mücadeleyi sekteye uğratıyor. Ayrıca bakım emekçilerinin güvencesizliği ölümleri artırdı. Salgın başladığında bu emekçilerin yüzde 40’ı saatlik sözleşmeli olarak çalışıyordu. Bunlar geri kalan zamanlarında da çalışmak zorunda olduklarından, kendilerini yeterince virüse karşı koruyamadılar ve yaşlı hastalarına bulaştırdılar. (9)
Üstelik bu strateji ekonominin canlanmasını da sağlamadığı gibi, ekonominin ciddi oranda daralmasıyla sonuçlandı. Öyle ki ülke İkinci Dünya Savaşı'ndan bu yana görülen en yüksek daralmayı bu yıl yaşayacak.
Oysa İsveç modeli altında, "gereksiz bir biçimde polis devleti uygulamalarına başvurmaksızın halkın salgına karşı korunabileceği, aynı zamanda da ölçülü bir yöntemle salgın sırasında ekonominin bir bölümünü açık tutarken, kalan bölümlerinin de hızla toparlanmasına imkân sağlanarak, ekonomiye verilebilecek zararın asgaride tutulabileceği ileri sürülmekteydi". (10)
OECD’nin son raporu İsveç’in bu yıl ikinci bir salgın dalgası olmazsa yüzde 6,7; eğer ikinci bir dalga olursa yüzde 8,9 küçüleceğini öngörüyor. Aynı raporda Yeni Zelanda’da beklenen ekonomik küçülmenin ise sırasıyla yüzde 7,8 ve yüzde 10 olacağı tahmin ediliyor. (11)
Kısaca "sürü stratejisi" salgının yayılmasını azaltmadığı, buna karşılık vaka ve ölüm sayılarını artırdığı gibi (ülke milli gelirinin yüzde 16’sına denk bir devlet desteği sağlanmasına rağmen) ekonomiyi de canlandıramadı. Yeni Zelanda ekonomisi ise İsveç’ten 2,2 puan daha fazla daralacak olsa da, asgariye indirdiği insani kayıplarla salgınla mücadelede en başarılı kamucu modellerden biri olarak tarihe geçti bile.
İsveç’te izlenen sürü stratejisi ile ilgili olarak ilk pişmanlık bu stratejiyi planlayan uzmandan geldi.
İsveç hükümetine sürü bağışıklığı stratejisini öneren ve hükümetin bu öneriyi hayata geçirmesini sağlayan epidemiyolojist A. Tegnell kendisi ile yapılan bir radyo söyleşisinde bu stratejinin gereğinden çok fazla ölüme neden olduğunu, bugün olsa daha farklı bir strateji üzerinde düşünülebileceğini açıkladı. (12)
Yeni Zelanda’nın başarısı ise; hükümetin salgınla ilgili bilgiyi halkla şeffaf bir biçimde paylaşmasına (böylece halkın hükümete olan güveninin yüzde 88’e kadar yükselmesine); güven veren, kararlı bir kolektif liderliğe; kamu personelinin tam desteğine; bilim kurulunun uyarılarına tam uyulmasına ve halkın da çok sert tedbirleri (bazı özgürlüklerinin kısıtlanmasına, geleneklerini dahi çiğnenmesine katlanarak) benimsemesine ve bunlara tam olarak uymasına bağlanıyor.
Öyle ki ülke insanının çoğu ciddi gelir kaybına uğradı, sosyal izolasyona tabi tutuldu, spor ve eğlenme biçimleri radikal değişikliklere uğradı. Ancak bu önlemler sayesinde virüsün yayılması da önlenebildi. Bu süreçte hükümetin ötekileştirici, dışlayıcı olmayan, böylece muhalefeti de stratejik kararlara ve uygulamalara katan tavrı çok belirleyici oldu (Parlamentonun yerine geçici olarak oluşturulan Konseyde muhalefetin sayıca çoğunluğu sağlamasına izin verildi). (13)
Kısaca Yeni Zelanda (son yıllarda neo-liberalizmin giderek ele geçirdiği bir ülke olan İsveç’ten farklı olarak) önce piyasaları ya da ekonomiyi değil, halkının sağlığını düşünen bir strateji izledi ve bunda da başarılı oldu.
Bunu yaparken de hükümet halkıyla dayanışma içinde oldu, onun güvenini kazandı, ama her şeyden önemlisi kamucu bir strateji ve buna uygun politikalar uyguladı. Yani salgınla mücadeleyi piyasaların insafına ya da bireylerin kendi almaları gereken bireysel önlemlere bırakmadı.
Bu ülke ayrıca adına "Mutluluk Bütçesi" ya da "İyilik Bütçesi" (Well Being Budget) denilen ve diğer ülkelere de örnek teşkil edebilecek yeni bir bütçe modeli ile salgınla ve ekonomik daralmayla mücadelesini başarı ile uyguluyor.
