Siyasal iktidar uzunca bir zamandan beri ülkedeki başta döviz kurundaki hızlı yükselişler, zamlar ve enflasyon olmak üzere birçok sorunun nedenini kötücül dış güçlere bağlıyor. Bu kötücül güçlere son zamanlarda, muhalefet de dâhil olmak üzere iktidarı eleştiren herkes "iç güçler" kötülemesi altında dâhil edilse de, dış güçler söylemi ve algısı hala sürdürülüyor. Kabul edelim ki ülkede buna inanan azımsanamayacak bir kitle de mevcut.
Aslında ülkede ne olup bittiğini anlayabilmek için 'soyut dış güçleri' bir kenara bırakıp 'somut dış güçlere' odaklanmak gerekiyor. Çünkü Türkiye, ekonomisiyle, siyasetiyle küresel kapitalist-emperyalist sisteme neredeyse tam entegre olmuş bir ülke. Dolayısıyla bu 'dış güçler' denilen şeyler bizim müesses nizamımızın çok önemli bir kısmını oluşturuyor, içsel bir olgu haline gelmiş bulunuyor.
Bu gerçeğin farkında olmalarına rağmen siyasal iktidarlar, özellikle de ekonomik alandaki başarısızlıklarını unutturabilmek ve derinleşen sosyal ve ekonomik sorunlar konusundaki siyasal sorumluluklarını üzerlerinden atabilmek için, böyle 'dış güçler' söylemini ısrarla sürdürüyorlar. Milliyetçiliğin ve militarizmin aşırı biçimde yükseldiği dönemlerde bu tür söylemler (ortak düşmana karşı birleştirici bulunduğundan) her zaman karşılık buluyor.
Peki, bu soyut dış güçleri somut bir şekilde ortaya çıkartabilmek mümkün müdür? Böylece iktidarın hedef olarak gösterdiği 'soyut dış güçler' ile gerçekte fiilen işbirliği içinde olduğu 'somut dış güçler' arasındaki ilişkinin ne olduğunu ortaya koyabilir miyiz?
Bu konuda bize yardımcı olabilecek en önemli araç, T.C. Merkez Bankası tarafından hazırlanan ödemeler dengesi istatistiklerine ilişkin raporlar. Bu raporlarda 'ödemeler dengesi şöyle tanımlanıyor:
"Ödemeler dengesi, geniş anlamıyla, bir ekonomide yerleşik kişilerin diğer ekonomilerde yerleşik kişiler (yurt dışında yerleşikler) ile belli bir dönem içinde yapmış oldukları ekonomik işlemlerin sistematik kayıtlarını elde etmek üzere hazırlanan istatistiki bir rapordur. Türkiye'nin Ödemeler Dengesi İstatistikleri ise, IMF'nin 2009 yılında yayımladığı el kitabı temel alınarak toplanmakta ve her ay düzenli olarak yayınlanmaktadır (1)"
Kısaca devletin bir kurumu olan TCMB bu raporlarıyla bize, siyasal iktidarın, politik söylemde "dış güçler" olarak tanımlanan "yurt dışı yerleşikler" ile hem devletin kullandığı dış krediler ve satışa çıkardığı bono ve tahviller aracılığıyla, hem de özel sektörün ticari krediler ve borsalar aracılığıyla yoğun ilişkiler içinde olduğunu ifşa ediyor.
Bir başka anlatımla, ödemeler dengesi aslında siyasal iktidarın soyut bir düşman olarak önümüze koyduğu dış güçlerle, hem devletin, hem de özel sektörün yaptığı ticari ve parasal işlemlerin kaydedildiği bir büyük hesap. Yani bu ilişki açık, resmi bir ilişki, öyle ki her ay düzenli olarak bir raporla sergileniyor.
İşte Merkez Bankası dün bu istatistiki raporu yani 'Nisan Ayı Ödemeler Dengesini' açıkladı. Bu raporda dış güçlerle olan ilişkimiz oldukça detaylı bir biçimde, ay ay olduğu gibi ilk dört aylık kümülatif (Ocak-Nisan) dökümler olarak gösteriliyor.
O halde dış güçlerle olan ilişkilerin en can alıcı biçimi olan bu istatistiklerin de merkezinde yer alan Cari İşlemler Hesabı ile analizimize başlayalım.
Türkiye ekonomisinin özellikle de hızlı büyümesinin de ardındaki en önemli faktör olduğu kabul edilen 'cari açık' denildiğinde kabaca; bir ülkenin ithalatının ihracatından çok daha fazla olması, turizm gelirleri ve yurt dışı müteahhitlik hizmetleri gelirleri gibi gelirlerinin de bu açığı kapatmaya yetmemesi durumunda ortaya çıkan açık kast edilir.
Bu tanımlama çerçevesinde cari açık, geçen yılın ilk dört ayında (-) 9,059 milyar dolar iken, bu yılın ilk dört ayında (-) 21,073 milyar dolara fırlamış durumda. (2) Yani cari açık geçen yıla göre 2,3 kat artmış. Bunda ithalat-ihracat farkı demek olan 'dış ticaret açığının' (-) 8,7 milyar dolardan (-) 25,5 milyar dolara çıkmasının (yaklaşık 3 kat artış) çok büyük payı var.
Cari açığın bu denli artıyor olması ise çok ciddi bir sorun. Bu durum, kısa vadeli dış borçların 180 milyar doları aştığı ve turizm gelirlerinin beklendiği gibi gerçekleşmeyeceği bir dönemde, hem döviz kurlarını ve ekonominin kırılganlığını daha da artıracak, hem de ekonomik büyümeyi yavaşlatacaktır.
Finans hesabı, cari açığı kapatan bir dış denge hesabıdır. Merkez Bankası'nın ilgili raporunda Finans Hesabı şöyle tanımlanıyor:
"Finans Hesabı, Merkez Bankası, Genel Hükümet (Merkezi Yönetim, Mahalli İdareler, Sosyal Güvenlik Fonları), bankalar ve diğer sektörler (diğer finansal kuruluşlar ve finansal olmayan kuruluşlar, hane halkları ve kâr amacı gütmeyen kuruluşlar) tarafından gerçekleştirilen kısa ve uzun vadeli uluslararası sermaye akımlarının kaydedildiği bir hesap olup, temel olarak, bir ülkenin dış finansal varlıkları ve yükümlülüklerindeki değişimler ile bu değişimlerin karşılıklı kayıtlarını içeren bir hesaptır". (3)
Son Ödemeler Dengesi Raporuna göre, geçen yılın ayları ile kıyaslandığında, Finans Hesabı (-) 2,621 milyar dolardan (-) 4,879 milyar dolara çıkmış (- işaret para girişlerini gösterir). Yani bu süreçte cari açığı kapatabilmek için ülkeye giren yabancı kaynak miktarı 1,9 kata yakın artmış.
Bu kaynakların neler olduğuna bakıldığında, bunların üç tür sermaye akımı olduğu görülüyor: Doğrudan yabancı sermaye yatırımları, portföy yatırımları ve yabancı bankalardan sağlanan krediler (dış krediler).
Bu üç tür yabancı sermaye akımı ülke ekonomisi için hayati önem taşıyor. Öyle ki bunlar ciddi düzeyde istikrarsızlık gösterdiğinde (hızlı duruş ve ani çıkışlar gibi) ülke ekonomisi krize giriyor.
Yabancı sermaye akımlarını zora sokan dış faktörlerin başında, örneğin Fed'in faiz oranlarını artırması ya da küresel çaptaki finansal sıkılaştırmalar gelirken, ülke içindeki politik istikrarsızlıklar, savaş, hükümete olan güvensizlik gibi iç faktörler de bu akımların sekteye uğramasına neden olabiliyor.