Mutluluk Bütçesi ilerici, içermeci, bütünlükçü, ulusal kaynaklarını bütün toplum için kullanmayı amaçlayan bir vizyonla hazırlanıyor ve tüm bütçe süreçlerinde halkın etkin katılımını ve denetimini (bütçe hakkının kullanılmasını) hedefliyor. Böylece (başlangıçtaki kazanımları göreli olarak daha az olsa da), orta ve uzun vadede hem ekonomik, hem de politik anlamda çok ciddi sosyal kazanımlar içeriyor.
Kısaca Yeni Zelanda’nın bu bütçesinin 5 temel önceliği söz konusu:
(i) Düşük karbonlu bir ekonomi yaratmak
(ii) Sosyal ve ekonomik fırsatlar yaratan teknolojik yenilikleri artırmak
(iii) Ülkenin asıl sahipleri olan yerli Maoriler ve diğer dezavantajlı gruplar için gelir, beceri ve fırsat artışları yaratmak
(iv) Çocuk yoksulluğunu ve aile içi şiddeti azaltmak
(v) Özellikle de gençler için olmak üzere ruh sağlığını korumaya ilişkin hizmetleri artırmak. (14)
Böylece bütçe hazırlanırken (1980 ve 1990’larda bu ülkede de olduğu gibi öncelik verilen) neo-liberal mali disiplin, mali şeffaflık, kamu yönetiminde etkinlik ve ekonomik büyüme kavramlarından ve toplumsal refahın GSYH ile ilişkilendirilmesinden vazgeçiliyor. Bunların yerine başarı ölçütü olarak "Yaşam Standardı Çatısı" ölçütü altında mevcut "mutluluk" durumuna etki eden 12 alan ve gelecekteki "mutluluk halini" etkileyecek olan 4 varlık belirleniyor. Bunlar OECD’nin Daha İyi Bir Yaşam Endeksi ile uyumlu 61 ilerici gösterge ile destekleniyor.
Sonuç olarak, Koronavirüs salgınının bitmediği, ekonomik toparlanma adı altında kâr çıkarımına öncelik verilmesi yüzünden gerçekleştirilen erken açılma ve kontrolsüz gevşetmenin salgın vakalarının artmasına neden olduğu açık.
Ayrıca ilk salgın dalgası sürerken, ikinci bir dalganın da yaşanabileceği ihtimali giderek artıyor. Kaldı ki bu salgın sona erse de kapitalizmin neden olduğu metobolik yarılmanın bundan böyle bizleri yeni salgınlarla baş başa bırakacağı da görülüyor.
Bu yüzden de bütün mesele bu salgınlara neden olan üretim tarzına, siyasal ve sosyal sisteme, bu sistemde sermayenin doğa üzerindeki hegemonyasına, sağlık ve bakım alanındaki kesintilere, özelleştirmelere, özcesi insan ve toplum sağlığının kâr çıkarımına kurban edilmesine daha ne kadar tahammül edeceğimizdir.
Devam edecek: Sürü Stratejisinin ekonomi politiği.
Dipnotlar:
1. Türkiye’de günlük Koronavirüs tablosu, https://covid19.saglik.gov.tr/(15 Haziran 2020).
2. https://markets.businessinsider.com/indices/world-stock-markets (15 June 2020).
3. Gaël Giraud: Will COVID Lead to Authoritarianism?, https://www.ineteconomics.org/perspectives/podcast/gael-giraud (11 June 2020).
4. DSÖ’nün günlük verilerinden hesaplanmıştır.
5. https://www.worldometers.info/coronavirus/ (14 Haziran 2020).
6. https://tr.euronews.com/2020/06/08/yeni-zelanda-basbakan-ardern-salg-n-bitti-covid-19-yasaklar-n-bu-geceden-itibaren-kald-r-y (14 Haziran 2020).
7. Lisa Pelling, "Sweden, the pandemic and precarious working conditions", https://www.socialeurope.eu (10 June 2020).
8. Agm.
9. Agm.
10. Mike Whitney, "Sweden Is Right. The Economy Should be Left Open", https://www.globalresearch.ca/sweden-right-economy-should-left-open (20 April 2020).
11. OECD Economic Outlook, Volume 2020 Issue 1: Preliminary version, No. 107, OECD Publishing, Paris,
https://doi.org/10.1787/0d1d1e2e-en. (June 2020).
Grant Duncan, "New Zealand’s coronavirus elimination strategy has united a nation. Can that unity outlast lockdown?", https://theconversation.com (15 April 2020).
13. Chye-Ching Huang with Paolo de Renzio and Delaine McCullough, New Zealand’s "Well-Being Budget": A New Model for Managing Public Finances? (May 2020), International Budget Partnership, https://www.internationalbudget.org/wp-content/uploads/new-zealand-well-being-budget-may-v2-2020.pdf.