İlk kaynaktan başlayalım. Rapora göre, ülkedeki yerleşiklerin yurt dışına yaptıkları bu tür yatırımlarda 217 milyon dolarlık bir artış olmuş. Ülkeye yapılan (gelen) doğrudan yabancı sermaye yatırımları devam etmiş ama bu yıl bu girişler 247 milyon dolar azalmış.
Yani Türkiyeli yatırımcılar (reel) dışarıya daha çok yönelirken, yabancıların Türkiye'ye olan yönelimi azalmış. Ayrıca, bu noktada ülkeye bu ad altında gelen yatırımların azımsanamayacak bir kısmının yabancıların ülkeden konut, emlak satın alımı olduğunun, yani bunların istihdam veya katma değer yaratan yatırımlar olmadığının altını çizmekte yarar var. Bu anlamda ekonomik büyümeye olan katkıları da çok sınırlı.
'Sıcak para' olarak da bilinen bu yatırımlar Merkez Bankası'nca, "menkul değerlere yapılan yatırımlar" olarak tanımlanmakta ve genellikle "hisse senetleri ile kamu ya da özel kuruluşlarca ihraç edilen bono ve tahvil şeklindeki borç senetlerini ve diğer para piyasası araçlarını içermektedir".
Bu bağlamda, yine yurt içi yerleşiklerden başlarsak; TC vatandaşı yerleşikler geçen yıl portföylerinde tuttukları yurtdışı varlıklarını satmışlar (- 453 milyon dolar), bu yılsa yurt dışına yönelerek, yurt dışından yeni varlık satın almışlar (+2,96 milyar dolar). Yani yurt dışına çıkan portföy yatırımı miktarı bir yılda 6,6 kat artmış. Bu durum da yatırım yapacak durumda olanların dışarıyı tercih ettiklerinin bir göstergesi. Bununsa ekonomik olduğu kadar siyasal güvenle ilgili olduğu düşünülebilir.
Yurt içindeki varlıkları satın alan yabancı ülke vatandaşlarının durumu ise daha net. Bunlar geçen yıl portföylerini satmışlar (-1,825 milyar dolar), bu yıl ise bu satışları 1,4 kat artırmışlar (-2,473 milyar dolar). TC vatandaşlarının dışarıdaki yatırımlara yönelmesinin ardındaki ekonomik ve siyasal nedenlerin yabancılar için de geçerli olduğunu düşünebiliriz.
Araç bazında ele alırsak; Borsa İstanbul'dan çıkışlar, azalarak da olsa, devam etmiş (1,9 milyar dolardan, 1,2 milyar dolara); DİBS'ten çıkışlar ise iyice hızlanmış. Öyle ki geçen yıl (+) 110 milyon dolarlık giriş olan (+ para girişi demek) bu tahvillerden (DİBS) bu yıl (-) 1,3 milyar dolarlık çıkış yaşanmış (11,7 kat). Yani yüksek faiz getirisine rağmen yabancı DİBS'ten çıkıyor. Kısaca cari açığın kapanmasında, tıpkı doğrudan yatırımlar gibi, portföy yatırımları da çare olamamış.
O halde bu dört aylık sürede, 21 milyar dolarlık cari açık nasıl kapatıldı? Bunun iki açıklaması var: 'Diğer yatırımlar' ve 'Net Hata ve Noksan Kalemi' büyük çapta arttı.
Merkez Bankası'na göre, "doğrudan yatırım, portföy yatırımları ve rezerv varlıklar dışında kalan tüm finansal hareketleri içeriyor" .(4) Yani 'diğer yatırımlar' asıl olarak ülkeye gelen dış kredilerden oluşuyor ve sonuçta, bu borçların özel kesim ve kamu kesimi gibi iki alıcısı olduğundan, ülkedeki özel ve kamu kesiminin dış borcunu gösteriyor.
Bir diğer anlatımla, teknik olarak, 'dış borç stoku'; bono ve tahvil gibi araçlarla devletin yapmış olduğu dış borçlanmayı, özel kesime gelen ticari kredileri, bankacılık kesimine gelen banka kredilerini ve yabancıların döviz tevdiat hesabında tutulan mevduatlarını kapsıyor. Ancak bu stoka; hisse senedi alımı biçiminde borsaya gelen yabancı sermaye yatırımları, doğrudan yabancı sermaye yatırımları, vadeli işlemler piyasası araçları alımı ya da türev araç alımı ve diğer finansal yatırılar dâhil edilmiyor. (5)
Bu hesaba bakıldığında (- sermaye girişini, + çıkışı gösterir); geçen yıl (-) 2,5 milyar dolar olan bu girişlerin bu yıl (-) 9,311 milyar dolara yükseldiği görülüyor (3,7 kat artmış). Yani cari açık asıl olarak, banka kredileri ve devletin dış borçlanması biçiminde gelen dış finansman ile kapatılmış görünüyor.
Bu hesabın bazı önemli detayları var. Şöyle ki Türkiye'deki yerleşiklerin 'yurt dışındaki banka mevduatları' biçiminde para çıkışı geçen yıl 5,8 milyar dolar iken, bu yıl 8,6 milyar dolara yükselmiş (1,5 kat).
Burada da yurt dışına asıl para çıkaranların bankalardan ziyade, diğer sektörler (reel sektör, şirketler, bireyler) olduğu görülüyor. Öyle ki geçen yıl bu şirketler 837 milyon dolar parayı ülkeye getirirken, bu yıl 6,5 milyar doları dışarıya çıkartmışlar. Yerleşiklerin bu boyutta bir parayı yurt dışındaki bankalarda mevduat biçiminde tutmalarının nedenleri üzerinde mutlaka ayrıntılı olarak düşünmek gerekiyor.
Diğer yandan, ülkeye yabancıların banka kredileri, döviz takasları vs yollarla getirdikleri yabancı kaynakta da ciddi bir artış söz konusu.
Öyle ki bu tür 'diğer yatırım yükümlülükleri' (+ para girişi, yükümlülük/borç artışı demek) 8,3 milyar dolardan, bu yıl 17,9 milyar dolara yükselmiş (2,1 kat artış).Yerleşik bankaların dış krediler biçiminde dışarıdan aldıkları borçlar 4,5 milyar dolardan 6,2 milyar dolara çıkarken; diğer sektörler olarak anılan reel sektörün dış kaynak kullanımı 2,7 milyar dolardan, 7,3 milyar dolara fırlamış (2,7 kat artış). Keza Merkez Bankası'nın döviz takası ve benzer biçimlerde kullandığı kaynakta da bir artış olmuş ve 1,4 milyar dolardan 3,9 milyar dolara çıkmış (2,8 kat). Özetle yüksek cari açık asıl olarak yurt dışından kredi borçlanması ve döviz takaslarıyla kapatılmış.
Son olarak, Net Hata ve Noksan Kalemindeki çok büyük çaptaki artışı gözden kaçırmamak gerekiyor.
Net hata ve noksan kalemi, ölçüm hataları ve tablodaki verilerin eksik veya fazla derlenmesinden kaynaklanıyor.
Bu kalemin oluşmasının nedenleri arasında şunları sayabilmek mümkün: (i) Zaman uyumsuzlukları (ihraç edilmiş malın gidiş tarihiyle ihraç edilen mal karşılığında alınacak paranın gelişinin farklı dönemlerde olması gibi). (ii) Beyan yanlışlıkları veya hataları (gümrük beyanlarındaki eksikler ya da yanlışlar gibi). (iii) Kayıt dışılıklar (gelirlerin kayda girmemesi ya da finansmanın kayıt dışı olarak gerçekleştirilmesi gibi). (iv) Anketlerdeki ölçüm hataları (turizm gelirlerinin belirlenmesinde uygulanan anketlerin gerçeği tam olarak yansıtamaması gibi).
Türkiye'de son yıllarda ödemeler dengesinde yüksek miktarlı artı işaretli net hata ve noksan kalemi yer alıyor ve miktarın yüksekliği basit bir takım hata ve eksiklerden daha farklı bir kayıt dışı döviz girişinin olduğu çağrışımına neden oluyor. Bu konuda başta Orta Doğu ülkeleri olmak üzere çeşitli ülkelerden Türkiye'ye kayıt dışı döviz girdiği yönünde ciddi iddialar mevcut. (6)
Sonuçta bu kalem hesaplar arasında her hangi bir şekilde açıklanamayan farkları ya da hataları gösterdiğinden, bu hesabın normalde cari açığın yüzde 1-3'ünden daha büyük olması beklenmemeli. Oysa geçen yılın ilk dört ayında 3,6 milyar dolar olan bu fark, bu yılın aynı döneminde 11,8 milyar dolara yükseldi, böylece de cari açığın yüzde 56'sına erişti.
Bu durum da, alınan yeni kredilerin yanı sıra, Körfez Ülkelerinden belli aralıklarla ülkeye getirilen paraların cari açığın kapatılmasında kullanıldığı görüşlerini güçlendiriyor.
Türkiye'de otoriter siyasetin yaygın bir söylemi olan 'dış güçler' aslında ödemeler dengesinde yer alan ticari ve parasal işlemler ve uluslararası sermaye- finans hareketleridir. Bu hareketlerse tamamıyla müesses nizamın bilgisi ve kontrolü dâhilinde gerçekleşmekte ve sistem ancak böyle işleyebilmektedir.
Kuşkusuz böyle bir işleyişin krizler, hızlı kur artışları, yüksek enflasyon, işsizlik ve yoksulluk biçiminde toplumsal maliyetleri olduğu kadar, belli sektörlere ve belli sermaye gruplarına sağladığı muazzam maddi çıkarlar da söz konusudur.
Bu çıkarların temsilcisi konumundaki iktidar odakları bu işleyişe karşı çıkmazlar. Buna karşılık bu işleyiş yüzünden ortaya çıkan toplumsal zararı haklı gösterebilmek ve bu konudaki siyasal sorumluluğu gizleyebilmek için de soyut bir dış güçler umacısı yaratmak durumunda kalırlar. Milliyetçiliğin aşırı bir biçimde pompalandığı dönemlerde kötücül dış güçleri her türlü sorunun sorumlusu olarak göstererek kendi başarısızlıklarını örtmek ve bu şekilde tabanı konsolide etmek, giderek etkisini yitirse de, hala işe yarıyor.
Türkiye'nin yüksek cari açık batağından, böylece de sermaye hareketlerine olan bağımlılıktan, kurtulabilmesi ancak yeni bir ekonomi modelinin kurgulanmasıyla mümkün olabilir.
Bu yeni 'demokratik ekonomi modeli'nde; dış ticaretten yatırımlara, finanstan büyümeye kadar hemen her şey kârların değil, toplumsal ihtiyaçların her şeyin önünde tutulduğu bir bakış açısıyla kurgulanır. Kâr ekonomik faaliyetlerin merkezinden çıkartıldığından, kaynakların toplumsal ihtiyaçları karşılamak için kullanılması mümkün olacağı gibi, emek ve ekoloji üzerindeki tahrip edici baskıya da, ekonomideki kırılganlıklara da son verilmiş olur.
Özcesi, 100 yılı aşkın bir süredir burjuvazinin hizmetinde olan, bildik "maliye ve para politikalarını daha liyakatli bir yönetim ve ekiple daha iyi uygulamakla" sınırlı bir çözüm gerçek halkçı bir çözüm olamaz. Bunu aşan bir perspektife, modele, stratejiye ve radikal ekonomi politikalarına ihtiyacımız var.
Bu bağlamda hakiki, topluma güven veren bir demokratik muhalefetin görevi, bir ayağı bugünde, diğeri gelecekte olan bir demokratik ekonomi programını tasarlamak ve böyle bir programı kararlı bir biçimde hayata geçirecek iradeye sahip olduğunu tüm topluma kanıtlamaktır.
Dipnotlar: